Hizb ut-Tahrir: Daha Yakından Bir Bakış
27 Ocak 2023

Hizb ut-Tahrir: Daha Yakından Bir Bakış

Köklü Değişim Medya

Dr. Elisa Orofino, Hizb-ut Tahrir’in 60 yıldan fazla bir süredir nasıl ayakta kalabildiğini ve hangi metodu izlediğini konu alan kitabının içeriğini, EER ile yaptığı röportajda detaylı olarak açıkladı.

Anglia Ruskin Üniversitesi (ARU) Doğu Bölgesi Politika Enstitüsü’nde (PIER) Aşırıcılık ve Terörle Mücadele Akademik Lideri olan Dr. Elisa Orofino, EER (European Eye On Radicilization; ‘Avrupalının Gözünde Radikalleşme’) kuruluşu ile yaptığı bir röportajda, Hizb-ut Tahrir’i, kökenlerini, mirasını, altmış yıldan fazla bir süredir siyasi hayatta varlığını ve gelişmesinin nedenlerini anlattı.

2009’dan beri bu konuları araştıran Orofino, Melbourne Üniversitesi’nde İslam Çalışmaları alanında doktorasını tamamlamış, Ekim 2018’de Anglia Ruskin Üniversitesi’nde PIER’e Doktora Sonrası Araştırma Görevlisi olarak katılmıştır. En son yayını “Batı'daki Entelektüel Radikalleri Araştırmak” (2019) adlı kitabıdır.

Yapılan röportajda Dr. Orofino, çoğunlukla genç entelektüellerden oluştuğunu ifade ettiği Hizb-ut Tahrir’i diğer İslamcı gruplardan ayıran ve hiçbir zaman değişmeyen en önemli iki karakterinin; "hedefe ulaşmak için şiddeti reddetmek" ve "laik demokratik siyasal sisteme katılımı reddetmek" olduğuna dikkat çekiyor.

Hizb-ut Tahrir’i şahsi liderlik yerine İslami Akide’ye dayalı fikri liderliği benimseyen bir kitle olarak tanımlayan Orofino, partinin yerel ve küresel olayları muhasebe yeteneğinin başarısının sebepleri olduğunun altını çiziyor.

Pek çok İslami grubun zaman içinde evrim geçirmesine ve taktiklerini zamana ve jeopolitik iklime göre değiştirmesine rağmen Hizb-ut Tahrir’in tutarlı bir odağı ve misyonu sürdürebilmesini ve uzun ömürlü olabilmesini Orofino, siyasi sisteme (laik demokratik nizam) katılımı ve şiddet kullanımını reddetme gibi temel ideolojik duruşa ve dinî bir farziyet olarak telakki edilen Hilâfet vizyonuna bağlıyor.

hizbut tahrir_hizbuttahrir_endonezya_cakarata-2007.jpg

Dr. Orofino’nun EER’ye verdiği röportajın yayınlanan bölümünün tamamı şöyle:

EER: Hizb-ut Tahrir (HT) hakkında bir kitap yazmak için size ilham veren neydi?

Dr. Elisa Orofino: Hizb-ut Tahrir’i sosyolojik açıdan çok etkileyici bir grup olarak görüyorum. Bugün hala aktif olan en uzun ömürlü ve köklü uluslararası devlet dışı aktörlerden biri. Diğer pek çok İslamcı grup gibi Hizb-ut Tahrir de 1953 yılında Filistin’deki İngiliz -ve daha genel olarak Batı- etkisine karşı bir adalet için protesto grubu olarak kuruldu. Ancak diğer pek çok İslamcı grubun aksine Hizb-ut Tahrir, belirli hedeflere ulaşmak için şiddet kullanımını ve siyasal sisteme katılımı reddetmek gibi temel noktalardaki duruşunu hiçbir zaman değiştirmedi. Bu tutarlılık gruba, zaman içinde yüksek derecede güvenilirlik sağlamış ve tüm dünyada Müslümanların belirli kesimlerine (çoğunlukla genç entelektüellere) hitap etme düzeyini arttırmıştır.

