“3 Mart Hilâfet’in Kaldırılması” Yıldönümünde “Gündem Hilâfet”
05 Mart 2018

“3 Mart Hilâfet’in Kaldırılması” Yıldönümünde “Gündem Hilâfet”

Ajanslar-Köklü Değişim Medya

Köklü Değişim Medya

Hilâfet’in ilga edilişinin 94. yıldönümünde, Hilâfete yönelik çeşitli makaleler kaleme alındı. Köklü Değişim Medya olarak Hilâfet hakkında yazılan bu makalelerden sizler için bir derleme hazırladık.

3 Mart 1924’de İngiltere’nin liderliğindeki Batılı devletler ve yerli işbirlikçiler 1400 yıllık İslam Hilâfet devletini kaldırmışlardır. Bununla da yetinmeyen sömürgeciler, bu ümmet bir daha asla belini doğrultamasın, asla yeniden birleşemesin, kendilerini koruyacak ve ardında savaşacakları bir kalkan olan Halife liderliğinde tekrar toplanamasınlar diye pek çok yola başvurmuşlardır.

Müslümanları Hilafet fikrinden uzaklaştırmak için mugalatalar yapmışlar, Hilafet’in şer’î değil tarihi bir olgu olduğunu iddia etmişler, Müslümanları Hilafet’ten soğutmak amacıyla karalama kampanyaları düzenlemişler, Hilafet’i yeniden ikame etmek üzere çalışan Müslümanlara her türlü zulmü reva görmüşlerdir.

Fakat bütün bu beyhude girişimlere rağmen, İslam ümmetinin aklından ve kalbinden Hilafet’i söküp atmayı başaramamışlardır. Bilakis bugün ümmet, Hilafet’in yokluğunu daha fazla hissetmiş, önemini idrak etmiş ve kararlılıkla savunmaya ve talep etmeye başlamıştır.

Hilafetin Kaldırılması ‘İngiliz Projesi’dirbaşlıklı makalesinde yazar Alaettin EKİZER, kısaca şu önemli konulara değindi:

3 Mart, Hilafetin Kaldırılması ve Osmanlı Hanedanı'nın sürgün edilmesi kararının 93. yıl dönümüdür. "Hilafet'in kaldırılması” yakın tarihimizin "en önemli ve en vahim” hadiselerindendir.

Emperyalistler Lozan'da "Hilafeti kaldıracak ve Osmanlı Hanedanı'nı da bize vereceksiniz” dediler, vermeden de Lozan'ı onaylamadılar. Ne zaman ki "Hilafet kaldırıldı ve Osmanlı Hanedanı yurt dışına sürgün edildi”, işte o zaman "Lozan antlaşması İngiltere meclisinde onaylandı.”

Yüzyıllardır zalimlere diz çöktüren ve bizi dünyada süper güç yapan "Osmanlı Hanedanı'nın bütün fertleri çoluk-çocuk-kadın-yaşlı demeden Avrupa'ya sürülmüş, çoğu sefalet içinde, bulaşıkçılık yaparak ölmüştür.” Adeta emperyalistlere "Yüzyıllardır size diz çöktüren, kök söktüren Osmanoğulları'nı ayaklarınızın altına serdik.… Size muhtaç hale getirdik. Şimdi onlara dilediğinizi yapın ve intikamınızı alın.” denmiştir. Böylece Müslümanlar başsız kalmış, emperyalistlerin İslam ülkelerini darmadağın etmelerinin ve istedikleri gibi sömürebilmelerinin önü açılmıştır.

Hilafet makamı kaldırıldıktan sonra, "Müslümanların siyasi-idari otoritesi” yıkılmış, "dünya Müslümanlarını bir arada tutan bağ” kalmamış, başsız kalan Müslümanlar darmadağın olmuşlardır.

"İslam, hayattan tamamen sökülüp atılarak vicdanlara hapsedilmiş”, Müslümanlar arası bağlar koparılmış, "İslam, hayatı düzenleyen din” olmaktan çıkarılmış, "Ümmet birliği” anlayışı da bitirilmiştir. "Devlete bağlı din” dönemine geçilerek, İslam, "Laik Devlet'in kontrol ve esaretine” verilmiştir.

O günün süper gücü İngiltere, Hilafetin kaldırılmasından öylesine memnun olmuştur ki, kaldıranları en büyük nişanı olan "Dizbağı Nişanı” ile ödüllendirmiştir. Tarihi gerçek şu ki; Hilafetin kaldırılması Müslümanlar eliyle yapılmış bir "İngiliz projesi” dir.

