Köklü Değişim Medya
Ahmet Sivren
Bugün 15 Temmuz! Bundan 1 yıl önce Türkiye, yaklaşık her 10 yılda bir yaşadığı tecrübenin son tekrarını 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşadı. Askeri darbelerden ya da darbeye benzer müdahalelerden yana sürekli başı ağrıyan Türkiye, halkının iman şuuruyla karşı koyması sonucunda bu sefer daha rahat bir nefes aldı. Bundan önceki darbe/darbeye benzer girişimlere yönelik olarak bu kadar net bir tavır alamayan Müslüman Türkiye halkı, 15 Temmuz Darbe girişiminde laik cuntacılara ve onlara bu konuda yandaşlık yapan kesimlere en üst perdeden gerekli cevabı verdi.
Peki, 15 Temmuz 2016 ve sonrasında neler oldu? Kimler, ne için böylesi bir kalkışmaya cesaret ettiler? Bu kalkışmacıların arkasında herhangi bir dış güç var mıydı varsa bu güç ya da güçler kimler? Dünya liderlerinden bu darbe girişimine yönelik ilk tepkiler ne minvalde seyretti?
Ayrıca bu darbe girişiminin sonrasında İktidar zaviyesinden değişen ne oldu? İktidar, savuşturulan bu darbe girişiminin ardından kendisinden beklenen dış politikayı ortaya koyabildi mi? Amacına ulaşamayan darbenin girişimcilerine yönelik yargılamalar ne aşamada ve bu darbe girişiminin son bilançosu nedir? Ve en can alıcı soru: 15 Temmuz Darbe girişiminin kazananı kim?
İşte bu dosyamızda tüm bu soruların cevaplarını ortaya koymaya çalışacağız!
15 Temmuz sonrasında, Kemalistlerin darbedeki rolüne ilişkin çok az sayıda görüş belirtildi. İktidarın darbe girişimini Gülen'e mal etmesinden sonra hükümete yakın Medya, diğer ulusalcı Medya ve sokak protestolarında Gülenciler aleyhine söz söylemeyen kalmadı.
15 Temmuz darbe girişiminin aktörlerine ilişkin tartışmalar Türkiye gündemindeki sıcaklığını korurken, darbe girişiminde Kemalistlerin etkisine yönelik ilk net açıklama 17 Temmuz'da Hizb-ut Tahrir'den gelmişti. Konu ile ilgili olarak, Darbeyi İngiliz yanlısı Laik-Kemalist subayların tertip ettiğini, Gülenci subayların ise onlara destek verdiğini açıklamıştı.
Hizb-ut Tahrir'in yaptığı açıklamada,
'Kemalistlere yönelik';
'Darbenin arkasında İngiliz yanlısı maceraperest subaylar olmasına gelince, bilindiği üzere ordunun belkemiğini İngiliz yanlısı subaylar oluşturmaktadır. Amerika, Cumhurbaşkanı Özal döneminden itibaren ordu içine sızmak için çalıştı, ancak başarılı olamadı. Bu yüzden Polis Teşkilatı'nı güçlendirdi ve Özel Kuvvetler kurdu. Sonra Erdoğan döneminde ABD, orduya sızmak üzerine fokuslandı ve bir ölçüde de başarılı oldu... Erdoğan, her ne kadar İngilizlerin kanatlarını budasa da ancak orduda hâlâ İngilizlerin belli gücü var. Onları tamamen yok etti diyemeyiz. İşte cuntacı subaylar da İngiliz yanlılarıdır. Bu subayların maceraperest oluşlarına gelince, çünkü büyük olasılıkla darbe planı İngilizler tarafından değil, cuntacı subaylar tarafından planlanmıştır. İngilizler, bunu onlara havale etmiştir. Zira darbe planına bakıldığında, İngiliz sinsilik ve kurnazlığından neredeyse tamamen yoksun olduğu görülür. Örneğin cuntacılar, darbe bildirisinde laikliğe vurgu yaptılar. Bu ise onların ahmak olduğunu gösterir. Çünkü pek çok Türk İslami duygulara sahiptir. Dolayısıyla bildiride laikliğe vurgu yapmak, onları ajite etmek içindir. Mustafa Kemal ve yandaşlarına vurgu yapmak ise, İslam'a ve Müslümanlara olan öfke, kin ve nefretlerinin bir göstergesidir.'
'Gülencilere yönelik';
’Darbe girişimin arkasında Gülencilerin olduğunu söylemek, büyük olasılıkla doğru değildir. Çünkü Gülenciler, daha çok yargı ve STK'larda öbekleşmişlerdir. Birincisi, sömürgecilerin desteği olmadan darbe yapabilecek askeri kapasiteleri yoktur. İkincisi, Amerika'nın komutu ile hareket ederler, dolayısıyla onun izni olmadan kıpırdayamazlar. Amerika ise özellikle Erdoğan'ı şu anda çıkarlarına hizmet edecek en uygun kişi olarak görüyor. Suriye krizinde Türkiye, Amerika'nın son okudur. Erdoğan, ABD'ye öyle bir hizmette bulunmaktadır ki bu koşullarda bir başkası bunu yapamaz.'
'Cumhurbaşkanı Erdoğan'a yönelik';
’Hiç şüphesiz Erdoğan, budanmış olsalar da İngilizlerin ordu içinde belli bir güçlerinin ve darbe girişiminin arkasında da ordu içindeki İngiliz yanlısı grubun olduğunu biliyor. Fakat Erdoğan, Gülen hareketini suçlamıştır, çünkü İngilizlerin ordu içindeki adamlarını gündeme taşımak, onların prestijini yüceltmek, habersizce ortadan kaldırmak ise prestijlerine bir hakaret olduğunun farkındadır. Gülen hareketinin onlar kadar büyük bir imajı yok. Erdoğan, sessiz sedasız yani gizlice İngilizlerin adamlarını ortadan kaldırmak için çalışmaktadır. Ön plana çıkarılmıyorlar ki etraflarında kümelenme olmasın... Aksine sessiz sedasız muhaliflerini tırpanlıyor. Zira Gülen cemaati, İngilizlerin adamlarına kıyasla devede kulak kalır.'[1] demişti.
Daha sonra, Avrupa Birliği istihbarat merkezi (INTCEN) tarafından darbe girişimiyle ilgili 24 Ağustos'ta bir rapor yayımlandı. AB istihbarat merkezi raporuna göre ’15 Temmuz darbe girişiminin ardında Kemalistler var’ ifadeleri kullanıldı.
Raporda, ’Darbeyi başlatma kararı, yaklaşan tasfiyelerin yarattığı korkudan dolayı alındı. Bu darbenin arkasında Gülenciler, Kemalistler, AKP muhalifleri ve fırsatçılar vardı. Gülen'in kendisinin bu girişimde bizzat rol oynamış olma ihtimali düşük’ denilerek;
’Silahlı kuvvetler içerisindeki Gülen destekçisi bir grup subay, yaklaşan tasfiye nedeniyle darbeyi gerçekleştirme baskısı altındaydı.' ’Darbeye ayrıca, ordu içinde kalmayı başarabilen Kemalist-laikler ile hükümetin özellikle PKK ve Suriye krizine yönelik politikalarından hoşnutsuz olan bazı ordu birlikleri de destek verdi.' ’Erdoğan, başarısız darbe girişimini ve olağanüstü hal uygulamasını, AKP yapılanmasının muhaliflerine karşı kapsamlı bir baskı kampanyası başlatmak için kullandı.’ ifadeleri yer aldı.
Kemalistlerin 15 Temmuz darbe girişiminde ki etkisini dile getiren bir başka isim Roni Margulies oldu. Margulies; Eylül 2016’da, 15 Temmuz darbe girişiminin ana gövdesinin Kemalist ve laik subaylar olduğunu söyledi. Cins dergisinin son sayısına konuşan Roni Margulies özetle şunları söyledi:
’(!) Ben bu darbenin basitçe bir Fethullahçı marifeti olduğuna inanmıyorum. Evet, belli ki Fethullahçı subaylar da girişimin içindeymiş, fakat meselenin onlardan ibaret olmadığı çok açık. Rütbelilerin %40'ı, %50'si gibi oranlar telaffuz ediliyor. Fethullahçıların orduya bu kadar sirayet etmiş olması mümkün değildir. Demek ki; darbecilerin ana gövdesi 1960'tan beri iyi tanıdığımız klasik Kemalist, 'laik', halk düşmanı subaylardı. Hükümetin sadece Gülencilere odaklanması beni kaygılandırıyor. Kemalistler, Ergenekoncular, hakiki darbeciler aklanmış oluyor çünkü.’
