Cumhurbaşkanı R.Tayyip Erdoğan’ın hem başbakanlığı döneminde, hem de hâlihazırdaki görevinde sıklıkla kullandığı bir tabirdi “nereden-nereye”. Cumhuriyetin kuruluşundan AK Parti iktidarı dönemine kadar yapılan yatırımlar (yapılan yol ve genel olarak altyapı yatırımları), dış borç göstergeleri, IMF’ye olan borç kıyaslamaları, ihracat rakamları arasındaki kıyaslamalar, gayri safi milli hâsıla, kişi başına düşen milli gelir, TL den altı sıfırın atılması, geçmişteki gıda karnesi uygulamaları, hastane kuyrukları, Avrupa Birliği müktesebatı doğrultusunda atılmış demokratik adımlar gibi daha nice akla gelebilecek kıyaslamalar. İster tüm TV yayınlarında yayınlanan halka sesleniş konuşmalarında, ister seçim meydanlarında, ister toplu açılış törenlerinde kısacası mümkün olan her vesileyle bahsi geçen kıyaslamalara dem vurup, ardından “nereden-nereye” ifadesini kullanıyordu. Bu yazımızda önceki dönemlerle AK parti kıyaslaması yerine, AK Partinin 14 yıllık iktidar sonucu ana eksen kabul ettiği noktalarda “nereden-nereye” savrulduğunu kısaca değerlendirmeye çalışacağız.
Yeni anayasa konusuyla başlayalım. AK partinin her seçim döneminde ve her kabine revizyonlarıyla değişen hükümetleri boyunca sürekli dem vurduğu yeni anayasa vaadinde gelinen noktaya baktığımızda; en son 7 Haziran 2015 seçimlerinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, anayasayı tek başına geçirebileceği 400 milletvekilini halktan istediği daha sonra bunu revize ederek referandum yeter sayısı kadar milletvekili çıkarılmasına da razı olacak konuma sürüklendiğini gördük.
Aynı seçim döneminde Davutoğlu’nun; “kısık sesle ve isteksiz bir şekilde” ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın; “güçlü bir arzuyla” dile getirdiği başkanlık sistemi çağrıları daha belirgin olmuş, ancak seçimin neticesi hiçte arzulandığı gibi çıkmamıştı. AK partinin iktidarı boyunca gerek kendi hazırladığı anayasa metni üzerinde, gerek meclis bünyesinde oluşturulan Anayasa komisyonu çerçevesinde yürütülen çalışmalar da somut bir sonuç vermemiştir. Her ne kadar partiler 60 madde üzerinde bir uzlaşı sağlamış olsa da, bu konuda da bir ilerleme sağlanamamıştır. Bahsi geçen Anayasa komisyonu çalışması da sürdürülememiştir. 12 Eylül 2010 referandumunda da 26 maddelik şekli bir Anayasa değişikliği paketi referanduma götürülmüş, bu referandumda “yetmez ama evet”çi liberaller ve bir dönem kol kola oldukları bugünkü adıyla FETÖ gibi farklı çevrelerin bir araya geldiği koalisyon ile referandumdan olumlu bir sonuç elde edilmiştir.
Bugün gelinen noktada bu referandum sonucunda FETÖ’nün yargıya yoğun biçimde yerleştiği açığa çıktığı gibi, 2010 referandumunun bir kazanç değil, bugün ayağına dolaşan bir bela olduğu görülmüş oldu. Aynı zamanda “yetmez ama evet”çi liberallerle de bugün kavgalı hale geldiği bir noktadadır. Bir önceki yazımda da vurguladığım gibi bilhassa 15 Temmuz meşum darbe girişimi sonrası AK Partinin “iktidar ama muktedir olmayan bir pozisyonda” olduğunu belirtmiştim. https://kokludegisim.net/makaleler/baskanlik-tartismalarinda-yeni-fasil.html
Buradan hareketle, yeni anayasadan hiç bahsedemezken MHP lideri Bahçeli’nin çıkışıyla AK Partinin, kendini başkanlık sistemi tartışmaları içine siyasi hesaplar bakımından hazırlıksız bir şekilde sürüklendiğini, önerilerini “%90 Amerikan Başkanlık sistemine benziyor” şeklinde dillendirirken bugün partili Cumhur-başkanına da razı olduğu hatta bu konuda bile detaylarda MHP’nin itirazlarına göre yol aldığı aciz bir durumdadır.
