Köklü Değişim Medya tarafından hazırlanan "Yıkılışından Bugüne Türkiye’de Hilâfet" başlıklı dosya haber serisinin üçüncü bölümünde “Milli Nizam Partisinin Kuruluş Süreci”ni yayınlamıştık. Dördüncü bölümde ise 1924’ten sonra Hilâfet’in Türkiye’de duyulması ve buna gelen tepkileri anlattık. Yılmaz Çelik tarafından kaleme alınan Dosya-Haber'imizi istifadenize sunuyoruz.
Yılmaz Çelik / Köklü Değişim Medya
1924’ten Sonra Hilâfet’in Türkiye’de Duyulması ve Tepkiler
1953 yılında Filistin’de kurulmasının ardından kısa sürede çalışmalarını İslâmi beldelerin birçoğuna yayan Hizb-ut Tahrir, Hilâfet düşüncesini Türkiye’ye 1950’li yılların sonunda getiriyor. Hizb-ut Tahrir Türkiye’de, Ankara Ortadoğu Teknik Üniversitesi’ne (ODTÜ) yüksek lisans eğitimi için gelen Filistinli öğrenciler vasıtasıyla, özellikle üniversitelerde, Ankara’nın siyasi ortamlarında ve halk arasında faaliyetlerine başladı. Tüm diğer İslâm beldelerde olduğu gibi Türkiye’deki çalışma amacını da Râşidî Hilâfet Devleti’ni yeniden ikame etmek olarak belirledi.
Tabii ki Türkiye’de aradan geçen 35 yıldan sonra Hilâfet’in Türkiye’de gündem olması, konuşulması siyaset ve diğer çevrelerde şok etkisi oluşturdu. İlk olarak 1967 yılında Hizb-ut Tahrir’in bazı gençlerinin tutuklanmasıyla Türkiye’de mahkeme salonlarında Hizb-ut Tahrir’in adı duyulmaya başlandı. Peşinden Hilâfet’i yeniden kurmak isteyenler, basın ve medyada da geniş bir şekilde yer almaya başladı. Osmanlı Hilâfet Devleti’nin son döneminde cereyan eden modern ıslah ve ihya düşüncesi etrafında dönen fikrî akımın Arap coğrafyasında kendine yer bulup Türkiye’de etkili olamaması ve bunun üzerinde Kemalist inkılaplarla Müslümanlar üzerinden silindir gibi geçen baskı dönemi sonrası Hilâfet’in Türkiye’de, hele de başkent Ankara’da yeniden zuhur etmesi Cumhuriyet’in kurucu zihniyetinde çok büyük bir şok etkisi yaptı. Hilâfet’e dair her şeyi kazırcasına ülkeden çıkarmış olmalarına rağmen 35-40 yılın ardından nasıl oluyor da Hilâfet Türkiye’de yeniden konuşulabiliyor? İşte o dönemki devlet aklı bu sorunun cevabını arıyordu. Ama bir gerçek var ki fikrin gücü, önünde hiçbir engel tanımıyor. Hilâfet sürüldüğü, sürgün edildiği, hor görüldüğü, kaldırıldığı topraklara İstanbul’dan değil Başkent Ankara’dan geri dönüş yapmıştı.
Hizb-ut Tahrir’in Türkiye’ye Hilâfet projesiyle girdiği o dönemleri ve İslâm siyaset düşüncesine katkılarını, 2013 yılında “Türkiye’de İslâmcılık Düşüncesi” isimli sempozyumda konuşan Prof. Dr. Alev Erkilet’in dilinden okuyalım. Sayın Erkilet o döneme dair, önce Hilâfet’in kaldırılması ve İslâm coğrafyasına etkisi hakkında şunları söylüyor:
“Hilâfet’in kaldırılması İslâm dünyasına yapılmış en radikal, en yıkıcı en şiddetli müdahalelerden bir tanesidir. Çünkü İslâm dünyasını tespih taneleri gibi birbirine bağlayan yapı bir askerî bir de siyasi müdahale ile parçalandı ve o tespihin taneleri savruldu.”