Almanya'nın dış istihbarattan sorumlu kurumu Federal Haber alma Servisi'nin (BND) Başkanı Bruno Kahl, Türkiye'deki 15 Temmuz darbe girişiminin arkasında Fetullah Gülen'in ve Gülen cemaatinin bulunduğuna dair yeteri kadar kanıt olmadığını söylemişti... Kahl ve Alman hükümeti, bu değerlendirme nedeniyle iktidarın ve iktidara yakın medyanın büyük tepkisiyle karşılaşmıştı.
Bu çıkıştan kısa bir süre sonra, aynı konuda bu defa İngiltere Avam Kamarası Dışişleri Komitesi'nce hazırlanan bir rapor yayımlandı...
İktidara yakın gazeteciler ile basındaki eski usül Atatürkçüler Almanya'ya ortak tepki göstermişlerdi, fakat bu defa ayrışıyorlar: İktidara yakın gazeteciler darbe girişiminin Kemalist subayların da içinde olduğu bir koalisyonun işi olduğunu belirten raporu ’objektif’ bulurken, medyadaki klasik Atatürkçüler rapordan rahatsız olmuş görünüyorlar.
Sedat Ergin, Avam Kamarası Dışişleri Komitesi'nin raporunu Gülencilerin hiç mi kabahati yok başlıklı bir yazıyla (Hürriyet, 29 Mart) karşıladı. Oysa raporda böyle bir şey denmiyordu. Raporda, mealen, ’15 Temmuz darbe girişiminin tek kabahatlisi Gülenciler miydi?’ diye soruluyor, cevaben de ’Hayır’ deniyordu, ’başta Kemalist subaylar olmak üzere başkaları da vardı...’
Rasim Ozan Kütahyalı, kaleme aldığı bir dizi yazıda, darbenin bir koalisyonun ürünü olduğunu, bunun baştan beri bilindiğini fakat bilinçli bir biçimde gizlendiğini uzun uzun işledi. Kütahyalı; 'İngiliz Raporu Ve 15 Temmuz Politikası' başlıklı yazısında şöyle diyordu:
’Daha önce 27 Şubat’ta yazmıştım... 15 Temmuz’dan 5-6 gün sonra bilinçli bir devlet politikası benimsendi ve milletimizi darbe karşısında bir bütün tutmak için bu ihanetin sadece ‘FETÖ’ kısmı özellikle vurgulandı ve diğer kısmın üstü örtüldü... ‘Bu esasen çok iyi niyetli ve sağduyulu bir politikaydı çünkü Gülen -dışı ideolojik unsurlar vurgulansa toplum yeniden ayrışabilirdi.’ (Sabah- 28 Mart).
'İngiliz raporu Atatürkçülük ve 15 Temmuz' başlıklı yazısında; ‘15 Temmuz, omurgasını ve planlamasını şüphesiz Gülenistlerin yaptığı bir darbedir. Fakat darbecilerin önemli bir kısmı ve özellikle üst tabakanın çoğunluğu biyografik istihbarat açısından incelendiğinde Fetullahçı asla değildir. Artık bu konuda ülke olarak kendimizi kandırmayalım.' (Sabah- 29 Mart).
Cem Küçük, Nagehan Alçı gibi yazarlar, bazı kışlalarda yaşandığını öne sürdükleri ’kıpırdanma'dan sonra, ordu içindeki ’Gülen dışı darbeci unsurlar'ı yoğun bir biçimde tartışmaya açtılar.
Son olarak Alper Gümüş bu konuya değinen bir yazı yazdı. Gümüş yazısında şöyle diyordu: ‘Başlangıçta, hükümete yakın yazarlar ile laik Kemalist yazarlar 15 Temmuz'un yegâne iştirakçisinin Gülen Cemaati olduğunu savunuyorlar, Kemalist subayların tamamının darbeye direndiğini öne sürüyorlardı. Aslında her iki kesim de gerçeğin böyle olmadığını biliyorlardı. Fakat Birinciler; toplumda darbecilere yönelik nefretin tamamını Gülen Cemaati'ne yöneltmek, İkinciler; ise Kemalist subayların 'darbeci olmadıkları' mugalatasını sürdürebilmek için 'darbede sadece Gülenciler vardı' tezine sıkı sıkıya sarıldılar.'
‘Hükümete yakın yazarlar ise bir süredir '15 Temmuz'da Kemalistler de vardı'yı işlemeye başladılar.’
Şimdilerde ise; a) Darbenin bir 'koalisyon' olduğunu en başından itibaren bildiklerini... b) Devletin de öyle bildiğini, fakat toplumsal nefretin bölünmeyip tek bir hedefe yönlendirilebilmesi için topluma gerçeği söylemediklerini sanki marifetmiş gibi övünerek anlatıyorlar... ve ilave ediyorlar:
‘Diyorlar ki, devlet de bir an önce şimdiye kadar gizlediği bu gerçeği kabul etsin, aksi takdirde Gülenciler darbeye katılan Kemalistleri tek tek deşifre ederek, propaganda yoluyla cürmün tamamını Kemalist subaylar üzerine yıkacaklar...’
Bu konu Türkiye'de daha çok tartışılacak. ABD'nin ve İngiltere'nin Türkiye'de gücü elinde bulundurma mücadelesi, çıkar çatışmaları yerli işbirlikçilerin yardımıyla gerçekleştirdikleri darbeler bu halkın hep zararına oldu. Şimdilerde yapılacak olan referandumda buna bir başka örnek olacak.
Yapılacak referandumda, kazanan ya Amerikan başkanlık sistemi, ya da; 90 küsur yıldır uygulanan İngiliz parlamenter sistem olacak. Çatışma EVET-HAYIR çatışması değil, İngiltere ve Amerika'nın çıkar mücadelesidir. Amerikan-İngiliz çıkar çatışmasının sonlandırılması ve Müslümanların güvenliğinin sağlanması ancak İslam'ın yönetimi Râşidî Hilâfet ile gerçekleşir.[2]
Üç kategori birbirine karışacak
Bu darbe girişimi hakkındaki dava süreçleri başladığında yukarıdaki her üç gruptaki (Fetullahçı subaylar, Aşırı laiklik hassasiyeti olan ve Hükümet karşıtı subaylar, Kişisel çıkar ve şahsi askeri kariyer için cuntaya katılanlar) subayların tamamının ‘Atatürkçü, Cumhuriyet'in temel değerlerine bağlı, laik, batı ve modernleşme yanlısı, demokratik' bir tavır sergileyecekleri kesin. İşte bu nedenle yukarıdaki 3 farklı kategori birbirine karışacak. İşte dava süreçlerinde sayın savcı ve sayın hâkimlerin de en büyük sorunu bu darbe girişiminin temel ‘ideolojik motivasyonunu’ saptamak olacak.[3]
Darbe girişiminin ardından gözler hemen dış mihraklara çevrildi ve birtakım tahminler, tahliller yapılmaya başlandı. Özellikle 80 Darbesinden hareketle bu girişimin de arkasında ABD’nin olduğunu işaret edenler, Darbe girişiminin bir numaralı zanlısı olarak gösterdikleri Fetullah Gülen’in Amerika’nın Pensilvanya eyaletinde yaşıyor olmasını da bu iddialarına delil olarak zikrediyorlardı.
Hizb-ut Tahrir’in, darbe girişiminin iki gün sonrasında yayınladığı soru-cevapta olduğu gibi bu girişimin ardında İngiltere’nin ya da daha doğru bir ifadeyle İngilizci subayların olduğunu işaret edenler ise daha sonraları artmış olsa da ilk günlerde yok denecek kadar azdı.
Öyleyse şimdi, darbe girişimine diğer bazı devletlerden ve uluslararası örgütlerden gelen tepki mesajlarına bir bakalım.
‘15 Temmuz Asker’ Darbe Girişimine Uluslararası Tepkiler
ABD’nin 3 Saat Beklettiği Açıklama
15 Temmuz gecesi olaylar devam ederken Türk hükümeti bunun bir darbe girişimi olduğunu belirterek Amerika’dan seçilmiş hükümete desteğini açıklamasını talep etti. Bu destek açıklaması neredeyse ‘üç saat boyunca’ yapılmadı. Washington’dan beklenen o açıklama darbenin başarısızlığa uğrayacağı belli olmaya başlayınca geldi.