Küresel emperyalist güçler, İslam coğrafyasını daha da küçük parçalara bölerek, kolay yönetilebilir ve sömürülebilir hale getirmek istemektedirler. İslam Coğrafyasında yaşanan savaşların ve ülkelerin haritalarının değiştirilmek istenmesinin nedeni budur. Bu, "varlık ve beka mücadelesi”dir…

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Hilafetin kaldırılmasına yönelik “Hilafet’in Yıkılmasıyla Kaybettiklerimizi Kazanmanın Tek Yolu Yeniden Kurulmasıdır” başlıklı basın açıklaması yayımladı.

Açıklamada; “Zaferler ve başarılarla dolu İslam tarihinin en utanç verici, en yıkıcı ve en uzun süreli tahribata neden olan musibeti, 3 Mart 1924 tarihinde sömürgeci kâfirlerin yerli işbirlikçileri ile birlikte Hilafet’i kaldırmış olmalarıdır. Zira Hilafet öyle herhangi bir devletin tarih sahnesinden silinmesi değil, bilakis Hilafet sayesinde uygulanabilen İslam ahkâmının ortadan kaldırılması, İslami liderliğin yok edilmesi ve İslam ümmetinin parçalanması demektir ki öyle de olmuştur. O tarihten sonra İslam ümmetinin başına gelmedik felaket kalmamış, önceki izzet, heybet ve azametini kaybetmiş, toprakları vahşice işgal edilmiş, evlatları hunharca katledilmiş, zenginlikleri talan edilmiştir. Hilafet’in yıkılmasıyla birlikte İslam ümmeti dininden uzaklaştırılmış, siyasi iradesini, askeri gücünü, ekonomik değerini ve stratejik önemini kaybetmiştir.” ifadelerine yer verildi.

Yazar Eyüphan Kaya, 8.Dünya İslam Formu toplantısına konuşmacı olarak katılıp, “Hilafet Okulu” başlıklı bir tebliğ sundu.

“İslam dünyasına her kesimden insanların kale alacağı bir müessese olan hilafet makamı seçkin bir ulema heyetinin katılımıyla hayat bulabilmesi gerektiğini belirten Kaya, Devletlerin üst kademelerinde çalışanlardan tutun, yasama organı olan Meclise, Hükümetten tutun ta Anayasa Mahkemesine ve en önemlisi de İslam toplumun fertlerine kadar bir dini müesseseye ihtiyacı olduğu kanaatteyim” dedi.

Eyüphan Kaya; “Hilafet okulu” adı altında gençlerimizi bilgilendirmemiz gerektiği fikrini savunarak şunları söyledi:

“Hilafet Okulu; Malum uzun zaman İslam dünyası hilafet makamı şahsı manevisi ile birlik ve tesanütünü sağlamış, Hilafet makamından gelen fetvayı emir telakki etmiş, bu şekilde birlik ve beraberliğini sağlamış, benliğini koruyabilmiştir.

Tarihin altın sayfalarından örnekler verilerek, insanlarımızı özellikle de gençlerimizi bu konuda aydınlatabilir, aralarında bir dayanışma sağlayabiliriz.”

Kesrette Vahdet Aranmalıdır

“Dünya Müslümanları arasında önemli meselelerde birliktelik vardır. Beş vakit Namaz, Ramazan orucu, Hac ve Zekat, Aile hukuku, Akraba mefhumu, Komşuluk hakkı ve en önemlisi de Hak ve Adalet… vs.

Bu kadar önemli meselelerde birlikteliği olan bir topluluğu, Sünni, Şii ya da coğrafi inanç farklılıklardan ileri gelen nuanslardan dolayı ayırmaya değer mi? Asıl birken, teferruatta ayrılığa düşmek doğru olur mu?”

Star Gazetesi yazarı Koray Şerbetçi “İngiliz emperyalizminin kâbusu: Halifelik” başlıklı makalesinde tarihi gerçekleri dile getirerek ve şunları ifade etti:

Evet, Şerif Hüseyin, Halife’yi dinlemedi hatta Halife’ye karşı İngilizler ile işbirliği yaptı. Ama Libya’nın, Hint’in, Somali’nin, Sudan’ın, Afganistan’ın Müslüman ahalisi Halife’ye kulak verdi. Şii-Zeydî Yemen Lideri İmam Yahya ve Türk dostu olarak bilinen İbn-i Reşid gibi bölgenin güçlü yerel liderlerinin Halifelik Makamı’nın çağrısına katılması da kuşkusuz bu makamı işlevsiz gösteren Şerif Hüseyin ihaneti genellemesini boşa çıkaracak tarihî hakikatlerdir.

