Köklü Değişim Medya’dan “11 Eylül ve Afganistan’ın İşgali” Belgeseli
11 Eylül 2019

Köklü Değişim Medya’dan “11 Eylül ve Afganistan’ın İşgali” Belgeseli

Köklü Değişim Medya

Köklü Değişim Medya

Köklü Değişim Medya, dünya siyasetinde dönüm noktalarından biri olan spekülatif ve şaibeli New York Dünya Ticaret Merkezi ikiz kuleler saldırısını, Afganistan bağlamında ele alan bir belgesel hazırladı.

“11 Eylül ve Afganistan’ın İşgali” belgeseli, Afganistan’ın İslâmlaşma sürecini, yakın tarihini ve 11 Eylül hadiseleri sonrasını içeren bir belgesel. 11 Eylül 2001 sonrasında İslâm coğrafyası ve Müslümanlar için başlayan zorlu, sıkıntılı süreci tetikleyen etkenlerin ortaya konulduğu belgeselde dünden bugüne iktidar ve muhalefette bulunan Afganistan yönetici ve siyasilerinin ihanetleri de resmediliyor.

Yine belgeselde, 11 Eylül sonrası ABD yönetiminin adeta bir “cadı avı” başlatarak Müslümanları, İslâm beldelerini dünyanın gözüne baka baka nasıl da işgal ettiği gözler önüne seriliyor.

İşte uluslararası bütün güçler için paha biçilmez bir toprak parçası olan Afganistan’ın hikâyesi ve ABD’nin, Afganistan ile başlayarak İslâm beldelerini işgal etmek için oluşturduğu #11Eylül bahanesi…

Belgesel Metni:

11 Eylül ve Afganistan’ın İşgali

Sıcak denizlere inmek isteyenlerin geçiş noktası, Batı’ya yapılan fetihlere açılan bir kapı…

Uluslararası bütün güçler için paha biçilmez bir toprak parçası Afganistan! Ekonomik, stratejik ve jeopolitik denge için sömürgeci güçler bu İslâmi belde üzerinden gözlerini hiç ayırmadılar.

Müslümanlar 654 yılında Afganistan’ı fethedip İslâmlaştırdılar. Cengiz Han’ın orduları gibi Türklerin, Hintlilerin ve İranlılarında uğrak yeridir Afganistan.

İngilizler bu toprak parçasının önemini ancak son asırda kavradılar.

Rusya’nın sıcak denizlere inmesini engelleyen Afganistan, uzun yıllar Rus işgaline karşı mücadele verdi. Sömürgeci İngiltere ile Rusya arasında siyasi çatışmalara sebep olan bu toprak parçasını Afganlar, Rus ayısı ile İngiliz aslanı arasında kalmış bir kuzuya benzetirler. İngiltere kralının Hindistan’daki temsilcisi Lord Curzon bu topraklarda yapılan savaşlar sebebiyle Afganistan’ı “Asya’nın güreş arenası” olarak tanımlamış.

İngilizler Afganistan üzerinde egemenlik kurarak Rusya’yı dizginleyebilmek için Afganlara karşı ilki 1839 ile 1842 yılları arasında, ikincisi 1878 ile 1880 yılları arasında iki savaş yaptılar. Savaşların ikisinde de kaybettiler. İngilizlerin Afganistan’a son saldırısı Osmanlı Hilafet Devleti’nin yıkılmasının yakın olduğu o hüzün dolu yıllarda oldu.

1919’da İngilizler Afganistan’a üçüncü kez saldırdılar ancak İngiltere’nin Afganistan üzerindeki egemenliğini yerleştiren Emanullah öncülüğünde bir anlaşma yapıldı ve savaş durdu. İngiltere o günden sonra Emanullah ve onun adamları ile Afganistan topraklarında sömürge nüfuzunu sürdürmeye başladı.

İslâmi yaşantıyı Afganistan’dan sökmeye çalışan Emanullah, kendisinin askeri komutanlarından olan Nadir Şah ve tam kırk yıl İngilizlere hizmet eden oğul Zahir Şah dönemlerinde Afganistan’da İngiltere egemendi. Ruslar ise Zahir Şah’ı deviren Muhammed Davud Han ve Muhammed Nur Teraki ile çalıştılar.

Rus askerlerinin Afganistan topraklarına girişi ile Afgan Rus savaşı başlamış oldu. Yenilmez denilen Kızıl Ordu, işbirlikçi yönetimin desteğiyle başlattığı işgal girişiminde ağır yara aldı.