ABD’nin Ankara Büyükelçisi John Bass, 15 Temmuz darbe girişiminin olduğu gece, saat 23.15 sıralarında Türk Dışişleri’nden bir telefon aldığını, bir diplomatın kendisini arayarak ABD yönetiminin desteğini beklediğini Washington’a iletmesini istediğini söyledi:
‘Ben darbe girişimini Ankara’da rezidansta jetler alçak uçuş yapmaya başladığında öğrendim. Yaklaşık 22.00 sularıydı. Türk hükümetinden bunun bir yasadışı darbe girişimi olduğuna dair aldığım telefonun hemen ardından gittik dar bir ekiple beraber saat 23.30 sularında büyükelçiliğe geçtik. Arayan Türk Dışişleri Bakanlığından birisiydi ve saat 23.15 civarıydı. Arayan kişi bu bilgiyi Washington’a iletmemi istedi ve Türk hükümetinin ABD’nin desteğini beklediğini bildirdi. Ben de bunu derhâl yaptım.’
Ancak Ankara’nın beklediği ve Bass’ın söylediğine göre derhâl Washington’a iletilen destek talebi kolay gelmedi.
Türkiye saatiyle saat 23.57’de, yani Türk Dışişleri Bakanlığı’ndan Büyükelçi Bass’ın aranmasından 40 dakika sonra Moskova’da bulunan ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, ‘Türkiye’de barış, istikrar ve devamlılık olmasını umuyorum’ dedi.
O saatlerde darbenin akıbeti belirsizdi. Marmaris’te tatilde olan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın durumu da netlik kazanmış değildi.
Bundan 20 dakika sonra Türkiye saatiyle 00.17’de Beyaz Saray’ın Twitter hesabından yeni bir açıklama yapıldı. Türkiye’nin destek açıklaması talebinin üzerinden iki saat geçmişti. O saatte yapılan duyuruda ‘ABD Başkanı Obama’nın Türkiye’de gelişen olaylardan haberdar edildiği, kendisinin ‘düzenli aralıklarla bilgilendirildiği’ duyuruluyordu.
Olaylar devam ederken saat 00.44’te Reuters haber ajansı Amerikan hükümet kaynaklarına dayandırdığı bir haber geçti. Haberde, ABD’nin, Türkiye’de bir darbe girişimi olduğunu düşündüğünü, o esnada kimin kazanıyor olduğunun kesin olmadığı yazıyordu.
O saatlerde Türkiye’nin, tankların, savaş uçaklarının devrede olduğu bir darbe girişimiyle karşı karşıya olduğu artık apaçık ortaya çıkmıştı, ancak kimin kazanıyor olduğu belli değildi.
Bir NATO ülkesinde darbe yaşanıyordu. Amerika’nın Ankara Büyükelçisi saat 22.00’den bu yana bu darbenin cereyan ettiğini görüyor, yaşıyordu. Türkiye’de saat 22.00 iken Washington’da öğleden sonra saat 15.00 idi. Amerikan devleti mesaideydi. Başkan Obama ayaktaydı ve çalışıyordu. Amerikan kaynaklarından yapılan açıklamalara göre de ‘gelişmelerden düzenli olarak’ bilgi sahibi oluyordu.
Darbeciler saldırılarını sürdürüyor, jetler Ankara ve İstanbul’da yüksek hızla alçaktan uçup korku salmaya devam ediyordu. İstanbul’da köprü üzerinde insanların üzerine ateş açılıyordu.
Amerikan yönetimine Türk hükümetinden ‘destek çağrısı’ gelmiş, bunun üzerinden iki saatten fazla zaman geçmişti. Dahası Amerikan yönetimi adına açıklamalar da yapılıyor fakat Türkiye’nin beklediği açıklama bir türlü gelmiyordu.
Durum netleşiyor
Saat 01.30 olduğunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hem hayatta olduğu hem de darbecilerin elinde olmadığı ortaya çıkmıştı. Dahası Cumhurbaşkanı CNN Türk ekranlarından halkı sokaklara çağırmış, insanlar da sokaklara meydanlara akmaya başlamıştı. Halk darbeye direniyor, dahası darbeyi bastırıyordu. Polis ve ordu içinden meşru hükümete bağlı birlikler de kritik noktalarda halkla birlikte darbecilerle çatışıyordu. Saat 02.00’ye doğru darbenin başarısız olacağı artık anlaşılıyordu.
Ankara’nın Amerika’dan beklediği içerikte ilk açıklama bu aşamadan sonra geldi.
Türkiye saatiyle 02.05’te Beyaz Saray ve ABD Dışişleri’nden eş zamanlı bir açıklama geldi. Amerika ‘tüm tarafları’ seçilmiş hükümeti desteklemeye çağırıyordu.
Bu açıklamada Başkan Obama ve Dışişleri Bakanı Kerry’nin Türkiye’deki durum hakkında konuştuğu bilgisi verildikten sonra şöyle deniyordu:
*’Görüşmede, Türkiye’de tüm tarafların seçilmiş hükümeti desteklemesi gerektiği ifade edilmiştir_
Ankara’nın, ABD’den saat 23.15’teki ‘darbe oluyor, sizden seçilmiş hükümete destek açıklaması bekliyoruz’ çağrısına kuvvetli olmasa da olumlu bir cevap ancak 2 saat 50 dakika sonra gelmişti.
Amerika’da gündüz olmasına, Beyaz Saray’ın ve Dışişleri’nin olup biteni dakika dakika takip etmesine rağmen Washington yönetimi, bu açıklamayı neredeyse üç saat boyunca yapmamıştı. Amerika beklemişti.
02.20’de ABD Dışişleri Bakanlığı, John Kerry’nin mevkidaşı Mevlüt Çavuşoğlu ile telefon görüşmesi yaptığını duyurdu.
Açıklamadaki ifadeler şunlardı:
Kerry, Çavuşoğlu’nu arayarak ‘Türkiye’nin demokratik yollardan seçilmiş sivil hükümetine ve demokratik kurumlarına tam destek verdiklerini’ söyledi.
Obama’nın ‘sarsılmaz’ desteği ertesi gün geldi
Darbe gecesinin ertesi günü 16 Temmuz’da ABD Başkanı Obama, Türkiye’deki gelişmeleri görüşmek üzere Ulusal Güvenlik ekibini topladı.
Bu toplantıdan sonra Beyaz Saray’dan da doğrudan Türk hükümetine bu kez kuvvetli ifadelerle destek belirten bir açıklama geldi.
19.31’de yapılan açıklamada ABD Başkanı Obama, ülkesinin Türkiye’deki demokratik yollarla seçilmiş, sivil hükümete ‘sarsılmaz desteğini’ vurguladı. Kanunların üstünlüğünün gerekliliğine vurgu yapan Obama, Türkiye ile teröre karşı ortak çabalar da dâhil olmak üzere pek çok konuda işbirliğine devam etmeleri gerektiğini belirtti.[4]
Rus Uzman: ABD 15 Temmuz’da Çok Garip Davrandı, Olay Bitene Kadar Gelişmeleri İzledi
15 Temmuz darbe girişimini değerlendiren Rusya’nın Ortadoğu ve Kafkasya uzmanı Stanislav Tarasov, bir yıl önce yaşanan olayların henüz tamamen açık olmadığını belirtti.
Sputnik’e konuşan Tarasov, ‘Bu karanlık bir iş. Farklı iddialar var. Biri, bu senaryonun iktidar tarafından hazırlandığı, Erdoğan’ın baştan sona kadar bu süreci kontrol ettiği yönünde. Bir başka iddiaya göre, gerçekten de farklı güçler, farklı ideolojik akımlar sayesinde darbe teşebbüsü oldu. Çünkü bazı ordu birliklerinin kalkışması oldu. Havada uçaklar, helikopterler uçuştu, çatışmalar oldu. Gerçek şu ki birileri silahlı isyan girişimini başlattı. Sokaktan birisinin orduya iktidara karşı silahlı mücadele emrini veremeyeceği açık. Yani komplocular vardı, iktidara karşı isyanı tetikleyen objektif ve sübjektif anlar yaşandı. Erdoğan’ın herkesten önce davranıp rakiplerine sürpriz yaptığı da ihtimal içinde’ dedi.