“İslâm ile Muhasebe Etme Kültürünü Türkiye’ye Hizb-ut Tahrir Getirdi”
Erklet, 1960’lı yılların başında Türkiye’de çalışmalarını başlatan Hizb-ut Tahrir hakkında şunları söylüyor:
“1963 ve 1967 yılları arasında Hizb-ut Tahrir halka birtakım bildiriler dağıtıyor, bir Anayasa tasarısı yayınlıyor ve dönemin sağ muhafazakâr iktidarlarına mektuplar gönderiyor ve onlara şunu söylüyor: ‘Siz aslında dindar görünüyorsunuz ve böyle göründüğünüz için İslâmcılar tarafından destekleniyorsunuz ama aslında sizin din ile olan ilişkiniz amaçsalcı değil araçsalcı bir ilişki.’ Hizb-ut Tahrir Süleyman Demirel’e yazdığı bir mektupta ona şunu diyor: ‘Bugün İmam Hatip açılış töreni yapıyorsunuz, yarın gidip bira fabrikası açılış töreni yapıyorsunuz’ Yani aslında bu yaklaşımla muhafazakâr iktidarlara Hizb-ut Tahrir, sizin din ile ilişkiniz muhafazakâr kitlelerin mobilizasyonunu yapacak kadar, diyordu.”
Alev Erkilet sempozyum konuşmasında, Hizb-ut Tahrir’in dönemin sağ muhafazakâr ve hatta İslâmcı siyasetçilerini kimliklerine bakmadan yürüttükleri siyasetleri gereği İslâmi değer ve hükümler çerçevesinde muhasebe etmekle sorumlu olma nosyonunu Türkiye’ye getirdiğini söylüyor.
___
Alev Erkilet’in ilgili konuşması:
___
1924 yılında yıkılan Hilâfet düşüncesinin tekrardan Müslümanların gözünde canlanmaya başlaması, bu yıllarda Hizb-ut Tahrir’in çalışmaları sayesinde oldu. Artık Hilâfet toplum içerisinde ciddi manada konuşulur hâle geldi. Diğer yandan bu atmosferden rahatsız olan sistem, Hizb-ut Tahrir mensuplarına baskısını artırmaya başladı.
Bu baskı neticesinde ise Hizb-ut Tahrir’e yönelik ilk tutuklamalar 1967 yılında gerçekleşti. Ercüment Özkan’ın da içinde bulunduğu 10’dan fazla önemli kişinin Hizb-ut Tahrir’den gözaltına alınması o dönem yazılı medyada geniş yer buluyor. Bu süreç, yani gözaltılar, tutuklamalar hep devam ediyor. Öyle ki Hizb-ut Tahrir mensupları, emniyet müdürlüğü ve mahkeme salonlarını adeta mesken edindiler. Sürekli olarak ifadeleri alınıyor ve/ya tutuklanıyorlardı. Her ne kadar bu tutuklamalar, Hizb-ut Tahrir’in çalışmalarına sekte vurmuş olsa da Hilâfet’in kamuoyu olmasına katkı da sağlıyordu. Aynı zamanda her yeni gözaltı ve tutuklama sonrası Hizb-ut Tahrir üyelerinin sayısı ve gayreti daha da artıyordu.
(Ercüment Özkan)
Yöneticiler, valiler, emniyet yetkilileri ve yargıçlar Hizb-ut Tahrir’in ciddi ve kararlı duruşu karşısında planlar yapıyor ve uyguluyorlardı. Hilâfet Devleti’nin kurulmasını “ölüm-kalım meselesi” olarak gören Hizb-ut Tahrir’e karşı yeni yeni stratejiler belirliyorlardı. Hizb’in çalışmasının halk arasında kamuoyu oluşturmaması için gayret gösteriyorlardı. Çünkü bu kamuoyu sonucu Hilâfet tekrar kurulabilirdi. Yöneticiler bunu iyi biliyorlar ve bu anlamda çok ciddi tedbirler alıyorlardı.
