Bir yanda hep aynı bayat ve aptal nakaratları on yılda bir ülke gündemine oturtan jakoben İngiliz zihniyetli, cumhuriyetin fabrika ayarlarına takılı kalmış, geri kafalı ve yobaz Kemalist çevreler, öte yanda İslamî duyguları iktidar için araç olarak kullanan ve bunda da mahir olan “muhafazakâr demokrat”lar. Yıllar geçse de ülke gündemi bozuk plak gibi hep başa sarıyor. Olan ülkem insanına oluyor. Kemalist çevrelerin iktidar olma gibi bir dertleri olmadığı gibi, ülkem insanına saplantılarını tekrarlatmaktan başka amaçları da yok. İslam’a ve değerlerine dil uzatmayı ilericilik zanneden bu çevrelerin rengi belli. Asıl sorun, iktidarda kalmak uğruna renkten renge giren, İslamî söylemleri nedeniyle milyonların umut bağladığı “muhafazakâr demokrat” çevrenin topluma ne verdiğinde.
Son günlerde tartışılan konulara bir bakar mısınız; “şortlu kadına taciz!”, “M. Kemal’in büstüne saldırı”, “Müftülere nikâh yetkisi”, “eğitim müfredatına cihadın girmesi”, “evrimin müfredattan çıkarılması”, “sarıklı cübbeli polis memuru”, “Ayhan Ogan’ın sözleri”. Bu başlıklar üzerinden Türkiye’nin dindarlaştığı(?) laikliğin hatta cumhuriyetin büyük bir tehlike altında olduğu yaygarası kopuyor.
İktidar partisi yetkilileri, tanıdık savunma psikolojisi ile hareket ediyor. Savunmacı psikoloji ve iktidarda kalma hırsı, kapalı kapılar ardında kendilerine umut bağlayan milyonlara fısıldadıkları “İslami(?) vaad”lerin hilafına sözler sarf etmelerine yol açıyor. TRT’de canlı yayına katılan AK Parti Genel Başkan yardımcısı ve Parti Sözcüsü Mahir Ünal; “Türkiye’ye şeriat falan gelmedi. Türkiye, dindarlaşmadı. Türkiye muhafazakârlaşıyor mu diye sorsanız, ben Türkiye’nin muhafazakârlaşmadığını söylerim; bütün toplumların doğasıdır bu, refah ve özgürlük arttıkça toplumlar daha sekülerleşirler, daha liberalleşirler.” sözleriyle ortamı yumuşatmaya çalışsa da, Ulusalcı-Kemalist çevreler, AK Parti’yi yumuşak karnından vurmaya devam ediyor ve 2019’daki seçimlere kadar da bu vuruşların arkası kesilmeyecek gibi görünüyor.
Bugünlere nasıl gelindiği İngiltere hakemliğinde PKK ile yürütülen Oslo görüşmelerine ve bu görüşmelerin sızdırılması olayıyla başlanabilir. Zira bu olay, “FETÖ” ile AK Parti’nin arasına atılan ilk husumet tohumu idi. Öyle ki bu olay, 7 Şubat MİT krizinin fitilini ateşleyen olaydı. Ancak sadece 15 Temmuz’da darbe kalkışması olayına kadar gitmek istiyorum. Söz konusu meşum kalkışmada çılgın İngiliz muhiplerinin TRT’de okuttuğu Kemalist bildirinin tesirinden başlamak istiyorum. Müslüman halkımız bu bildirinin sahiplerini uzun zamandır tanıyordu. Ezanlar ve salâlarla sokağa döküldüğünde de kime tepki verdiğini gayet iyi biliyordu. Ancak bu tekbirli tepki ve yürüyüşler çoğalmamalıydı. Halk manipüle edilerek demokrasiye sahip çıkıldığı teması işlenmeye başlanmalıydı. Çok geçmeden kalkışmanın “FETÖ” işi olduğu kanaate dönüştürüldü. AK Parti merkez binasına M. Kemal posterinin asılması, “Yenikapı ruhu” olarak adlandırılan üç parti liderinin buluşmasında Yenikapı miting alanına “M. Kemal posteri asılması”nın Kılıçdaroğlu’nun mitinge katılma şartı olduğu basına yansımıştı.