“ABD Bir NATO Müttefiki Ama Gelişmeleri Bekledi”
Türkiye’nin dış partnerlerinin bu darbe girişimine farklı tepkiler verdiğine dikkat çeken Tarasov, ABD çok garip davrandı. ABD bir NATO müttefiki ama gelişmeleri bekledi ve olay bittikten sonra Erdoğan’a desteğini dile getirdi. Avrupa tarafsız duruş sergiledi. Rusya meşru hükümete, Erdoğan’a desteğini belirtti. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Türk mevkidaşını telefondan aradı diye hatırlattı.
“Türkiye’deki Durum İstikrardan Uzak”
Darbe girişiminden 1 yıl geçmesine rağmen Türkiye’deki durumun istikrardan uzak olduğunu belirterek, Ülke içinde çok sert mücadele var. Türkiye, tarihinin görülmemiş siyasi, jeopolitik, ekonomik ve askeri durumunu yaşıyor. Ülke Suriye ve Irak’taki operasyona katılıyor, PKK ile mücadele ediyor. Ama bazı Batı ve Rus uzmanların görüşüne göre, Türkiye’deki askeri darbeler kitabından son sayfa henüz yazılmadı ve daha büyük olayların beklenmesi gerekiyor yorumunda bulundu.[5]
Almanya
Şansölye Angela Merkel: Bütün Alman hükümeti adına, Türk askerî birliklerinin, ülkesinin seçilmiş hükümetini ve seçilmiş cumhurbaşkanını zor kullanarak devirme girişimini en sert bir şekilde kınıyorum. Tankların sokaklarda olması ve halka karşı hava saldırısında bulunulması hukuk dışıdır.
Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier: Türkiye’de temel demokratik düzeni şiddet yoluyla değiştirmeyi amaçlayan her türlü girişimi en sert şekilde kınıyorum.
Federal Hükümet Sözcüsü Steffen Seibert: Türkiye’deki demokratik düzene saygı gösterilmesi gerekiyor. İnsanların hayatının korunması için her şey yapılmalıdır.
Azerbaycan
Cumhurbaşkanı İlham Aliyev: Türkiye’de yaşanan olaylar bir yandan Türkiye devletine, diğer yandan Türk halkına, onun iradesine ve seçimine karşı işlenen korkunç bir cinayettir. Türk milletinin ulusal çıkarlarına, ülkenin demokratik yapısına ve hukukun egemenliğine karşı yapılan darbe girişimini kınıyor ve Türk vatandaşlarının demokratik yolla seçtiği iktidarı sonuna kadar destekliyoruz.
Dışişleri Bakanlığı: Kardeş Türkiye’de yaşanan olaylar bizi ciddi şekilde rahatsız etti ve sarstı. Türkiye milleti ve devleti birlik ve beraberlik sergileyerek demokratik yolla Türkiye halkının seçtiği hükümete karşı bir grubun yaptığı darbe girişimine çıkmıştır. Kardeş Türkiye halkı ve devletinin yanında olduğumuz kadar, kısa sürede durumun tam olarak sakinleşeceğine ve normalleşeceğine eminiz.
Birleşik Krallık
Başbakan Theresa May: Bu başarısız darbenin ardından Türkiye’nin anayasal düzenine tam olarak uyulması çağrısı yapıyoruz ve hukukun hâkimiyetini vurguluyoruz. Daha fazla şiddetten kaçınmak, hayatları korumak ve süküneti tesis etmek için her şey yapılmalı.
Dışişleri Bakanı Boris Johnson: Türkiye’de yaşanan olaylardan dolayı kaygı duyuyorum. İngiltere olarak demokratik kurumlara ve seçilmiş hükümete olan desteğimizin altını çiziyoruz.
Çin
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Lu Kang: Türkiye’deki durumu yakından takip ediyoruz ve umarız Türkiye en kısa sürede düzen ve istikrara geri kavuşur.
Filistin
Hamas: Kardeş Türk halkının demokratik seçimlerine karşı yapılan bu çirkin girişimi kınıyoruz. Seçilmiş cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğindeki yüce Türk halkı başta olmak üzere siyasi partileri ve emniyet güçlerini gösterdikleri demokrasi ve özgürlük mücadelesinden ötürü kutluyoruz.
Fransa
Dışişleri Bakanı Jean-Marc Ayrault:** Fransa, bu darbe girişimini en sert şekilde kınamaktadır. Türkiye’de çok hızlı bir şekilde sükünetin tekrar sağlanmasını diliyor, ülkenin bu demokrasi sınavından başarıyla çıkmasını umut ediyoruz.
Irak
Cumhurbaşkanı Fuad Masum: Türkiye’de huzur ve hukukun üstünlüğünün hakim olmasını umuyorum.
Dışişleri Bakanı İbrahim el-Caferi: Irak komşu ülke Türkiye’nin istikrarını desteklemekte ve demokrasi duruşunu sürdürmesine katkıda bulunmak istemektedir.
Meclis Başkanı Selim el-Cuburi: Meclise saldırmak ülkenin en yüksek yasama yetkisinin prestijine saldırmak demektir. Anayasal ve hukuki meşruiyete saygı duyulması gerekiyor.
Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanlığı: Kürdistan Bölgesi olarak halkın iradesi ve demokrasinin gözardı edildiği girişimi kınıyoruz. Çünkü şiddet demokrasiye, siyasi istikrara ve birlikte yaşama kültürüne karşıdır. Türkiye vatandaşları, seçilmiş ve meşru hükümeti destekleyerek darbecilerin başarılı olmasını engelledi. Bu sevindiricidir.
Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani: Türkiye’de meşru yönetimin ve milletin zafer kazanmasından mutluluk duyuyoruz.
İran
Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani: Bölgede birileri halen darbeyle iktidarları değiştirebileceklerini, tankla, topla, uçakla, helikopterle halk tarafından seçilmiş bir yönetimi alaşağı edebileceklerini zannediyor. Darbeler, tank ve top dönemi artık son bulmuştur.
Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif: Türk halkının demokrasi ve seçilmiş hükümetini cesurca savunması bölgede darbelere yer olmadığının ve teşebbüslerin de başarısızlığa mahküm olduğunun kanıtıdır.
Millî Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Ali Şemhani: Siyasi değişimin en temel ölçüsü, halkın istek ve iradesinin kendisidir. İran, Türkiye’nin meşru hükümetini destekleyerek bu ülkedeki istikrar ve güvenliği hedef alan her türlü girişimi halkın çıkarlarına aykırı kabul edip, karşısında duruyor.
’İsrail’
Başbakan Binyamin Netanyahu: İsrail ve Türkiye yakın zamanda ilişkilerin normalleştirilmesine dair bir mutabakata vardı. Türkiye’de hafta sonu meydana gelen dramatik olaylara rağmen söz konusu sürecin devam edeceğini farz ediyoruz.
Katar
Emir Tamim bin Hamad es-Sani: _Anayasal meşruiyetin korunması, hukukun uygulanması, güvenlik ve istikrarın muhafazası için alınacak her türlü önlemde Türkiye’nin yanındayız.*
KKTC
Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı: Dün gece yaşananlarla; özgürlük, demokrasi ve insan haklarının ne kadar önemli olduğu bir kez daha çok çarpıcı bir biçimde ortaya çıkmıştır. Halkın iradesiyle şekillenmiş kurumların silah zoruyla ele geçirilmek istenmesi, bu çağda yeri olmayan eski ve köhnemiş bir zihniyetin yansımasıdır. Bu türden bir kalkışmanın herhangi bir şekilde başarıya ulaşma şansının olmadığı da açıkça görülmüştür. Halkı, siyasi partileri ve medyası ile darbe girişimi karşısında sergilediği örnek dayanışma ve kararlılık, Türkiye’nin karanlık darbeler çağını artık geride bırakmakta olduğunun en güzel işaretidir.
Malta
Başbakan Joseph Muscat: Darbeyi kınıyorum ancak buna yol açan durumun ülkedeki otoriter yönetim anlayışının olduğunu da hatırlatmak istiyorum.
Pakistan
Başbakan Navaz Şerif: Türkiye’de halkın iradesi ile oluşan demokratik sistemi ve demokratik yollardan seçilmiş liderliği destekliyoruz. Demokrasi ve hukukun üstünlüğünü yıkma girişimini kınıyoruz.
Rusya
Devlet Başkanı Vladimir Putin: Devlet hayatında anayasa karşıtı eylemler ve şiddet kabul edilemez. En kısa zamanda istikrarlı anayasal düzenin sağlanmasını diliyorum.