EER: Kitabınızda Hizb-ut Tahrir’in ikili yapısından bahsediyorsunuz. Öncelikle ideolojiyi içselleştiren ve uygulamalarını kendi toplumsal çevrelerine uyarlayan bireyler ile aynı zamanda Batı değerlerine ve emperyalizme karşı kolektif bir güç olarak Hizb-ut Tahrir’in yapısı hakkında daha fazla ayrıntıya girebilir ve bu kategorizasyonu desteklemek için bazı kapsayıcı örnekler verebilir misiniz?

EO: Hizb-ut Tahrir’in uluslararası bir örgüt olarak, belirli bir lider ve “LoGlo (Yerel/Küresel) stratejisi” yerine Akide’ye dayalı olarak üyelerin sadakatini sağlamada on yıllar boyunca çok başarılı olduğuna inanıyorum. Gruba resmen katılmadan önce, Hizb-ut Tahrir’e katılan herkesin Şeyh Takiddin En-Nebhani’nin (kurucu) grubun benimsenen literatürünü oluşturan kitaplarını incelemesi ve bunlara aşina olması gerekmektedir. Katılımcılar genellikle iki yıldan fazla bir süreyi Akide’nin temel unsurlarını öğrenerek, grubun tüm temel duruşlarını inceleyerek ve kabul ederek geçirirler. Bu yöntem, birey ile grubun kendisi arasında -aracılar olmaksızın- güçlü bağlar oluşturur. Bir kişi Hizb-ut Tahrir’in tam üyesi olduğunda, mevcut liderlerden veya diğer üyelerden bağımsız olarak, akideye dayalı olarak grubu hayatının önemli bir parçası olarak tamamen kabul eder. Hizb-ut Tahrir’in akidesi üyeler için kişisel düzeyde önemli olduğundan ve Müslüman olarak dini bağlılıklarının bir parçası olduğundan, üyeler genellikle grup içindeki çalışmalarına uzun yıllar (çoğunlukla tüm yaşamları boyunca) devam eder.

Sorunun ikinci kısmıyla ilgili olarak, Akide’nin tasdik edilmesi, Hizbileri yerel olayları küresel duruş ve hedeflerine göre yorumlamak için tüm kaynaklarla donatmaktadır ki ben buna “LoGLo Stratejisi”[1] diyorum; burada LoGlo, “yerel” ve “küresel” terimlerinin birleşiminden oluşmaktadır. Hizb-ut Tahrir şubeleri yerel meseleleri ulusal otoriteleri eleştirmek için kullanırken, Hilafet'i en iyi yönetim modeli olarak yüceltmektedir. On yıllar boyunca Hizb-ut Tahrir, hesap verebilirlik, meşruiyet ve hukukun üstünlüğü gibi eksiklikleri vurgulayarak bireyleri yerel yönetimlere karşı durmaya sevk etmek için yerelde yaşanan rahatsızlıkları/şikayetleri kullanmaya başlamıştır.

hizbut tahrir_hizbuttahrir_ennebhani.jpg

EER: Kitabınızda şöyle diyorsunuz: "Hizb-ut Tahrir, altmış yılı aşkın bir süredir değişmedi ve İslam karşıtı ve Müslümanlar için tehlikeli olarak tanımladığı bir yapıya (Batı sistemi) karşı ideolojik mücadelesini sürdürdü." Pek çok radikal grup zaman içinde evrim geçirdiği ve taktiklerini zamana ve jeopolitik iklime göre değiştirdiği için bu oldukça ilginç bir durum. Sizce Hizb-ut Tahrir neden böylesine tutarlı bir odağı ve misyonu sürdürebildi ve siz bu uzun ömürlülüğünü neye bağlıyorsunuz?

EO: Kitabımda, 1953’ün başlarından bu yana Hizb-ut Tahrir’i küresel çapta ve 45’ten fazla ülkede karakterize eden üç özel eylem motivasyonu tanımlıyorum: Dinî bir yükümlülük olarak Hilafet vizyonu, ümmetin çöküşünü durdurmanın tek yolu olarak Hilafet fikri ve İslami bir devletin yeniden kurulması için Müslümanlara küresel çağrısı.