3 Mart 1924 tarihinde TBMM’de alınan bir kararla Hilafet Makamı ilga edildi. Üzerinden de neredeyse 100 yıla yakın bir zaman geçti. Buna karşın 15 asır yaşamış bu önemli makamın kaldırılmasıyla ilgili günümüze dek söylenenler serinkanlı tarihsel çözümlemelerden ziyade ideolojiyle tütsülenmiş ezberlerden öteye geçemedi. Bunun yerine kitaplarda sürekli tatsız tuzsuz ve basit zihin oyunlarının oynandığı basmakalıp bir önerme tekrarlandı durdu. Hiç üşenmeden elinize yakınçağ tarihini anlatan herhangi bir ders kitabını aldığınızda bu önermenin aşağı yukarı şu ifadelerle tekrarlandığını görürsünüz: “1.Dünya Savaşı esnasında Osmanlı hükümdarı halifelik ünvanına dayanarak cihad-ı ekber ilan etmiştir. Ama Müslüman camia buna kulak asmamıştır. Hatta bu camiadan Araplar tam tersi davranıp İngilizlerle işbirliği yapmıştır. Bunun örneği de 1916’da Şerif Hüseyin isyanıdır. Bütün bu olanlar Halifelik Makamı’nın tarihsel işlevinin bittiğini gösterir.”

Bu ifade bize şöyle basit bir önerme sunuyor: Halifelik Makamı Cihad-ı Ekber ilan ediyor. Müslüman Arap Şerif Hüseyin bunu dinlemiyor. O halde bu makam Müslümanlara söz dinletemiyor o halde hayatiyetini kaybetmiştir. Hayatiyetini kaybeden bir kurumun kaldırılması da normaldir.

Peki, gerçekten de Halifelik yaşamda karşılığı olmayan bir makam mıydı? Ders kitaplarının dediği gibi, Halifelik ve Cihad-ı Ekber fetvası gerçekten Müslüman camiada hiç mi yankı bulmamış mıydı? Bakalım:

11 Kasım 1914’de Şeyhülislamlık makamı tarafından bütün Müslümanlara hitaben bir Cihad Fetvası hazırlandı. Üç gün sonra Fatih Camii avlusunda Fetva Emini Ali Haydar Efendi tarafından bu fetva heyecanla ve merakla dalgalanan halka okundu. Fetvada cihadın herhangi bir Hıristiyan devlete değil, yalnız “Hilafete karşı hücum ve düşmanlıklarını gösteren ve ispat edenlere karşı” olduğunu açıkladı. İşe bakın ki tam bu sıralarda İngiliz Parlamentosu’nun Lordlar Kamarası’nda da Hilafete ait hiç bir şeye müdahale olunmayacağı, muharebenin ancak İttihat ve Terakki’yle olduğu beyan edilmişti. Anlaşılan İngilizlerde korku büyüktü. Yoksa Halifelik Makamı’nı çok mu gözlerinde büyütüyorlardı?

İletişim Çağı Değildi Ama… Ama I. Dünya Savaşı başladığında İngilizlerin savaşın başında yaşadığı korkunun haksız olmadığı ortaya çıktı. Zira İstanbul’da okunan Cihad-ı Ekber fetvası, türlü haberleşme imkânsızlıklarına rağmen suya atılan taşın oluşturduğu halkalar gibi İslam âleminde yayılmaya başlamıştı. I. Dünya Savaşı sırasında Halifelik Makamı’nın en büyük desteklerinden birisi Teşkilat-ı Mahsusa’nın gayretleriydi. Libya’dan Sudan’a, Arap Yarımadası’ndan Kafkasya’ya, Hint beldesinden Çin’e kadar koşan Teşkilat-ı Mahsusacılar tüm Müslümanları Halifelik Makamı’na destek olmaya çağırdılar ve hatta Müslümanları teşkilatlandırdılar.