Federasyon Konseyi Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Konstantin Kosaçev: Darbe girişimi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Atatürk’ün belirlediği çizgiden çıkmasına askeri elitlerin gösterdiği bir tepki. Gerçekte nelerin yaşandığını öğrenmek lazım ama bu ülkenin modern tarihini bilen herkes için bunun spontane bir duygu boşalımı ve tesadüf olmadığını çok iyi biliyor. Ancak her ne olursa olsun iktidar mücadelesi anayasal olmayan yollarla yapılmamalı, Ukrayna örneği bu yolun sonunun çıkmaz olduğunu açık bir şekilde göstermiştir.
Suriye
Suriye Geçici Hükümeti: Bölge ülkelerinin desteğiyle kalkışılan darbeye karşı, Allah, dost Türk halkını ve hükümetini korusun.
Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu: Demokrasi ve özgürlüğünün değerini bilen ve meyvelerini toplayan Türk halkı, askeri yönetim getirerek Türkiye’yi onlarca yıl geriye götürmeye çalışan bir grup darbecinin ümitsiz girişimine müsaade etmeyecektir. Türkiye’deki hükümet ve siyasi partiler ülkedeki demokrasinin devamına muktedir olduğunu göstermiştir. Biz, Suriye halkının temsilcisi SMDK olarak, Türk kardeşlerimizin mukavemetini tebrik ediyoruz. Türk halkının liderleri ve kadroları ile meydana getirdiği iradeyi saygıyla takdir ediyoruz.
Suudi Arabistan
Dışişleri Bakanlığı: Suudi Arabistan, kardeş Türkiye’de gerçekleştirilmeye çalışılan darbe girişiminin püskürtülmesinden, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve seçilmiş hükümetin yönetiminde anayasasal çerçevede işlerin rayına oturmasından memnuniyet duyuyor.
Uluslararası organizasyonlar
Afrika Birliği
Komisyon Başkanı Nkosazana Dlamini-Zuma: Türk halkıyla dayanışma içerisinde olan ve Türk demokrasisine saygı gösteren Afrika Birliği darbe girişimi kınamakta, Türk halkının demokratik seçimle göreve getirdiği meclis ve hükümeti desteklemektedir.
Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi
Üye ülkeler adına ortak bildiri: Türkiye, AB için önemli bir ortak. AB, demokratik yollarla seçilmiş hükümeti, ülkenin kurumlarını ve hukuk kaidesini tam olarak destekliyor. Türkiye’de anayasal düzene hızlı bir şekilde dönülmesi çağrısı yapıyoruz.
Parlamento Başkanı Martin Schulz: Türkiye’de hukuk kaidesine dönülmesini memnuniyetle karşılıyorum. Türkiye’nin istikrarı bölgenin istikrarının anahtarıdır.
Komisyon Başkanı Jean-Claude Juncker: Türkiye, AB için kilit öneme sahip bir ortaktır. AB demokratik bir şekilde seçilen hükümeti, ülkenin kurumlarını ve hukukun üstünlüğünü destekliyor. Türkiye’de anayasal düzene süratle dönülmeli.
Konsey Başkanı Donald Tusk: Gerginlikler, zıtlıklar silahlarla çözülemez. Günümüz Türkiye’sinde askerî darbelerin yeri yok. Demokrasi ve hukukun üstünlüğünün bir alternatifi olamaz.
Darbe girişiminin daha ilk saatlerinde konuya dair tweet atmış olan Konsey Genel Sekreteri Thorbjørn Jagland: Avrupa Konseyine üye hiçbir devletin demokratik yollarla seçilmiş lideri devirmeye yönelik girişimi kabul edilemez.
Konsey Parlamenterler Meclisi Başkanı Pedro Agramunt: Türkiye üye ülkemiz ve Türkiye’nin demokratik kurumlarını ve yöneticilerini destekliyoruz. Şimdi önemli olan, düzeni sağlamak, sükûnet ile demokratik kurum ve prensipleri savunmaktır. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi ve tüm Avrupa Konseyi kurumları destek için Türkiye’nin yanındadır.
Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temcilcisi Federica Mogherini: _Tarafları itidalli olmaya, demokratik kurumlara saygı göstermeye ve şiddete son vermeye çağırıyorum. Toplumsal gerginlikler yalnızca demokratik süreçlerle çözülmelidir.*
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı
Dönem Başkanı Frank-Walter Steinmeier: Kuvvet yoluyla Türkiye’nin demokratik düzenini değiştirmeye yönelik bu girişimi kınıyoruz. Tarafları Türkiye’deki anayasal ve demokratik düzene saygı duymaya, hukukun üstünlüğünü tesis etmeye çağırıyoruz.
Genel Sekreter Lamberto Zannier: Olayların ardından tarafları sukünete ve hükümet ile demokratik kurumlara destek vereye çağırıyoruz. Teşkilatımızın temel değerleri olan özgürlük, hukuk, demokrasi, saygı tabanında Türkiye’yi desteklemeye hazırız.
Birleşmiş Milletler
Genel Sekreter Sözcülüğü: Birleşmiş Milletler genel sekreteri, askerî müdahalenin kabul edilemez olduğunu vurguluyor. Demokrasi ilkelerine uyum içerisinde, sivil kanun ve anayasal düzenin hızlı ve barışçıl şekilde sağlanması önemli olacaktır.
Dünya Müslüman Âlimler Birliği
Genel Sekreter Yusuf el-Karadavi: Darbe girişimi, İslam hukukuna göre haram ve büyük günahlardan biridir. Girişim, Türk ordusu ile yönelimlerini temsil etmez. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı desteklemek için sokaklara inen halkı takdir ediyoruz.
Güney Amerika Uluslar Birliği
Genel sekreterlik: Tüm dünyada oluğu gibi Türkiye’de de meşru demokrasiyi tehdit eden darbe girişimini reddediyoruz.
NATO
Genel Sekreter Jens Stoltenberg: Türk halkı ve siyasi partilerinin demokrasi ve demokratik yollarla seçilmiş hükümete gösterdiği güçlü destekten memnuniyet duyuyorum.[6]
’FETÖ’ Soruşturmalarında 169 Bin 13 Şüpheli Hakkında İşlem Yapıldı
Adalet Bakanlığından yapılan açıklamaya göre, Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) üyelerinin darbe girişiminin ardından başlatılan soruşturmalar kapsamında bugüne kadar 169 bin 13 şüpheli hakkında işlem yapıldı.
Soruşturmalar kapsamında 169’u general, 7 bin 98’i albay ve alt rütbeler, 8 bin 815’i emniyet mensubu, 24’ü vali, 73’ü vali yardımcısı, 116’sı kaymakam, 2 bin 431’i yargı mensubu ve 31 bin 784 diğer şüpheli olmak üzere 50 bin 510 şüpheli tutuklandı. 3 bin 46 asker, 5 bin 24 polis, 9 vali, 27 vali yardımcısı, 73 kaymakam, 3 Yargıtay üyesi ve 39 bin 41 diğer şüpheliler olmak üzere 48 bin 439 kişi hakkında ise adli kontrol kararı verildi. Soruşturmalar sırasında 10 bin 33 kişi savcılıktan, 33 bin 371 kişi de kolluk kuvvetlerinden olmak üzere 43 bin 404 kişi serbest bırakıldı.
Soruşturmalarda 8 bin 87 kişi hakkında yakalama kararı alınırken, bunların 152’sini asker, 392’sini polis, 3’ünü vali yardımcısı, 9’unu kaymakam, 265’ini yargı mensubu ve 7 bin 266’sını diğer şüpheliler oluşturdu.
Yargı mensupları
Yargı mensuplarından, adli ve idari yargıda görevli 2 bin 280 hakim ve cumhuriyet savcısı, Yargıtay’da görevli 105 üye, Danıştay’da görevli 41 üye, Anayasa Mahkemesinde görevli 2 üye, HSYK’da görevli 3 üye olmak üzere 2 bin 431 kişi tutuklandı.
Adli ve idari yargıda hakkında işlem yapılan 4 bin 469 kişiden 3’ü Yargıtay üyesi, bin 219’una adli kontrol verilirken, 88’i savcılık, 409’u kolluk kuvvetleri tarafından serbest bırakıldı.