“Hizb-ut Tahrir Komünist Gruplardan Daha Tehlikeli”
1971 darbesini gerçekleştiren generallerin elindeki bir belgede geçen bazı ifadeleri, 1984 yılında Nokta Dergisi yayımladı: “Hizb-ut Tahrir, komünist gruplardan ve diğer İslâmi gruplardan daha tehlikelidir. Çünkü Hizb-ut Tahrir Hilâfet’i tekrar kurmak istemektedir, diğerlerinin ise böyle bir hedefi yoktur.”
1970-1980’li yıllara tanık olmuş ve sürecin sıkıntılarını yaşamış olan Zeynel Acar Hizb-ut Tahrir’in çalışmalarını ve gelen tepkileri şöyle anlatıyor:
“Hizb-ut Tahrir’in çalışması bu yıllarda TBMM nezdinde gündem oluyordu ve milletvekilleri de durumun ciddiyetini anlamaya başladılar. Hilâfet düşüncesini ve çalışmaları pasifize etmek için konuşmalar yaptılar.
CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, Hizb-ut Tahrir’in ‘İslâm Nizamı’ adlı kitabını kürsüde göstererek; ‘bu kitaptan beslenen gençlerin önüne mutlaka geçilmelidir’ dedi. Aynı günlerde bizzat İçişleri Bakanı’nın kendisi emniyette gözaltında bulunan Hizb-ut Tahrir üyeleri ile görüşerek çalışmanın mahiyetini anlamaya çalışıyordu. O günkü hükümet ve mecliste temsil edilen demokratik siyasi partiler Hizb-ut Tahrir’e karşı alınacak tedbirler konusunda mutabakata varmışlardı.”
(İsmet İnönü)
Yeniden Milli Mücadele
Hizb-ut Tahrir’in Hilâfet Projesinin bu denli etkili olması ve devletin mücadele stratejisinin kısır kalması farklı formülleri de beraberinde getirdi tabii ki… Hizb-ut Tahrir’in Hilâfet projesinin toplum ve gençlerde tesirini görenler alternatif bir oluşum kurarak çalışma başlatıyorlar. Zeynel Acar bu süreci de şu sözlerle ifade ediyor:
“Bu amaçla; Müslümanların Hizb-ut Tahrir’in etrafında birleşmesini önlemek için Hizb’e benzer bir teşkilat kurup Müslümanlar arasında faaliyet göstermesini uygun gördüler. İşte; ‘Millî Mücadele Derneği’ bu amaçla kurulmuş bir dernektir. Bu dernek, Hizb-ut Tahrir’in üsluplarıyla İslâm Devleti için çalışma başlattı. Hatta Hizb-ut Tahrir’in ‘İslâm Nizamı’ adlı kitabıyla sohbetler düzenliyorlardı. Bu çalışmaları ile binlerce taraftar topladılar. Üniversite gençleri yoğun bir şekilde rağbet gösterdi. Devlet iradesiyle kurulan bu dernek, öyle büyüdü ki, kontrol edilemez duruma geldi. Ve sonunda iç karışıklıklar, kopmalar başlayınca derneği lağvetmek durumunda kaldılar. Gençler arasında kontrolsüz kitleler oluşmaya başladı. Gençleri kontrol altına almak için Aykut Edibali başkanlığında Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlı yeni bir parti kurdular. Gençleri etrafında toplayan yeni bir partiydi bu. Dolayısıyla bu formülde Hizb-ut Tahrir ile mücadelede kalıcı bir plan olmadı.”
(Milli Mücadele Derneği )
1980 Darbe Dönemi’nde Hizb-ut Tahrir
Türkiye’de darbeler döneminde birçok siyasi parti yöneticileri gibi Hizb-ut Tahrir üyeleri de gözaltına alındı ve hapse atıldı. Darbe sonrası hazırlanan 1982 Anayasası’nı eleştiren ve buna yönelik bir bildiri yayımlayan Hizb-ut Tahrir, İslâm Anayasası teklifini yeniledi.