[1] “FETÖ” ile mücadele kapsamında gözaltı ve tutuklamalar, mağduriyetler, darbe araştırma komisyonunun çalışmaları, C. Başkanı Erdoğan’ın darbeyi kimden öğrendiği, Hulusi AKAR - Hakan FİDAN ikilisinin 15 Temmuz’daki tutumu, AK Parti içindeki “FETÖ”cüler, “kontrollü darbe” söylemleri, Ulusalcı-Kemalistler tarafından sürekli gündemde tutuldu. “FETÖ”den geriye kalanlar da kendi bekaları için bu söylemlere tempo tuttu. 16 Nisan referandumuna bu gündemlerin gölgesinde gidildi. “Hayır” oylarının yüzde 49’u bulması Ulusalcı-Kemalist çevrelerin motivasyonunu daha da artırdı. AK Parti yöneticileri dürüst davranıp, 15 Temmuz gecesine ilişkin Kemalist zinde güçlerin işlevini ve uğrayageldikleri şantajı halka açıklasalardı bugünkü çaresiz duruma düşmeyeceklerdi. Bir zamanlar “FETÖ”ye “ne istedilerse verdik” pozisyonlarını, şimdi Kemalist zümre için koruyorlar. YAŞ kararları bunun ispatıdır. YAŞ’ta Tuğamiralliğe terfi eden 11 muharip albayın 5’i (Alb. Türker Koçpınar, Alb. Yavuz Kılıç, Alb. Ayhan Gedik, Alb. Cem Okyay, Alb. Şafak Duruer) Balyoz soruşturmasında, 2’si (Alb. Aykut Manioğlu, Alb. Yalçın Özkütük) Casusluk soruşturmasında adı geçmişti.
Hedef iktidarda kalmak olunca “yar”ı görüp tilki, suyu görüp balık olmak, karakter halini aldı AK Parti yöneticilerinde. Söylemlerinde bir o yana bir bu yana savrulmaları bu yüzden. Ancak bu şekilde ayakta kalma stratejisinin işe yaramadığını kendileri de farkına varmış olacaklar ki; vaad edilecek bir şey kalmadığından ya da yeni bir vizyon geliştiremediklerinden kendi içindeki “metal yorgunluğu” gerekçesiyle kadrosunda yenilemeye giderek, 2019’da “yenilendik ve hala zindeyiz” imajıyla halkın karşısına çıkmaya hazırlanıyorlar. C. Başkanı Erdoğan 16 Nisan referandumu ile aslında başına ne büyük bir bela geldiğini anlamış olacak ki Trabzon’da AK Parti il yönetimi ile buluştuğu toplantıda “artık eskisi gibi yüzde 34 yeterli değil, yüzde 50 artı bir almak zorundayız” diyerek işin vahametini ikrar ettiği gibi partililere heyecan ve çalışma azmi de aşılamaya çalışıyor, başarmak için inanmak gerektiğini telkin ediyordu. 28 Şubat’ı hafızalarda canlandıran, zikrettiğimiz konu başlıkları kamuoyunda tartışılmaya devam ettiği sürece AK Parti’nin işi zor görünüyor. Kamuoyunda tartışılan “baskın seçim” ya da “erken seçim”i de içinde olduğumuz şu süreçte AK Parti’nin göze alabileceğini düşünmüyorum. Sanki AK Parti’ye “yerel seçimlerde olası oy kaybının genel seçimleri de etkileyeceği” endişesi pompalanıp, “erken seçime” tahrik ediliyor.
Tüm bunlar bir yana umutlarıyla birlikte, gelecek tasavvuru sürekli örselenen Müslüman halkımızın, sözlerinin arkasında duran, hedefi sadece iktidar koltuğu değil, toplumu yönetim anlayışı ile birlikte İslamî olarak köklü bir biçimde değişime taşıyacak samimi, menfaatlerine değil, İslam’a sadık bir siyasi liderliğe ihtiyacı vardır.
[1] https://www.haberler.com/kilicdaroglu-nun-son-yenikapi-sarti-8677907-haberi/