İngilizler savaşın ilk senelerinde hiç ummadıkları biçimde Halife’nin ordusu tarafından tökezletilmişlerdi. Çanakkale’de ve Kutü’l Âmare’de mağlup olmuşlar, Osmanlı ordularının Süveyş Kanalı’na üst üste taarruz etmesinden dolayı savaşın son yıllarına dek siperlerden başlarını çıkaramamışlardı.

Fakat sadece Halife’nin ordusu şaşırtmadı İngilizleri.

Cihad-ı Ekber çağrısını duyan ve sömürge idaresi altında yaşayan Müslüman ahali de silaha sarıldı... Halife’nin Cihad-ı Ekber fetvasına İslam âleminde Türklerden sonra can-ı gönülden en fazla karşılık verenler Hint Müslümanları oldu. Bugün Pakistan, Bangladeş ve Hindistan diye taksim edilen, o dönemdeyse tek başına Hint beldesi olarak bilinen bölgedeki Müslümanlar, İngilizlere ecel terleri döktürdü savaş boyunca.

Önce İngiliz ordusunda görev yapan Hintli Müslüman askerler yavaş yavaş huzursuzlandı İngiliz yönetimine karşı. Örneğin, Irak cephesinde Müslüman Hint askerler Türkler üzerine yürümeyi reddetti. Hatta kendilerini bile bile yaralayıp savaş dışı kaldılar ya da Türk ordusuna firar ettiler. Öyle ki İngiliz Genelkurmayı Türkler ile savaşmayı reddeden 15. Süvari Alayı’nı toptan sürgün etti. Ama sadece bu kadar değil. Belücistan’da Han Mahmud silahlanıp İngilizlere saldırdı ve Kozdar’a girdi. Müslüman Mohamandlar Şabkadar’ı ele geçirdi. İngilizler tüm bu Müslüman mücahitlere karşı bölgeye ciddi kuvvetler ayırmak zorunda kaldı. Öyle ki Halife’ye kulak veren Molla Hacı Sahib’in ayaklandırdığı Müslüman aşiretlerinin savaşçıları neredeyse 20 bini bulmuştu. İngilizler böyle büyük bir kuvvetle mücadele ettiklerinden Hindistan’dan yüklü bir kuvveti Türk cephelerine sevk edemez oldu.

İngilizler İçin Felaket

Halife’ye bir destek de Libya’dan geldi. İtalyan işgali altındaki ülkenin en büyük aşireti Sunusîler emperyalistlere karşı Halife’nin çağrısına uyarak cihada başladı. İtalyanlar bu mücahitlerle baş edemedi. İç kesimlerde kontrolü kaybederek sahildeki garnizonlarında savunmaya çekildiler. Osmanlı subaylarının teşkilatlandırmasıyla Libya’da 10 bini bulan bu mücahitler, 1915 senesinde batıdan İngiliz kontrolündeki Mısır’a hücum etti. Bu saldırı İngilizleri afallattı. General Wallece Nil deltasına kadar çekildi. Bu sırada İngiliz birliklerinde bulunan Mısırlı askerler, Türk subayların idare ettiği Libyalı mücahitlere ateş açmayı reddetti. Bu İngilizler için tam bir felaket senaryosu oldu.

Halife’nin cihad davetine yanıt veren bir diğer belde Sudan’dı. Cihad ilanını duyan Darfur Sultanı Ali Dinar İngilizlere karşı ayaklandı. Türk subayları Darfur’a geldi ve teşkilatlanma başladı. Yaklaşık 10 bin kişilik bir mücahit kuvvet kuruldu ve mücahitler İngiliz kontrolündeki Hartum’a hücum etti. Fakat silah tekniği açısından üstün İngiliz kuvvetleri, cesaretle savaşmalarına karşın mücahit birliklerini hezimete uğrattı. Ali Dinar 1916’da bir çatışmada İngilizler tarafından şehit edilene dek mücadeleyi bırakmadı.