O dönemde gözaltına alınan ve hapse mahkûm edilen Zeynel Acar, cezaevi sürecini bakın nasıl anlatıyor**:**
“1980 yılında Hizb-ut Tahrir üyelerine yönelik tutuklamalar yapıldı ve bende bunların içindeydim. Mamak Askerî Cezaevi’ne götürüldük. Yaşar Okuyan, Doğu Perinçek, Kemal Zeybek gibi birçok siyasi ile beraber cezaevinde yattık. Cezaevinde ülkücü gençlerle görüşüyorduk. Ülkücü gençler bizim fikirlerimizden etkileniyordu. Ancak ülkücülerin ileri gelenlerinin; ‘onlara inanmayın, onlar yeşil komünistler’ şeklindeki iftiralarına şahit olduk. Böylece bizi karalamaya çalıştılar, bunda başarılı olamadılar. Bu kara propagandalar ile Hizb’in çalışmasına da zarar veremediler. Her operasyon, her tutuklama, her kara propaganda sonrası Hizb-ut Tahrir daha da büyüyor ve Müslümanlar nezdinde daha da teveccüh görüyordu.”
Deli Raporu ile Baskıcı Uygulamalarını Örttüler
Laik Kemalist düzenin en iyi yaptığı işlerden biri kutsallarını tanımayan ve onlara kutsiyet izafe etmeyenleri ya marjinal olarak göstermek ya da deli yerine koymaktır. Hâlbuki asıl akıl nimetinden yoksun olanlar kendileridir; asıl bu toplumun değerleri ile savaşan bir avuç marjinal yine kendileridir.
İşte bunlardan bir örnek ile dosyamıza devam edelim; Hizb-ut Tahrir ile çalıştığı için yargılanan M. Ali Kedicioğlu’ndan bahsedeceğiz. Zeynel Acar anlatıyor:
“1985 yılında yine bir operasyon ile gözaltına alınmış ve tutuklanmıştık. M. Ali kardeşim cezaevine götürülürken ayet okuyarak bu zulmü bize reva görenlere tepki gösterdi. Emniyet mensupları hemen müdahalede bulundular. Bu olay, Hürriyet gazetesinin manşetinde; ‘Ayet Okudular’ şeklinde yer aldı. Ayet okumanın bile büyük bir suç(!) olduğunu halka ilan eden bir haber yapmışlardı. Yine o dönemler M. Ali Kedicioğlu kardeşimle TBMM Başkanı Muslih Görentaş’a ziyarete gitmiştik. Kendisine Hilâfet Devleti’nin kurulmasının önemi ve çalışmanın farziyeti konusunda nasihatte bulunmuştuk. Kendisi iyi niyetle bize; ‘Ah bir Hilâfet gelse, herkes kurtulur’ diyerek karşılık vermişti.
Asıl M. Ali Kedicioğlu hakkında verilen deli raporu konusuna değineceğiz; Kedicioğlu o günleri ve yaşadıklarını şöyle anlatıyor:
“1966 yılında henüz bir yılı tamlamamış olan bir stajyer öğretmendim. 23 Nisan törenlerinde Atatürk heykeline çelenk koyma görevini yapamayacağımı beyan edince öğretmenlik görevim sona erdirildi. Fakat bundan dolayı hakkımda dava açıldı. Daha vahim olanı ise valinin emri ile bir ay Manisa akıl hastanesinde misafir edilip en iyi şekilde ağırlandıktan sonra düzenlenen heyet raporuna sonuç olarak öğretmenlik yapamaz denildi. Rapora geri hizmet ibaresinin konulmasının amacı ise gençlerle alakamın engellenmesiydi. Laiklik ve Cumhuriyeti eleştirmek ancak deli saçması olabilir imajını toplumsal platforma yaymak epey bir zaman uygulanan bir üsluptu. Rapora muttali olduktan sonra benimle ilgilenen doktora " nasıl böyle bir rapor verirsiniz Hipokrat yemininize ne oldu?" dediğimde cevabı "bana da vali emretti " oldu.