Bir diğer başlık ise “çözüm süreci”. AK parti bugün “çözüm süreci” konusunda geri dönülemez bir noktaya sürüklenmiştir. Öyle ki; “MHP iktidarda olsa aynısı yapardı” diyebileceğimiz bir haldedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, son dönemde MHP ile yürütülen başkanlık sistemi görüşmeleri süreci bağlamında MHP lideri Bahçeli ile görüşmüş, ertesi gün HDP ve DBP parti yöneticilerine yönelik tutuklamalar yapılmıştır. MHP’nin başkanlık sistemi kıskacından kurtulma hamlesi izlenimini uyandıran bu operasyonlarla, HDP’nin meclis çalışmalarını askıya aldığını açıklamasına, AK parti gizliden gizliye alkış tutmuş, HDP’nin tavrını daha ileri boyuta taşıması için zımnen tempo tutmuş ve bir ara seçim, ya da erken genel seçim hesapları yapmaya başlamıştır. Ancak HDP’nin bu hesabı bozması nedeniyle AK parti yine MHP’ye mahkûm kalmıştır.
Dış siyaset başlığına gelince; AK parti 15 Temmuz öncesi başlattığı Rusya (hatta Rusya üzerinden Esed ile) ve İsrail ile ilişkilerini, 15 Temmuz sonrası hızlı bir şekilde tamir etmeye başvurmuştur. 2003-2006 yılları arası Avrupa Birliği Müktesebatı doğrultusunda attığı bir dizi reform adımları bugün geride kalmış, AB ile ilişkilerin askıya alınması yönünde AP’nin tavsiye kararı sonrası AK parti de, Türkiye’nin İngiliz Muhibbi Ulusalcılarına taş çıkarırcasına avrasyacılığa yapışmıştır.
Irak’ta dış kapının mandalı muamelesi görürken, Suriye konusunda PYD’nin Fırat’ın batısına koridor açmasına engel olma gerekçesiyle Fırat Kalkanı operasyonu adı altında bir girişime yönelerek, bir yandan PYD, diğer yandan IŞİD ile mücadele ettiğini iddia etse de, Halep’in kuşatılmasına direnen grupların ABD çözümlerine ikna edilmesi rolünü üstlendiği bugün daha aşikar açığa çıkmıştır. Suriye’ye Esed’in devrilmesi ve Suriye halkına sahip çıkma iddiasıyla yol aldığını dillendirirken takke düşmüş kel görünmüştür.
Ekonomiye gelince; Kredi derecelendirme kuruluşlarına; “bize halkın verdiği puan yeter” derken, bu notların sıcak para akışının yönünü çevirmesi ve dövizin ülkede rekor üstüne rekor kırdığı, TL nin yaklaşık %25 değer kaybına uğradığı bir ekonomik krizle baş başayız. Bu ciddi bir türbülans mıdır? Yoksa Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tabiriyle; 15 Temmuzda başarılamayan hedefin ekonomi yoluyla başarılmaya çalışıldığı, uluslararası ve bunların yereldeki uzantılarının bir hamlesi midir? Önümüzdeki 1-1,5 aylık süreçte daha da belirginleşecektir. Ancak genel olarak bu tür krizler kapitalist nizamda ısrar edildiği, küresel ekonominin bir limanı olmaya devam edildiği sürece, kapitalist bankacılık sistemi, konvertibl olmayan kağıt para sistemi ve faiz sistemi sürdürüldüğü sürece bu çalkantılar tekrarlanacaktır. Kısa vadede ise Trump koltuğuna oturuncaya kadar veya olası bir cumhur-başkanlığı sistemi üzerindeki şekli değişiklik referandumu takvimine göre devam edebilir.
AK partinin asıl sorunu; “halkın önünde ona güvendiğini söyleyip, Müslüman Türkiye halkının gönlünde olanı sözde dillendirirken, güvenini güç gördüğü İslam ve Müslüman düşmanı sömürgeci kafirlere bağlaması, onların politikalarına göre şekil alması, günlük hatta anlık politikalar üretmesidir ki; girmiş olduğu çıkmaz sokakta devamlı yalpalamasının nedeni de budur.”
Kısacası, makyavelist-çıkarcı bir çizgide yürümesi ve kendine ait bir fikrinin ya da bir ideolojisinin olmamasıdır. Rabbimiz (Subhanehu ve Teala) şöyle buyuruyor;
مَن كَانَ يُرِيدُ الْعِزَّةَ فَلِلَّهِ الْعِزَّةُ جَمِيعًا إِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ وَالْعَمَلُ الصَّالِحُ يَرْفَعُهُ وَالَّذِينَ يَمْكُرُونَ السَّيِّئَاتِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ وَمَكْرُ أُوْلَئِكَ هُوَ يَبُورُ
Her kim ızzet istiyorsa bilsin ki ızzet tamamiyle Allah'ındır, ona hoş kelimeler yükselir onu da ameli sâlih yükseltir, kötülükler kuranlara gelince onlara şiddetli bir azâb vardır ve onların tuzakları hep tarumar olur. (Fatır 10)