Hizb-ut Tahrir’in benzersizliği büyük ölçüde grubun tutarlılığı ile ortaya çıkıyor; Hizb-ut Tahrir’in savunduğu Hilafet için hedeflerinin, yönteminin ve motivasyonlarının değişmez karakteri bunu gösteriyor. Bu unsurlar grubun yeni üye kazanımını teşvik etmesini sağlamıştır.

Benzer İslamcı devlet dışı aktörlerle karşılaştırdığımızda Hizb-ut Tahrir’i farklı kılan şeyin, temel ideolojik noktalarda (örneğin; siyasi sisteme katılımı ve şiddet kullanımını reddetme) ve davranış yöntemlerinde esneklik olmaması olduğuna inanıyorum. Dolayısıyla bunu değiştirmek, grubun kimliğini ve küresel varlığını karakterize eden temel unsurlardan uzaklaştırmak anlamına gelecektir.

hizbut tahrir_hizbuttahrir_türkiye_aile kaledir.jpg

EER: Batı toplumlarında yaşayan insanların neden bazen radikalleşmeye yöneldiğini açıklarken “Batı’daki ikinci ve üçüncü nesil Müslümanların ebeveynlerinden farklı bir dinî kimlik aramaya daha meyilli olduklarından” bahsediyorsunuz. "Bireyler daha sonra ebeveynlerinden ve baskın Batı kültüründen farklı modelleri keşfetmeye istekli oldukları ve farklı sesleri ve görüşleri dinlemeye açık oldukları bir dinî arayış ve bilişsel açılım sürecine girerler.” Bu süreçten daha ayrıntılı olarak bahsedip farklı modelleri araştıran bu insanlardan bazılarının neden Hizb-ut Tahrir’e yöneldiğine dair bazı kapsayıcı örnekler verebilir misiniz?

EO: Diaspora topluluklarına mensup insanlar -hangi nesilden ve etnik kökenden olursa olsun- her zaman iki kültürel, dinî ve sosyal model arasında yer alırlar. Bu çeşitlilik genellikle bireyin yaşamında bir katma değerdir ancak aynı zamanda radikalleşmeye yönelik bir tetikleyici olarak da işlev görebilir. İlgili araştırmalar, Batı’daki genç Müslümanlar tarafından bazen deneyimlenen İslami ve Batılı değerler arasındaki önemli kültürel ikilem olarak “iki kutuplu yaşam“a işaret etmektedir.

Bu bireyler aynı zamanda bir “kimlik krizi” de yaşayabilirler ki bu durum da, bireyin aynı anda hem Müslüman hem de Batılı olmak gibi birbiriyle bağdaşmayan kimlikleri arasındaki çatışmayı ifade eder. Bu sözde uyumsuzluk, bireyin dinî ve ulusal kimlikleri arasındaki bilişsel uyumsuzluk başa çıkılamayacak kadar fazla olduğunda, kendilerini tüm sorunların cevabı olarak sunan birçok aşırı İslamcı grubun -Hizb-ut Tahrir dahil- retoriğinde önemli bir yer tutmaktadır. Kimlik krizi yaşayan insanlar, tüm ideolojilerdeki aşırı gruplar için mükemmel bir hedeftir çünkü bu gruplar, bireylere hayatta bir amaç, güvenlik ve önemli bir şeye ait olma duygusu sağlayan gerçekliğin yorumlanmasına ilişkin belirli şemalarla hayata dair kuşatıcı bir yaklaşım sunmaktadır.

EER: Kitapta “Müslüman paranoyası anlatısı” ve “yeni sömürgeleştirme argümanı”ndan bahsediyorsunuz. Bu söylemleri detaylandırabilir ve Hizb-ut Tahrir ideolojisinin ne kadar ayrılmaz bir parçası olduklarını ve taraftar toplamada ne kadar etkili olduklarını açıklayabilir misiniz?

EO: Hizb-ut Tahrir’in küresel düzeydeki temel anlatılarından biri, Batı’nın (monolitik, yozlaşmış bir devletler sistemi olarak) ümmete (Müslümanların küresel topluluğuna) karşı, söz konusu ümmetin tamamen boyun eğdirilmesi ve Batılılaştırılması amacıyla aktif bir savaş yürüttüğüdür. Hizb-ut Tahrir, Müslümanları kültürel olarak absorbe etmek ve Batı’daki ana akım toplumdan uzakta bir “şüpheliler topluluğu” haline getirmek için İslam’ın devlet destekli bir versiyonunu -Hz. Muhammed’e indirilenden çok uzakta- teşvik eden bir Batı sistemi olduğu fikrini durmaksızın yaymaktadır.