10 yılda tam 15 bin kayıp veren Ruslar bu savaşa 50 milyar dolar harcadılar. Sovyetlerin 1979’da başlattığı işgal 10 yıl sürdü. 14 Şubat 1989’da Afganistan’dan çekilmeye mecbur kaldı. Savaş bittiğinde SSCB’de bitmişti.

Müslüman Afganistan halkı ve Mücahitler yalnız Sovyetleri değil, Komünist ideolojiyi de Hindikuş Dağları’na serip Ruslara büyük bir hezimet yaşatmışlardı. Çöküş başlamış ve Komünizm tarih sahnesinden hızla çekilip gitmişti. Afganistan’da Müslümanların şamarını yiyen Komünizm, iki yıl sonra 31 Aralık 1991’de tamamen yıkıldı.

Afgan Rus savaşını sadece Rusların hezimeti ve Afgan mücahitlerin zaferleri ile hatırlamak ne gerçekçi olur ne de inandırıcı…

Çünkü bu savaşın en önemli aktörü sömürgeci kâfir Amerika’ydı. Savaşın direk tarafı değildi belki ama SSCB’nin yenilmesi ABD’yi savaşın endirekt galibi yaptı.

Zira Afgan Rus savaşında 1980 yılından sonra mücahitlere askeri ve mali yardımlar akmaya başlamıştı. Amerika’nın mücahitlere verdiği Stinger füzeleri Sovyet diktasının düşmesi ve yüzlerce Sovyet uçağının düşmesinin sebebi olmuştu.

Aynı Amerika güya destekliyorum dediği Suriyeli devrimci ılımlı gruplara bir tek Stinger füzesi bile göndermedi. Çünkü uşağı olan Esed’in düşmesini hiçbir zaman istemedi.

Sovyetlerin desteklediği Necibullah hükümeti ile mücahitler arasındaki savaş 1992’de Kabil’in mücahitlerin eline geçmesine ve Afganistan’daki komünist yönetimin yıkılmasına kadar devam etti.

Ahmet Şah Mesut, Cemiyet-i İslâmi grubu lideri Burhaneddin Rabbani’yi yönetime taşıdı. Ancak Pakistan buna razı olmadı, Taciklerden oluşan Şah Mesut grubuna ve Burhaneddin Rabbani’ye karşı Peştunları ve Gulbeddin Hikmetyar’ı destekledi. İki grup arasında devam eden savaşta 25 bin Afganlı öldü.

Hikmetyar Şah Mesut grubuna karşı bir sonuç elde edemeyince bu kez Pakistan Peştunlardan “Taliban” ismi ile anılan yeni bir grubu desteklemeye başladı. Daha sonraki yıllarda Pakistan, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve ABD’nin tanıyacağı “Taliban” hızlı bir şekilde güçlenip ilerleyerek Kabil’i ve Afganistan’ın birçok şehrini kontrol altına aldı.

Uluslararası ve bölgesel devletlerin desteklediği Afgan gruplar arasındaki iç savaş uzun yıllar devam etti. Ta ki ABD, bilfiil gözlerini Afganistan topraklarına dikinceye kadar.

Rusların Afganistan’da mağlup olması ve on yıllar süren soğuk savaşın ardından Kapitalizmin lokomotifi ABD, tek başına birinci devlet olarak dizginleri eline aldı ve hızla ideolojisini Sovyetler’in boşalttığı bölgelere yaymaya, çıkarları için açgözlü sömürgecilik faaliyetlerini sürdürmeye başladı.

Artık kapitalist Batı’nın düşmanı Komünizm değildi, Batı en büyük en tehlikeli yeni düşmanını belirledi. Yeni düşman İslâm’dı. ABD Batı’nın vahşi saltanatına son verecek İslâm ideolojisinin yeniden tarih sahnesinde yer almasına engel olmak için işgal planlarına hız vermeye başladı.

----

Ve tarihler 11 Eylül 2001’i gösterirken;

New York’ta bulunan Dünya Ticaret Merkezi ikiz kuleleri ürkütücü bir gürültü ile yerle bir oldu.

Saat 08.45 Amerikan Airlines’ın 11 sefer sayılı Boston-Los Angeles uçuşunu gerçekleştiren Boeing 767 uçağı Dünya Ticaret Merkezi’nin kuzey binasına girdi.

Saat 09.03 İlk saldırının bir uçak kazası olduğu yorumları yapılırken United Airlines’ın 175 sefer sayılı Boston-Los Angeles seferini gerçekleştiren Boeing 767 uçağı bu kez güney kuleye iniş yaptı.

413 metre uzunluğundaki kuleler ardı ardına beyaz bir toza büründü. Uzmanlar garip bir şekilde gerçekleşen yıkıma anlam vermeye çalışıyordu ki olaya dair tüm deliller yok edilmiş, enkaz çoktan kaldırılmıştı.