Hizb-ut Tahrir Devlet Adamları ve Siyasilerin Gündeminde
1970-7980’li yıllar Ankara, İstanbul ve büyük şehirlerde Hizb-ut Tahrir mensupları birçok kurum, kuruluş, bakanlık, meclis ve farklı yerlere girip çıkıyorlar ve Hilâfet düşüncesini buralarda dile getiriyorlar. Bazen bakanlarla, bazen vekillerle bazen dernek yöneticileri ve alimlerle görüşüyorlar. Bu görüşmelerde bulunanlardan biri de Bekir Yetkinbal… Sık sık bu tür ziyaretler ile davet taşıyan Yetkinbal, o günlerden şunları aktarıyor:
"Şahsen tanıştığımız ve görüştüğümüz vefat eden eski CHP Ecevit dönemi Dışişleri Bakanı Gündüz Ökçün Bey fikirlerimize sürekli karşı çıkıyor, laikliği ısrarla savunuyor ama siyasi olaylar ve devletlerarası durum ve İlişkiler konusundaki fikirlerimizi hep takdirle karşılayıp şöyle diyordu: 'Dünya olaylarına bu kadar vakıf olmanız takdire şayandır...' Başta Hizb-ut Tahrir’e ait 'Hilâfet Nasıl Yıkıldı' kitabı olmak üzere birçok kitabı kendisine hediye etmiştik."
"Kendisiyle onlarca kez yapılan görüşmede Aydın Menderes hem sahip olduğumuz fikre hem de siyasi olaylarla ilgili siyasi analizlerimize çok saygı gösteriyordu. Sanırım Türkiye’de bizi en iyi anlayan ve hep takdir eden kişiydi Aydın Menderes. Yaşadığı dönemde Hizb-ut Tahrir’e ait okumadığı beyan ve kitap yoktu.”
Zorluk ve Sıkıntı İçinde Geçen O Kıymetli Günler Güzel Günlerdi
Dosyamıza Mehmet Ali Kedicioğlu’nun sıkıntı ve zorlukla geçen kıymetli güzel günler hakkında anlattıkları ile son verelim:
“Öğretmenlik görevim sonlandırılıp birde bana düzmece deli raporu verilince bir çocuğum ve eşim ile Sungurludaki baba evine sığındık. Hiçbir gelirim yoktu. Kâh eniştemin dükkanında parça başı elbise dikiyor kâh özel dersler veriyordum. Sungurlu Ticaret Odası bana bir oda tahsis etti. Sıra ve bir yazı tahtası vardı. Ücretle orada okul öğrencilerine takviye kurslar veriyordum. Devam eden dava için herhangi bir avukat tutmadım. Bir nurcu avukat bana yardım etmek istedi fakat ben kabul etmedim. Mahkeme günü kalemden dosyayı çıkartıp inceliyor ve mahkemeye giriyordum. Aileyi geçindirme ve yol masrafını bu gelirlerle karşılıyordum. Kasıtlı temaslar yapıyordum. Semeresi de oldu...Kasabanın Ağır Ceza Mahkemesi Savcısını ziyaret edip o günkü suç delili olan Hizb-ut Tahrir’e ait iki beyannameyi verdim. "Anayasa tasarısı" ile "Müslümanların ölüm kalım meselesi" isimli beyannameyi kütüphanesinin en çok görünen yerine koyacağını söylemişti. O günler zor ve sıkıntılı günlerdi ama güzel günlerdi elhamdülillah… Gazete haber ve makalelerinde "şeriat" veya " Hilâfet" kavramlarını kelime olarak bile zikretmekten çekinilen bir ortamdan bu günlere gelmiş olmak bence Allah'ın izni ile büyük bir merhaledir.”
Hizb-ut Tahrir’in Türkiye’de çalışmaya başladığı yıllardan bugüne yaşananlar kısa bir dosya haber ile anlatılamaz ama biz sizler için özetledik. Daha ne çok anlatılacak şeyler olduğunu biliyoruz, mahkeme salonlarında, meydanlarda, yürüyüşlerde, konferans salonlarında yaşanan nice anılar var. Biliyoruz ki bu hak ile batılın, İslâm ile küfrün mücadelesidir. Bu mücadelede yaşanmış ve yaşanacak nice badireler oldu olacaktır. Bu mücadele kıyamete kadar baki kalacaktır. Ta ki Allah Subhanehu ve Teala emrine galip gelinceye kadar…
#YenidenHilafet