Hizb-ut Tahrir ayrıca Batılı devletlerin adil olmayan askerî anlaşmalar, ittifaklar, karşılıklı güvenlik anlaşmaları, ekonomik ve mali yardımlar ve kültürel programlar aracılığıyla Orta Doğu’da hala sömürgeci bir etki uyguladığını (yeni sömürgecilik argümanı) öne sürmektedir. Bu tür argümanlara maruz kaldıklarında, Batı’daki Müslüman diaspora topluluklarının üyeleri kardeşlikten yoksun olma hissine kapılabilirler. Bazıları köken topluluğa yönelik bu tür tehditlere karşılık vermek isteyebilir ve bu nedenle sözde tehditlere karşı koymak için gruba katılabilir.

hizbut tahrir_hizbuttahrir_endonezya_cakarata-2006.jpg

EER: Hizb-ut Tahrir propagandasını yaymanın ve taraftar toplamanın kilit özelliklerinden birinin, bu tür materyallerin faaliyet gösterdikleri Batı ülkesinin dilinde yazılması olduğunu, bunun da onları genellikle kendi dillerinde iletişim kuran eski nesil imamlardan ve Müslüman cemaat üyelerinden ayırdığını belirtiyorsunuz. Bu konuda daha ayrıntılı bilgi verebilir ve bu taktiğin neden Batı ülkelerinde yaşayan Müslüman gençlerin kalplerini ve zihinlerini kazanabildiğini açıklayabilir misiniz?

EO: Batılı devletlerdeki Müslüman diaspora toplulukları üzerine yapılan çalışmalar, bu toplulukların özellikle gençleri kapsayıcı olmadığına, gençlerin genellikle liderlik rollerine veya önemli konuların yönetimine seçilmediğine işaret etmektedir.

Dahası, dil engeli gençlerin kendi dinî topluluklarına dahil olmalarının önünde büyük bir engel teşkil etmektedir. Gençlerin Arapçası -ya da köken dilleri- her zaman akıcı değildir ve bu durum çoğu zaman İslam’ın daha derinlemesine anlaşılmasını engellemekte ve dinî hizmetlere katılımın önünde bir engel teşkil etmektedir.

Buna karşılık, Hizb-ut Tahrir gibi Batı’da faaliyet gösteren radikal İslamcı gruplar, faaliyet gösterdikleri Batı ülkesinin dilini kullanarak dinî bilgi ve broşürler yaymakta ve Kur'an çalışmaları düzenlemektedir ki bu dil aslında genç Müslümanların büyük çoğunluğunun anadilidir. Dolayısıyla, dini kaynaklara ve söylemlere erişilebilirlik, Hizb-ut Tahrir gibi İslamcı gruplar için, faaliyetlerini çoğunlukla kendi ülkelerinin dilinde yürüten yaşlı göçmenlerden oluşan geleneksel İslami gruplara kıyasla ayrıcalıklı bir özellik teşkil etmektedir.

Üstelik Hizb-ut Tahrir gibi radikal İslamcılar çekiciliklerini iyi kullanmakta ve sosyal adaletle ilgili konuları gündeme getirmekte, kendilerini ümmetin savunucuları olarak konumlandırmakta ve dünyadaki Müslümanları korumak için Hilafet'in yeniden kurulmasını teşvik etmektedirler. Hizb-ut Tahrir üyeleri ayrıca kendilerini İslami dinî yükümlülükler ve vahiyler konusunda “kitlelerin eğiticileri” olarak sunmakta ve bu da onları dindar bir otorite olarak öne çıkarmaktadır.

hizbut tahrir_hizbuttahrir_türkiye_yürüyüş.jpg

EER: Yeni üye kazanma tartışmasına ek olarak, “entelektüellerin Hizb-ut Tahrir’in genişlemesini sürdürmek için en çok aranan hedef kitle havuzu haline geldiğinden, çünkü küçük bir grup eğitimli insanın bile Hizb-ut Tahrir’in ideolojisini halka açık konuşmalar, konferanslar, yayınlar ve dergi makaleleri aracılığıyla daha geniş bir kitleye aktarabildiğinden” de bahsediyorsunuz. Bunun örneklerini vurgulayabilir ve böyle bir stratejinin faydalarını açıklayabilir misiniz? Bu strateji iyi işledi mi ve aradan geçen on yıllar içinde bu stratejiden herhangi bir sapma oldu mu?