Adli ve idari yargıda görevli 234, Danıştay’da görevli 5, Yargıtay’da görevli 26 kişi olmak üzere 265 kişi hakkında yakalama kararı bulunuyor. Adli ve idari yargıda görevli 6 hakim ve cumhuriyet savcısının gözaltı süresi devam ediyor. [7]
15 Temmuz Darbe girişiminin engellenmesinde en önemli pay sahibi olan Türkiye halkı, iman ve şehadet bilinciyle meydanları doldurmuştu şüphesiz. Ezanlar, salalar, tekbirler ve tehlillerle tankların, helikopterlerin ve uçakların saldırılarına meydan okuyan bu münevver halkı böylesine coşturan, meydanlara koşturan saik elbette ki iman şuuruydu. Yoksa kimi devlet erkânının, hükümet yetkililerinin, yazarların, vd.nin iddia ettikleri gibi Demokratik değerler değildi elbette! Aksi halde, kalkışmanın gerçekleştiği o kritik ilk gece meydanlarda; ezanlar, salalar, tekbirler değil, özgürlük söylemleri, demokrasi marşları yankılanırdı. Fakat öyle olmadı; halkı meydanlara indirmek için Devlet, demokratik söylemlerden ziyade İslami şiarları kullandı. Dolayısıyla insanları şehadete dek koşturan saik, iman ve ihlas şuuru, Allah rızasıdır.
O halde ‘şehitlerin yaş ortalaması 36, en genci 15, en yaşlısı 63 yaşında; gazilerin en küçüğü 9, en büyüğü ise 83 yaşında’ olan bu insanların gelir durumlarına biraz daha yakından bakalım:
• 15 Temmuz darbe girişimine karşı mücadele ederken şehit düşenlerin yüzde 31,3’ü memur, yüzde 30,1’i işçi, yüzde 18’i ise serbest meslek mensubu.
• Şehitlerin yüzde 5,6’sı işsiz veya gündelik işlerde çalışıyorken yine şehitlerin yüzde 61,4’ünün çocuğu bulunuyordu.
• 15 Temmuz’da, 373 çocuk yetim veya öksüz kaldı.
Salaların Etkisi
Şehit yakınları ve gazilerin tamamı, darbeye karşı milletin toparlanmasında camilerden okunan salalarının etkili olduğunu düşünüyor.
Salalarının ‘çok etkili’ olduğunu düşünenlerin oranı yüzde 95,2, etkili olduğunu düşünenlerin oranı ise yüzde 4,8.
Yüzde 47’si Kurşunla Vuruldu
Kalkışma esnasında ölümlerin;
• yüzde 47,5’i kurşunla vurulma,
• yüzde 21’inin uçakların bombalaması,
• yüzde 9’unun tankların ezmesi,
• yüzde 6,3’ünün helikopterlerden açılan ateş,
• yüzde 4,2’sinin de şarapnel yaralaması sonucu olduğu tespit edildi.
Gazilerin;
• yüzde 39,8’inin çatışmalar sırasında ateşli silahla vurularak,
• yüzde 27,8’inin şarapnel parçalarıyla,
• yüzde 6,9’sının helikopterden açılan ateşle,
• yüzde 7,9’unun tankların ezmesiyle,
• yüzde 2,9’unun uçakların bombalamasıyla yaralandığı belirlendi.
• Gazilerdeki uzuv kaybı oranı ise yüzde 6,6.
Gaziler’den Erdoğan’a Nasihat
Gaziler, 15 Temmuz darbe girişimi sırasında görevde olan 6 yaverinden 4’ünün darbeci çıkması üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan’a Cumhurbaşkanımız etrafındakilere dikkat etsin. Allah’a ve Rasulü’ne daha sıkı tutunsun şeklinde tavsiyeleri de gösteriyor ki canlarını ortaya koyan bu halkın tek arzusu, Allah ve Rasulü’nün emir ve nehiyleriyle şekillenmiş bir hayatı yaşamak. Gazilerin Cumhurbaşkanı için yaptıkları Allah ve Rasulü’ne daha sıkı tutunma çağrısı, sömürgeci kâfirlerin değil de Allah’ın rızasının yegâne gaye edinilmesi çağrısı olarak değerlendirilebilir.[8]
15 Temmuz Darbe girişimini geri püskürten halk, meydanlara her ne kadar İslami şiarlarla çıkmış olsa da, Darbe girişiminin ‘Fetullahçılar’ adıyla maruf ‘cemaat’ eliyle yapıldığı algısı, Müslüman halkta İslami çalışmalar ve diğer cemaatlere bakışı olumsuz yönde etkiledi. Rejim tarafından da böylesi bir algının oluşması için yoğun çaba harcandığı da söylenebilir.
Darbe Komisyonu’ndan Cemaat Uyarısı
TBMM 15 Temmuz ‘FETÖ’ Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu, Darbe girişiminin akabinde kuruldu ve çalışmalarına başladı. Görev süresinin bitmesinden yaklaşık 5 ay sonra taslak raporunu açıklayan Komisyon raporda, FETÖ’nün ortaya çıkışı, gelişimi ve yapısıyla; FETÖ’nün 15 Temmuz darbe girişimi, kronolojik seyir ve bastırılması ve FETÖ tarzı örgütlenmeler ile demokrasiye yönelik her türlü müdahalenin önlenmesi hususunda tespit edilen sorunlarla, alınması gereken tedbirlere yer verdi. Dini oluşumlarla ilgili sorun alanlarına dikkat çekilen ve cemaatlerin şeffaf ve denetlenebilir olması için akredite edilmesi hususunun da yer aldığı raporda, dini oluşumlar ve devlet ilişkisine dair tespitler ve atılması gereken adımlar şöyle sıralandı:
• Hukuki Düzenleme Yapılmalı: Cemaat yapılarının çoğu açık, şeffaf ve esnek olmaktan uzak olup, genellikle faaliyetlerini gizlilik içinde ya da denetimlerden uzak şekilde yürütmektedir. Bu yapıların toplum yararına çalışıp çalışmadıkları hususunun kim ya da hangi kurumlarca akredite edileceği ciddi bir sorundur. Bu görevin tek başına Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yerine getirilmesi mümkün görünmemektedir. Bu oluşumların sosyal ve dini meşruiyet, denetim, hukukilik, mali yapının şeffaflığı gibi kriterler bakımından akredite edilmesi ve bu tür faaliyetlerin genel bir meşruiyet zemininde yürütülmesinin temin edilmesi, bu alanda üzerinde dikkatle ve etraflıca düşünülmüş hukuki düzenlemeler gerektirmektedir. Böylece gizli, gizemli, güven vermeyen programlar izleyen yapılanmaların, kamu yararı çalışması adı altında zararlı faaliyetler yürütmesine göz yumulması engellenmiş, kamunun da kontrol ve katılımı sağlanmış olabilecektir.
• Yeni Dini Karizmalara Dikkat: Bu alandaki önemli boşluklar sebebiyle medya üzerinden toplumun dini bilgisi ve bilinci manipüle edilebilmektedir.
Çeşitli özel TV kanalları ve sanal medya aracılığıyla her geçen gün ortaya yeni dini karizmalar ve lider tipleri çıkabilmekte ve ilmi ve dini yetkinlikleri olmadığı halde dini istismar etmektedirler. Bu noktada sahih ve bilimsel dini bilginin de yetkililerce denetlenmesi kaçınılmazdır.
• Militan Laiklik: Dindarları baskı ve zan altında tutan agresif ve militan laiklik yerine, inanç ve düşünce çoğulculuğunu koruyan ve güvence altına alan bir laiklik algısı üzerinde durulmalıdır. Böylece dini fanatizm ve dogmatizmi besleyen tektipçilik önlenmiş olacaktır.
• RTÜK’e Acil Hoca: Yüzlerce özel dini kanaldan, toplumun kafasını karıştıracak, onları dini görünümüyle farklı mecralara sürükleyebilecek zararlı, bölücü, kışkırtıcı, kin ve nefret söylemi taşıyan, şiddet ve teröre özendiren yayınlar karşısında ne yazık ki RTÜK dışında hiçbir denetim bulunmamaktadır. FETÖ’nün çok sayıda medya organını çok etkin bir biçimde kullandığı unutulmamalıdır. Acil bir tedbir olarak RTÜK bünyesinde en az birkaç yetkin ilahiyat hocasının veya Din İşleri Yüksek Kurulu üyesinin daimi üye olarak istihdam edilmesi uygun olacaktır. Bir taraftan inanç özgürlüğü teminat altına alınırken, diğer taraftan da Diyanet İşleri Başkanlığı’nın takviye edilmesi gerekmektedir.