Halife’nin çağrısı Afrika’da Somali’de de yankı buldu. Molla Muhammed adlı bir tarikat şeyhi, müritlerini silahlandırdı ve İngilizlere başkaldırı başladı. Hatta gariptir ki Sudan’ın komşusu olan kadim Hıristiyan ülkesi Etiyopya dahi İngilizlere karşı cihada katıldı. Şimdi başa dönelim. Basit önermeye. Evet, Şerif Hüseyin, Halife’yi dinlemedi hatta Halife’ye karşı İngilizler ile işbirliği yaptı. Ama Libya’nın, Hint’in, Somali’nin, Sudan’ın, Afganistan’ın Müslüman ahalisi Halife’ye kulak verdi. Hatta Arap yarımadasında meskun ve Sünni mezhebinden olmayan, Şii-Zeydî olmasına rağmen Osmanlı’ya sonuna dek sadık kalan Yemen Lideri İmam Yahya ve Türk dostu olarak bilinen İbn-i Reşid gibi bölgenin güçlü yerel liderlerinin Halifelik Makamı’nın çağrısına katılması, kuşkusuz bu makamı işlevsiz gösteren Şerif Hüseyin ihaneti genellemesini boşa çıkaracak tarihî hakikatlerdir.

Ama sanırım bu konuda en vurucu tespiti 8 Mart 1924’te İngiliz Büyükelçisi Lindsay raporunda yazmıştı. Büyükelçi bu enteresan raporunda, “3 Mart 1924’te hilafeti kaldırılmasıyla, Musul meselesinde İngiltere’ye Panislamizm’in öldüğünü göstermek, artık bundan korkması için sebep kalmadığını anlatmak istemişlerdi” yorumunda bulunuyordu. Doğru mudur bilinmez. Uzun uzadıya, enine boyuna tartışılması gerekir. Ama bildiğimiz bir şey var ki hilafetin ortadan kalkmasıyla İslam beldelerinde dilediği gibi at oynatabilmesi için İngilizler’in önünde artık bir engel kalmamıştı.

Türk Tarih Kurumu Eski Başkanı Prof. Dr. Metin Hülagü “Yeni Türkiye’nin Ayak Sesleri Ve Hilafetin Tarihe İntikali – 1” başlıklı makalesinde özetle şunları yazdı:

3 Mart 1924, tüm İslam dünyasında, İslam tarihinde dini-siyasi açıdan ciddi bir kırılma noktası oluşturması dolayısıyla, son derece önemli bir tarihtir. İslam tarihinde 3 Mart 1924’e kadar onlarca dini-siyasi hadise yaşanmış olsa da yakın dönem İslam dünyasını o denli derinden etkileyen ve yaralayan bir hadise vuku bulmamıştır.

Yakın tarihimizde gerçekleşmiş olan Saltanatın kaldırılması, ama özellikle de Hilafetin ilgası, bugüne kadar gerçekleşmiş olan olaylar içerisindeki en önemli dini-siyasi hadise olarak kabul edilip hatırlanmaya tarih boyunca devam edecektir. Tıpkı altı yüzyıllık Osmanlı tarihinde onlarca ferman çıkarılmış ve uygulanmış olmasına rağmen Tanzimat ve Islahat Fermanlarının etkisi, neticesi ve önemi ve bugün hala yazılıp konuşuluyor olması gibi... Osmanlı Hilafetinin başlangıç tarihi genel Yavuz Sultan Selim’in 1517’deki Mısır’ı fethi ile başlatılır ve bu fetih neticesi Mısır merkezli hilafetin İstanbul’a yani Osmanlı’ya intikal ettirildiği kabul edilir.

O tarihlerde Osmanlı hilafetinin meşruiyetinin olmadığı propagandasını yapan İngiliz siyasetçileri ve onları besleyip destek veren İngiliz akademisyenlerinin hemen her fırsatta Osmanlı hilafetini sorguladığını ve netice itibariyle onu gayrimeşru sayıp reddettiğini de biliyoruz. İngilizlerin Şerif Hüseyin’in şahsında bir Arap Hilafeti oluşturma fikri ve bu fikri gerçekleştirmek için verdiği emsalsiz mücadele de taptaze hatırlarımızdadır. Yemen isyanlarının arka planının biraz da bu Osmanlı hilafeti aleyhtarlığı ile ilgili olduğu muhakkaktır.

İngiltere’den geri kalmak istemeyen Fransa’nın da kontrolündeki Tunus’u ayrı bir hilafet merkezi olarak korumaya çalışması ve hatta hilafetin ilgasından sonra Halife Abdülmecid’e yaklaşması onun malum hilafet siyasetinin sadece küçük bir parçasıdır. Sömürgecilikte geç kalmış genç İtalya’nın dahi hilafeti kendi emelleri doğrultusunda kullanabilmek için Libya’daki Senusi tarikatı ile işbirliği arayışları… Ve sonra da Sultan Vahdeddin’e yanaşması erbabınca pek ala malumdur.