Bu olay Pearl Harbor Saldırısı’ndan sonra Amerika Birleşik Devletleri’nin uğradığı en sarsıcı ve en ağır saldırıydı.

Saldırıdan bir gün sonra el Kaide lideri Usame Bin Ladin ve onun öğrencilerinin isimleri konuşulmaya başlandı. Her şey planlandığı gibi işliyordu lakin Japonya’ya diz çöktüren ABD, Müslümanlar karşısında ağır bir yenilgi tadacağını aklının ucundan bile geçirmemişti. Hem de İslâmi beldelerdeki işbirlikçi ajan yöneticilere rağmen bu trajediyi yaşamaya mahkûm olmuştu.

ABD, İslâm beldelerini işgal etmek için bahanesini bulmuştu: “Radikal İslâm”, “İslâmi Terör” ve “Terörle mücadele”

11 Eylül’ü fırsat olarak gören ABD bu bahane ile imkansızlıkların kapılarını sonuna kadar açtı. Batı ve doğudaki tüm ülkelerin yönetimlerini, uluslararası medya ve kamuoyunu ve en önemlisi de Amerikan kamuoyunu bu propagandaya inandırdı. Amerika açıkça şunu söyledi: “Tüm dünyayı tehdit eden bir tehlike var. Ve bu tehlike İslâm’dan başkası değil.”

Dönemin ABD Başkanı oğul Bush, “terörle mücadele” ile kastedilenin ne olduğunu saldırı sonrası yaptığı açıklamada açıkça ifade etti:

“Ortadoğu’da Hilafet Devleti dedikleri vahşi ütopya devleti kurmak istiyorlar. Dünya onların nefret dolu ideolojilerine göre yönetilecek.”

“Bu Halifelik eskiden İslâm egemenliğinde olan ülkeleri içine alacak baskıcı bir İslâmi imparatorluk olacak. Avrupa’dan Kuzey Afrika’ya oradan Ortadoğu’ya ve Güneydoğu Asya’ya uzanacak.”

Bush bir başka açıklamasında ise şöyle diyordu: “Bu bir Haçlı seferi. Bu terörle savaş biraz zaman alacak”

ABD Afganistan’ı işgal planını terörle mücadele sosuyla süsleyerek dünyaya servis ediyordu. Terörün sadece ABD’yi değil tüm dünyayı tehdit ettiğini söyleyen Bush en son şöyle dedi:

“Teröre destek veren her ülkeyi de takip edeceğiz. Her bir ülke ve bölge şimdi bir karar vermek zorunda: YA BİZİMLESİNİZ YA DA ONLARLA BERABERSİNİZ”

ABD, İşgal sürecini başlattığında bölgede düşmanı gibi görünen sıkı müttefiki İran ve Pakistanlı yöneticilerin de yardımıyla Afganistan’da sahaya kolayca yerleşti.

Amerika’ya büyük şeytan diyen İran’ın eski Cumhurbaşkanı Ahmedi Necad işgalden yıllar sonra şöyle demişti: “Biz Afganistan’da Amerika’ya yardım ettik. Sonra Irak’ta yardım ettik. Buna rağmen Bush kibirlenip bizi kötülüklerin şer odağı olarak suçluyor”

Şeytanla aynı masaya oturduğunu itiraf etmekten utanmayan İran Cumhurbaşkanı, “desteğine” karşılık göremeyince de Bush’a serzenişte bulunuyordu.

Pakistan eski Devlet Başkanı Pervez Müşerref buruşuk pis bir mendil gibi kenara atıldıktan sonra bile Amerikalılara bunu diyebiliyordu: “Destek verip iktidara getirirseniz en güzel şekilde yeniden size hizmet edeceğim”

---

ABD Afganistan’ın işgal için ilk saldırıyı 7 Ekim 2001 Pazar günü, İngiltere ile ortak düzenledi. Hava saldırısında Başkent Kabil, Kandahar havalimanı vuruldu. Saldırı sonrası açıklama yapan İngiltere Başbakanı Tony Blair ve ABD Başkanı Bush “Taliban askeri ve terörist eğitim kamplarının hedeflendiğini, bu saldırıların aynı zamanda "Afganistan'ın açlık ve eziyet çeken erkekleri, kadınları ve çocuklarının" yiyecek ve sağlık ihtiyaçlarının karşılanması için olduğunu” söyleyerek işgalci yüzlerini süslü yalanlarla gizliyorlardı.