• Yardım Kuruluşlarına Ombudsmanlık: Son yıllarda birçok sivil yardım kuruluşu ortaya çıkmıştır. Çoğu çeşitli dini yapılara bağlı olan bu kuruluşların, başta Afrika olmak üzere dünyanın muhtaç olan birçok bölgesine yardım götürdükleri ve oralarda birtakım faaliyetler yürüttükleri bilinmektedir. Ancak, dini saiklerle kurulmuş olan bu organizasyonların da masrafları ile gelirleri arasındaki uyum yeniden düzenlenmelidir. İçişleri Bakanlığı ile Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde bu türden organizasyonların denetlenmesi yönünde gerekli önlemler geliştirilmeli, ayrıca sivillerin de denetim faaliyetlerine katılımı sağlanarak bu alana ilişkin ombudsmanlık benzeri bir denetim kurumu ihdas edilmelidir.
• İç Güvenlik Meselesi: Son yıllarda çeşitli dini yapıların, Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan bağımsız ve izinsiz olarak kendi binalarında cuma namazı kıldıkları, kendi anlayışları çerçevesinde hutbeler okuyup vaaz ettikleri bilinmekte ve bu gittikçe de yayılmaktadır. Bu durum, dini bilginin sıhhati ile ilgili olmasının dışında aynı zamanda bir iç güvenlik meselesi haline dönüşmektedir. Bu hususta devletin yeterli düzenlemeleri yapması ve bu tür dini faaliyetlerin de şeffaf, denetlenebilir olması gerekmektedir.
Darbe girişimi, ülke gündemine bir bomba gibi düştü ve bugüne kadar da gündemi kendisine bağladı. Cumhurbaşkanlığı ve Hükümet de bu darbe girişiminden ve etkilerinden ciddi manada kazanımlar elde etti. Cumhurbaşkanlığı (Başkanlık) sistemi de İktidarın, darbe girişiminin rüzgârıyla elde ettiği kazanımlardan en önemlilerindendir.
Hükümet’in süreci kendi lehine çevirmesi ve normal zamanda halk nezdinde ciddi tepkilere neden olacak kimi uygulamaların, anlaşmaların rahatlıkla yapılabilmesi de 15 Temmuz’un etkilerindendir.
Öyle ki Suriye savaşında Türkiye Cumhuriyeti’nin ‘ilkesel’ duruş temellerini sarsacak ve savaşta taraf olduğu o ilk hareket noktasına ihanet görüntüsünü verecek mahiyetteki siyasi savrulmalara dahi ciddi tepkiler verilmemiş ve halk, gerek 15 Temmuz şoku ile olsun, gerekse de OHAL gibi artçı şoklarla olsun, hipnotik bir algı yüklemesine maruz bırakılmıştır.
Bu minvalde en bariz örnek Halep ihaneti ve Yahudi varlığı ile yapılan ihanet anlaşmaları zikredilebilir.
’ Suriye İhaneti:
’Halep’teki kuduzca saldırıya paralel olarak başka bir askeri cephede de Türkiye, IŞİD’e karşı El Bab’ta operasyon başlattı. Bu operasyon, Erdoğan’ın Halep’in teslim olmasını sağlamak amacıyla devreye koyduğu başka bir tuzaktır. Çünkü bununla Erdoğan, Halep’teki kuduzca saldırıya tamamen eş zamanlı olarak El Bab kentinde kendilerine ihtiyacı olduğu gerekçesiyle muhalif savaşçıların Halep’ten ayrılmasını zorunlu olarak hızlandıracak bir bahane ve gerekçe oluşturmuş oldu. Halep Müslümanlarını korumak ve savunmak Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın örfüne göre bir hiçtir. Amerikan projelerinin uygulanması çok daha önemlidir. Erdoğan, dünya ve ahirette bunun doğuracağı akıbete pek aldırış etmiyor...
Türkiye yanlısı grupların şiddetli ihaneti ve ‘Fırat Kalkanı’ kapsamında El Bab çatışmasına katılmak üzere yoğun baskı altında olmaları, Halep cephesinin zayıflamasına neden oldu. 08 Aralık 2016 günü kentin güneyindeki Şeyh Said mahallesini savunan muhalif savaşçıların ihanete katılımıyla da ihanet tavan yaptı. Çünkü Rejim güçleri ve müttefikleri, bu mahalle yönünde ilerleyemiyorlardı. Devrimciler son iki hafta içinde rejim güçlerini şiddetle geri püskürtmüşlerdi... Ama El Bab savaşı bahanesiyle Türkiye yanlısı bazı grupların kentten ayrılması, Halep cephesini çökertip zayıflattı. Böylece devrimcilerin kontrolündeki mahallelerin alanı iyice daralmış oldu. Güneybatı mahalleleri kaybedildi. Selahaddin ve Sakur mahallelerinin bir bölümü gibi dar bir alana sıkışıldı. Diğer mahallelerden kaçan çok sayıda sivil de buralarda toplandı. Burada Türkiye’nin, muhalif savaşçılar ve sivillerin Halep’ten tahliyesi için Rusya ile bir anlaşmaya varıldığını açıklaması çok daha korkunç ve şoke edicidir. ‘Suriyeli muhalif kaynaklar, kuşatma altındaki Halep’in doğu mahallerinde bulunan sivil ve silahlı grupların tahliyesi ve ateşkes konusunda Esed rejimi ile anlaşmaya varıldığını ve ateşkesin Çarşamba sabahı yürürlüğe gireceğini doğruladılar.
Fransız haber ajansına konuşan Nureddin Zengi grubundan bir yetkili, Rusya ve Türkiye gözetiminde bir anlaşmaya varıldığını söyledi ve önümüzdeki bir kaç saat içinde anlaşmanın uygulanmasına başlanacağını kaydetti. Bugün bir açıklama yapan Türk Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, ‘Muhalifler ve sivillerin bölgeden çıkması için koridor açmak ve ateşkese varmak konusunda Rusya ile teması yoğunlaştıracaklarını söyledi...’[13.12.2016 Ehbarul An] Anlaşmanın, yangından mal kaçırır gibi sabah saat 05.00 ile 07.00 arasında yürürlüğe gireceğini açıklamak, çok travmatik bir sahnedir. Amaç, hezimet duygusunun hâkim olması ve başka bir seçeneğin düşünülmesinin önüne geçmektir... Hem de tüm bunlara Türkiye, sivilleri kurtarma kılıfını giydirdi!’[9]
Dün Halep’i konuştuğumuz gibi bugün de İdlib’i konuşuyoruz fakat Halep’in akıbetine doğru hızla yol alan İdlib için birkaç onurlu haykırış dışında kimseden ses çıkmıyor, maalesef.[10]
• Filistin İhaneti
Yahudi Varlığı ‘İsrail’ İle Yapılan İhanet Anlaşması Meclis’te Kabul Edildi
’Türkiye ile ‘İsrail’ arasında bir nevi Mavi Marmara katliamının onaylanmasını sağlayan kanun tasarısı dün gece saatlerinde yapılan görüşmeler sonucunda TBMM’de onaylandı. Ak Parti hükümetinin imzasıyla meclise sunulan tasarıya göre, ‘İsrail’ altı yıl önce Mavi Marmara gemisinde katlettiği Müslümanların ailelerine 20 milyon dolar tazminat ödeyecek. Ancak ‘İsrail’ aleyhine açılan Mavi Marmara davaları ise düşürülecek. Böylece terörist ‘İsrail’ askerleri, hukuki ve cezai sorumluluktan muaf tutulacaklar. Anlaşmanın ardından da iki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler yeniden büyükelçi seviyesine çıkarılacak.