EO: Hizb-ut Tahrir, kurucusunun kendisi (Şeyh Takiyyuddin en-Nebhanî) entelektüel ve son derece bilgili bir adam olduğu için kuruluşundan bu yana her zaman parlak beyinleri hedeflemiştir. Hizb-ut Tahrir’in kültürlendirme süreci, bireyin önceki inançlarını sorgulamaya başladığı ve Hizb-ut Tahrir’in ideolojik ilkelerine daha aşina hale geldiği halakalara (ders grupları), sohbetlere ve bilgilendirici etkinliklere dayanmaktadır. “Kültürlendirme” derken, grubun üyelerini belirli değerler ve anlamlar konusunda eğitmek için başlattığı ve üyelerin grubun kültürüne aşina olmasını sağlayan süreci kastediyorum. Bu uygulama ve Hizb-ut Tahrir’in Müslüman çoğunluğa sahip ülkelerde Hilafet'i yeniden kurma stratejisinde kültürlendirmenin oynadığı önemli rol hiç değişmemiştir.

Daha açık bir ifadeyle Hizb-ut Tahrir, çağrısını ilk olarak küçük bir Müslüman entelektüel grubuna yöneltir ve onları örgütün temel ideolojik ilkeleri konusunda eğitir. Bu ilk entelektüel grup, daha sonra ana akım topluma girer ve Hizb-ut Tahrir ideolojisi ve yöntemlerinin doğruluğu konusunda insanları ikna etmek için güvenilirliğini kullanacak olan ilk çekirdek kadroyu oluşturmaktadır (kaynaşma aşaması). Son olarak, kamuoyu Hizb-ut Tahrir’in fikirlerini benimsediğinde, grup bir darbe için hazır olacak (yetkili pozisyonlarda bulunan Müslümanlar Hizb-ut Tahrir’in darbesini destekleyecek), yozlaşmış hükümetleri devirecek ve İslam devletini kuracaktır. Bu plan hala değişmemiştir.

hilafetin-yikilisinin-101-yil-donumunde-mescid-i-aksa-dan-ummete-ve-ordularina-cagri-835  hizbut tahrir.jpeg

EER: "LoGlo Stratejisi" olarak adlandırdığınız stratejide, Hizb-ut Tahrir şubelerinin yerel meseleleri ulusal otoriteleri eleştirmek ve yerel ve küresel şikayetler arasında ortak noktalar bulmak için nasıl kullandığını açıklıyorsunuz. Bu, Hizb-ut Tahrir’in önemli bir varlığa sahip olduğu coğrafyalarda yaygın olarak benimsenen bir strateji mi? Bunun neden etkili bir strateji olduğunu düşünüyorsunuz? Sınırları aşan daha geniş bir topluluk duygusunu teşvik ettiğini düşünüyor musunuz?

EO: Yukarıda anlattıklarımı tamamlamak gerekirse, “LoGlo stratejisinin” son derece etkili olduğu kanıtlanmıştır, çünkü 45 ülkede faaliyet gösteren uluslar ötesi bir kuruluş olan Hizb-ut Tahrir, küresel düzeyde tek bir sesle konuşmayı başarmaktadır. Gerçekten de bu, sınırların ötesinde bir topluluk ve kuruluşa aidiyet duygusunu teşvik ediyor.

EER: Kitapta; Müslüman Kardeşler, Cemaat-i İslami ve Hizb-ut Tahrir’in ideolojileri arasındaki ortak noktalara dair çeşitli örnekler veriyorsunuz. Örneğin, her üç grup da şeriatın en iyi ulusal ve uluslararası yönetim sistemi olduğuna inanıyor. Üç grup arasındaki diğer bazı önemli örtüşme ve farklılıkları paylaşabilir misiniz?