31 Mart diye meşhur olan ve 1909 Nisanında Yıldız Sarayı’na karşı gerçekleştirilen İttihat ve Terakki darbesi neticesi Sultan Abdülhamid tahttan indirildiğinde kimse bu hareketin esasen hilafetin sonunun da bir başlangıcı olduğunu idrak edememiştir. Bırakın hilafetin ilga sürecinin bu vesile ile başlamış olduğunu düşünmek, en az altı asırlık bir mevcudiyeti olan Hanedan üyelerinin bütünüyle yurtsuz ve yuvasız kalacaklarının hayal dahi, Sultan II. Abdülhamid müstesna, kimsece tasavvur edilmemiştir.

Sultan Abdülhamid daha o günlerde 31 Mart darbesi ile artık Osmanlı Saltanat ve Hilafetinin de sonun gelmiş olduğuna işaret etmiş ve son Mabeyn Başkâtibi (Padişah Genel Sekreteri) Ali Cevat beye konu ile alakalı düşünce ve değerlendirmelerini; “Başkâtip Bey bu gazetelerin hilafet ve saltanat makamına bu kadar saldırmalarına bakılır ise, bundan sonra ne padişahlığın ve ne de hilafetin ehemmiyeti kalmayacaktır. Zan edersem ben hâtemu’l-mülkûk (son sultan) olacağım” şeklinde ifade etmişti.

İngiltere ve Fransa oldukça pahalıya mal olsa da, nihayet uzunca bir zamandan beri hayal ve hasreti ile yanıp kavruldukları ve asırlardır makarrı hilafet (hilafet merkezi) olan İstanbul’u işgal etmişlerdi.

Milat Gazetesi yazarı Ufuk Coşkun Twitter hesabından “3 Mart Hilafetin kaldırılması” konulu paylaşımlarda bulundu:

İngiliz Tarihçi Toynbee de Hilafetin İlgası adlı kitabında “hilafetin zorba bir sistem” olduğundan bahseder. İngilizler tam 50 yıl hilafet kurumunun tasfiyesi için uğraştı! Berlin, Paris ve Londra üçgeninde örgütlenen İttihat Terakki'nin de desteğiyle sonunda istedikleri oldu!

Yıl 1870. İngilizler hilafet kurumunun Müslümanlar üzerindeki ağırlığından/tesirinden endişe etmektedir. Konsolosların sunduğu raporlar da pek iç açıcı değildir. Çünkü Müslümanların hilafet kurumuna olan bağlılıkları ve güvenleri tamdır.

1877 yılında İngiliz Times Gazetesi'nde “hilafetin gayr-i meşru olduğu” yönünde çok sayıda yazılar kaleme alınır. Abdülhamid'in “Kızıl Sultan” olarak takdim edilmesinin de en önemli nedeni buydu.

Bu vakitten sonra bilhassa İngiliz hükümeti ve medyası tüm mesaisini hilafet kurumunu yıpratmak için harcamaya başlar. George Cambell, George Birdwood ve Badger gibi insanlar gerek yazılarında ve gerekse sundukları raporlarda; Osmanlı hilafetinin uydurma bir temele dayandığı, Osmanlı hilafetinin İslam açısından meşru olmadığı, Hilafetin Kureyş'e ait olduğu yönünde ciddi bir algı operasyonu başlatırlar.

Churchill'in “Ne olursa olsun Araplarla Türkleri bir araya getirmeyin. Çünkü bizim çıkarlarımız bu ikisinin bir araya gelmemesidir” şeklindeki vasiyetine harfiyen uyuldu!

1870'den itibaren İngiliz Devleti ve o zamanlar İngiliz kontrolündeki medya, Hilafet kurumunu yıpratmak için korkunç bir mesai harcar. Hilafet'in Osmanlı'da olmasının meşru olmadığı. Hilafetin Kureyş'e ait olması gerektiği gibi iğrenç algı operasyonu, haberler yayınlatırlar...

Köklü Değişim Medya’nın yapımcılığını yürüttüğü “Siyasi Bakışlar” programında “Hilafetsiz 94 yıl” başlıklı “Hilafet Özel” programı yapıldı. CANLI olarak yayınlanan programa oldukça yoğun ilgi gösterildi. İzleyiciler mesaj ve görüşleriyle programa ve Hilafete desteklerini ifade ettiler.