*Ak Parti hükümetleri Cumhuriyet tarihinin diğer hükümetleri gibi katil ‘İsrail’ ile ilişkileri iyi tutmaya çalışarak seleflerinin izinden gitmektedir. Zira Türkiye Cumhuriyeti, 1949 yılında ‘İsrail’i devlet olarak tanıyan halkı Müslüman olan ilk ülke olmuştur. Türkiye’nin bu tutumu azgın Yahudi varlığını daha da cesaretlendirerek, Müslüman Filistin halkına yönelik saldırılarını her geçen gün daha da arttırmıştır. İşte yine Türkiye ve ‘İsrail’ arasındaki anlaşmadan iki gün sonra katil ‘İsrail’ Gazze’yi bombaladı. Diğer İslam beldelerindeki yöneticilerle birlikte Türkiye’deki yöneticilerin de ‘İsrail’e ihtiyacımız var’ gibi söylemleri, gasıp Yahudi varlığını daha da cesaretlendirerek azgınca saldırmasına neden olmuştur. Zira korkak Yahudilerin bu kadar azgınlaşmalarının tek sebebi, Allah’tan korkan cesur yöneticilerin olmamasından kaynaklanmaktadır._[11]
15 Temmuz Darbe girişiminin yıl dönümünde, özellikle ‘Fetullahçı’ Örgütün polis ve yargı yapılanmasının neden olduğu mağduriyetler tekrar gündeme geldi. Elazığ İhya-Der, Sivas, Hizbullah, AFİD (Metin Kaplan), Vasat, Hizb-ut Tahrir ve diğer İslami davalara dair verilmiş olan kararların infazları halen durdurulmamışken, alınan yeni kararlarla da aynı şekilde yeni mağduriyetlere sebep olunuyor.
Hükümetin, her türlü olumsuz uygulamayı darbe girişimcilerine havale etmesi, yargıda da kendisini gösteriyor. ‘FETÖ’ olarak tanımlanan yapılanma tarafından İslami çalışma yapan birçok yapıya yönelik olarak verilen kararlar, bir taraftan infaz edilirken diğer taraftan da yeni mahkeme kararlarıyla Müslümanlar cezaevlerine konuyor.
Ramazan bayramı arifesinde iftar sofrasından alınan Hizb-ut Tahrir üyesi Yılmaz Çelik, darbe girişimi öncesinde kendisi hakkında verilmiş iki ayrı mahkeme kararından toplamda 15 yıl hüküm verilen cezasını yatması için cezaevine gönderilirken, HÜDA PAR Genel Başkan Yardımcıları Bahattin Temel ve Sait Şahin ile Rehber TV Genel Yayın Yönetmeni Fikret Gültekin’e 6’şar yıl 3’er ay hapis cezası, ‘Fetullahçı’ savcı ve hâkimlerden temizlenmiş yargı tarafından verilmiş durumdadır. [12]
Hâkimlerin yüzde 90’ı ‘FETÖ’den tutuklandı
2001 yılından itibaren Hizb-ut Tahrir yargılamalarını yapan gerek yerel hâkim ve üyeler olsun, gerek soruşturmayı yapan savcılar olsun ve gerekse de Yargıtay da bulunan üye ve hâkimler olsun bunların yüzde 90’ına yakını ‘FETÖ’ kapsamında tutuklanmış veya açığa alınmıştır.
HÜDA PAR yöneticilerine ceza veren mahkeme feshedildi, kendilerini yakalayan emniyet müdürü kadrosu ‘FETÖ’den içeri alındılar.[13]
Amerika ve Erdoğan, ordu içindeki İngilizlerin kökünü kazımak ya da en azından etkilerini asgariye indirmek için darbe girişimini istismar etmek üzere ellerinden geleni yapacaktır. Bunlar, darbe girişimini oldukça fazla abarttılar. Bu abartı, yoğun ve güçlü bir şekilde İngilizlerin adamlarının peşine düşmek için Erdoğan’a bir fırsat sunmaktadır. Tabii ki Erdoğan, Amerika’nın izin verdiği sınırlar çerçevesinde muhalifi Gülen hareketini de zayıflatmak için darbe girişimini kullanacaktır... Darbe sonrasında görülen binlerce tutuklamalar bunun göstergesidir.
İngiltere’ye gelince, -sinsi ve kurnazlıkla plan ve üslupları, araçları belirleyen kendisi olmayıp adamları olsa da- olacakları hesaplamıştır. Bu nedenle adamlarına yeniden prestij kazandırmak için olayları yakından takip ediyor... Amerika ve Erdoğan da böyle tahmin ediyor. Bu yüzden Obama, sanki darbe girişimi Amerikan Ulusal Güvenlik Konseyi’nin göbeğinde olmuş gibi uluslararası tepkileri de hesaba katarak Türkiye’deki olayları görüşmek üzere Ulusal Güvenlik Konseyi’ni topladı. Erdoğan ayrıca İngiliz yanlılarının vereceği herhangi bir tepkinin önünü almak için insanları meydanlara çağırıyor.
Sonuç olarak olaylar, acı vericidir. Çünkü akan kanlar, İngiliz ya da Amerikan kanları değil, bizim çocuklarımızın kanlarıdır... Yıkılan havaalanları, binalar ve meydanlar, Amerika ya da İngiltere değil, bizim ülkemizin hava alanları, binaları ve meydanlarıdır... Böylece bu darbe girişiminin her saati, ülkemize ve bizlere zifiri karanlıktır... Gerçekten de bu, üzüntü ve acı vericidir... Ancak bu karanlıkta az da olsa bir ışık görülmektedir. Çünkü halk, ‘Ya Allah, bismillah, Allahu Ekber!’ sloganları atarak sokaklara döküldüler. Cuntacıların açık laiklik bildirisi Türkiye Müslümanlarının duygularını ajite etmiştir. Sokaklara fırlayarak kendilerini tankların önüne atıp dine yardım etmek için haykırmışlardır. Erdoğan ve iktidarına olan sevgilerinden değil, laiklik ve zebanilerinden nefret ettikleri için askerî darbe girişimi ile mücadele etmişlerdir. Türk halkı, laik sistem ve laik darbeye ve her nerede olursa olsun şer laikliğe karşı duygusal bir harekete girişmiş ise de, laik darbenin İslami duygularını ajite ettiği görülmüştür. Mustafa Kemal ve yandaşlarının izinden gidilerek darbe girişiminde bulunulmuştur. Halk, bunların İslam’a olan kin ve tuzaklarından haberdardır. Laik rejimi gelince, biraz İslam kisvesi giydirildiği için duyguları dindirebiliyor... Peki, Müslümanları adalet ve ihsanla siyaset edecek, aralarında Allah’ın hükümlerini ikame edecek, Allah yolunda onlarla birlikte omuz omuza cihat edecek, bu dünyada izzet, ahirette de kurtuluşu eriştirecek adalet ve hak devleti olan nübüvvet metodu üzere Râşidî Hilâfet Devleti olsa durumları nasıl olur? Onlar mal ve canlarıyla, duygu ve fikirleriyle, beden ve uzuvlarıyla, kısacası her şeyleriyle Hilâfeti koruyacaklardır... Müslümanlar, tek bir ümmettir. İnsanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmettir.
[كُنتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللّهِ] ‘Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a inanırsınız.’[14]
Müslümanlar, Allah’ın izniyle yakında Allah’ın indirdiği Râşidî Hilâfetle hükmedeceklerdir. Hilâfet’in gölgesi altında Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in sancağını dalgalandıracaklardır. Bu, Allah'a zor değildir.’[15]
[1] Hizb-ut Tahrir: ‘Darbe Girişimi İngiliz Yanlısı Subayların İşidir’
[2] Hizb-ut Tahrir Söylemişti! 15 Temmuz’da ‘Kemalist’ Parmağı
[3] Bir Darbe Girişiminin Anatomisi
[4] ABD’nin 3 Saat Beklettiği Açıklama
[5] Rus Uzman: ABD 15 Temmuz’da Çok Garip Davrandı, Olay Bitene Kadar Gelişmeleri İzledi
[6] 2016 Türkiye Asker’ Darbe Girişimine Uluslararası Tepkiler
[7] “FETÖ Soruşturmalarında 169 Bin 13 Şüpheli Hakkında İşlem Yapıldı”
[8] AK Parti’den kitap: 15 Temmuz Milli İradenin Zaferinin Analizi
[9] Halep, Entrika Ve İhanet İle Düştü!
[10] Erdoğan’ın Diplomatik ‘Zaferi’ Halep’i Düşürdü, Sıra İdlib’te
[11] Yahudi Varlığı ‘İsrail’ İle Yapılan İhanet Anlaşması Meclis’te Kabul Edildi
[12] HÜDA PAR Yöneticilerine Skandal Hapis Cezası
[13] 15 Temmuz’un Yıl Dönümünde FETÖ Yargısı Mağdurları Tekrar Gündemde
[14] Âl-i İmran 110
[15] Hizb-ut Tahrir: ‘Darbe Girişimi İngiliz Yanlısı Subayların İşidir’