Oysa hakikat çok farklıydı. 18 yıldır hala devam eden işgal sürecinde Afganistan’da yalnız Kabil ve belli yerlerin kontrolünü zorla elinde tutmayı başarabilen ABD, hezimeti kabul edemediği için hırsla camileri, medreseleri, okulları, özellikle hastaneleri ve Pazar yerlerini bombalamaya girişti. Bugün Rusya’ya Suriye’de verdiği vahşi rolü Afganistan’da bizzat kendisi üstlenmişti. Ama bedeli ABD için çok ağır oldu. Afganistan tecrübesi ABD’ye çok şey öğretti.

Afganistan’daki NATO İttifakı gerçekten de “Haçlı Seferlerini” andırıyordu. Kimler yoktu ki; Avustralya, Kanada, Hollanda, İngiltere, Danimarka, Estonya, Almanya, Norveç ve Fransa bu vahşi saldırılara destek verdi.

Türkiye ise 722 sayılı TBMM kararının hükumete verdiği yetki ile 10 Ekim 2001 tarihinden bugüne Afganistan’da haçlı NATO’ya destek vermeyi sürdürüyor. Yani Türkiye ABD’nin Afganistan işgalinin ortaklarından biri. Ne yazık ki Türkiye, NATO Barış gücü adıyla Afganistan’da asker bulundurmakla övünüyor.

11 Eylül 2001 sonrası Afganistan ile başlayan bu haçlı işgallerinde Irak, Pakistan ve Suriye’de toplam 2 milyondan fazla Müslüman katledildi. Milyonlarcası sakat kaldı. 13 milyonu aşkın insan evlerini ve topraklarını terk edip sınır boylarında mülteci durumuna düştüler.

Ancak ABD yine de bu savaşı kazanamadı. 150 binden fazla ABD ve NATO askeri, yüz binlerce Afgan askeri ve polisi, sayıları binlerle ifade edilen Afgan mücahitlerine karşı net bir başarı elde edemedi.

Sovyetler nasıl ki Afganistan’da İslâm’ın tokadını yedilerse Amerikalılarda er ya da geç bir tekme yiyecekler. Lakin şu an ortada tekmeyi vuracak biri yok. ABD tamda bunu öngördüğü için Taliban ile masaya oturmak istiyor.

Taliban ile görüşmelerin sürdürülmesine karşı çıkan komutanlardan Afgan Talibanı lideri Ahtar Mansur ve Molla Manan’a saldırılar düzenleyerek masayı sabote etmek isteyenleri tek tek ortadan kaldırıyor. Tıpkı dün Halep’te bugün İdlib’de masaya oturmayan komutanları katlettikleri gibi…

Afganistan’da herkesi “terörist” ilan eden ABD, aslında Taliban’ı da terörist ilan etmişti. Bugün Washington’ın Taliban ile masaya oturma ısrarı, aslında mağlubiyetinin ilanıdır. Ancak Taliban bunu göremiyor.

ABD, yenilmişlik ve çaresizlik içinde saldırgan bir şekilde tehditlere başvuruyor. Trump’ın şu sözleri ABD’nin nasıl bir bataklığa sağlandığını gösteriyor.

“Eğer Afganistan'da savaşmak istesek bu savaşı bir haftada kazanırdık ama 10 milyon kişiyi öldürmek istemiyorum.”

Haçlı NATO işgaline karşı direnen Afgan mücahitler, eğer Amerika ve kukla rejime ödün vermeyip, onlarla masaya oturmayıp, Amerika’yı yenik ve zelil bir şekilde Afganistan’ı terk etmeye zorlarlarsa zafere ulaşırlar. Zelil ve bozguna uğramış bir şekilde ülkeden kovulan Sovyetler Birliği gibi ABD de aynı akıbete mahkûm olabilir.

Dünyaya eşkıyalık taslayan ABD’yi burnu yere sürterek İslâm’ın topraklarından defetmek gerekir. Bu hak batıl savaşıdır, bu İslâm küfür savaşıdır. Savaş ise sadece bir saatlik sabırdır.

Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

كَمْ مِنْ فِئَةٍ قَل۪يلَةٍ غَلَبَتْ فِئَةً كَث۪يرَةً بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ مَعَ الصَّابِر۪ينَ

“Allah´ın huzuruna varacaklarına inananlar: Nice az sayıda birlik Allah´ın izniyle çok sayıdaki birliği yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir, dediler.” [Bakara 249]

Taliban ve Mücahidler, Afganistan’da kurulu kukla rejime katılmak yerine onu ortadan kaldırmak ve Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in doğuşunu müjdelediği Nübüvvet metodu üzere Râşidî Hilâfet olan İslâmi yönetimi kurmak için çalışmalılar. Zira fecir yakındır ve müminlerin kalbi doğacak fecrin sıcaklığını kalplerinde hissetmektedir.