EO: Müslüman Kardeşler ve Cemaat-i İslami; kurucularının tarihsel olarak ümmeti kafirlerin nüfuzundan kurtarma iddiaları ve Batı’yı düşman olarak görmeleri gibi Hizb-ut Tahrir ile pek çok ortak noktası olan iki uzun soluklu uluslararası İslami uyanış hareketidir. Ancak Hizb-ut Tahrir, metodolojisi ve Hilafet'e ilişkin detaylı vizyonu bakımından Müslüman Kardeşler ve Cemaat-i İslami’den ciddi farklılıklar göstermektedir.

Bu gruplar arasındaki temel farklılıklardan biri çoğunlukla Hizb-ut Tahrir’in “reddiyeci” bir İslamcı grup olarak değişmeyen duruşundan kaynaklanmaktadır. Bu terimden de anlaşılacağı üzere Hizb-ut Tahrir her zaman demokratik “beşer yapımı” siyasi sistemlere her türlü katılımı reddetmiş, üyelerinin oy kullanmasını ve seçimlerde aday olmasını yasaklamıştır. Buna karşılık hem Müslüman Kardeşler hem de Cemaat-i İslami, Batılı politikaya “katılımcı” bir yaklaşım benimsemişlerdir. Lobicilik, örgütlenme ve seçimlerde aday göstermek için siyasi partiler kurma yoluyla demokratik sisteme aktif bir şekilde dahil olmuşlardır. Birçokları için Müslüman Kardeşler ve Cemaat-i İslami hala küresel ümmeti aktif bir şekilde savunmak için ideal platformu temsil ederken, Hizb-ut Tahrir’in reddiyeci tutumu, terör faaliyetlerine karışmadan kafir sisteme güçlü bir şekilde karşı çıkmak isteyen Batı’daki Müslümanlara hitap ediyor.

hizbut tahrir_hizbuttahrir_türkiye_konferans.jpg

EER: Avustralya’da bir Hizb-ut Tahrir üyesiyle yaptığınız röportajda şöyle diyorlar: “Birçok grup Hilafet'i savunuyor, ancak Hilafet kurulduktan sonra nasıl görünmesi gerektiğine dair bir planları ve fikirleri yok... Hizb-ut Tahrir’in sadece bir planı yok, aynı zamanda hazır bir anayasası da var.” Sizce, yönetime dair bu kadar detaylı bir yol haritasına sahip olmaları, pek çok Müslüman ülkenin grubu yasaklamasının temel nedenlerinden biri mi? Şiddeti reddetmelerine rağmen, Müslüman ve Batı dünyasındaki hükümetler Hizb-ut Tahrir’i ciddi bir ulusal tehdit olarak görüyor mu?

EO: Hizb-ut Tahrir’in elinde tuttuğu ayrıntılı Hilafet vizyonunun iki ucu keskin bir kılıç olduğuna inanıyorum. Bir yandan gruba güvenilirlik sağlıyor ve bir planları varmış gibi göründüğü için çeşitli ülkelerdeki Müslüman diaspora toplulukları arasında cazibelerini artırıyor.

Öte yandan, grubun kurulduğu günden bu yana açıkça dile getirdiği diğer tüm hükümet sistemlerine yönelik nefret, hem Müslüman çoğunluğa sahip ülkelerde hem de Batı’da kamu otoriteleriyle çatışmalı bir ilişki yaratmıştır. Bence Hizb-ut Tahrir’in birçok Müslüman çoğunluklu ülkede yasaklanmasına neden olan ana unsur Hilafet kurma planı değil. Liberal olmayan pek çok ülkeyi Hizb-ut Tahrir’i bir terör grubu ve ulusal tehdit olarak görerek basitçe yasaklamaya iten daha ziyade hükümet karşıtı söylemleridir. Bu süreç, ifade özgürlüğünün Hizb-ut Tahrir’in hem çevrimiçi hem de çevrimdışı faaliyetlerine karşı bir kalkan görevi gördüğü Batılı liberal dünyada çok daha karmaşık durumda.

hizbut tahrir_hizbuttahrir_türkiye fatih.jpg