Dünyada kıyametin kopması için acaba başka ne olması gerekirdi? Gazze’de 5 bine yakını çocuk 11 bin insan katledildi. 40 bin bina yıkıldı ve 100 binlercesi de hasar aldı. Alt yapı ve içme suyu kanalları imha edildi. İbadethaneler, okullar, hastaneler, pazar yerleri veevlerini terk etmek için yola çıkmış konvoylar bombalandı.
Birileri bunu savaş olarak tanımlıyor; hayır, hayır bu bir savaş değil… Savaşın da bir ölçüsü, ahlakı, sınırı ve namusu olur çünkü… Savaşta tarafların askerleri karşı karşıya gelir, karargâhlar, cephanelikler, askeri noktalar hedef alınır. Taraflar birbirlerini zayıflatıp pes ettirmeye çalışırlar. Güçlü olan kendi planını karşı tarafa kabul ettirir. Ayrıca bu savaşın sonunda esirler de karşılıklı olarak takas edilirler.
Bizim 7 Ekim’den beri gördüklerimizin ismi savaş değildir. Bu açık bir katliam ve soykırımdır. 21. Yüzyılda insanlığın gözleri önünde, açıkça, canlı olarak sergilenen bir vahşettir.
Teknolojinin bu kadar gelişmediği, haberleşmenin bu kadar hızlı olmadığı dönemlerde dünyanın herhangi bir bölgesinde işlenen cinayetler çok sonraları duyulurdu. İnsanlar günler, hatta aylar sonra hayatta kalanların şahitlikleriyle yaşananlardan haberdar olurdu. O günün insanlarının sorumlulukları, veballeri, dönemlerinin imkanları kadardı. Bir zulmün işlenmiş olmasından sonra ondan haberdar olanlar, hayatta kalanları teselli etmek, onların yaralarını sarmak, eğer güçleri yetiyorsa ordu toplayıp zulmü işleyenden hesap sorarak sorumluluklarını yerine getirirlerdi.
Ama bugün, toplu ölümlerin her dakikasının, her saatinin an an sergilendiği, işitildiği bir dünyada bizlerin hali nice olacaktır. Bir saat önce nefes alan bir bebenin öldürüleceğinin bilinmesine rağmen bir şeylerin yapıl(a)mıyor olmasının zilleti kimlere aittir. Öncesinde aydınlatma fişekleri atarak hazırlık yapan sadist caninin sonrasında saldıracağının bilinmesine rağmen, bahçesine korunmak için sığınmış insanlarıyla bombalanan hastane için engelleyici hiçbir adım atamayan yönetimlerin, halkların, insanlığın dünyada ve ahirette hali nasıl olacaktır…
Herkes elindeki imkânları, gücü ve yetkisi oranında mesuldür. Halklar tepki gösterir, isyan eder, kınar ve Siyonistlere destek verenlere karşı tavır alır. Ama ya ellerinde emretme yetkisi olanlar ya diplomasi yürütme, savaş mühimmatı desteği sağlama ve orduları harekete geçirme yetkisi olanlar ne yapmalıdır? Onlar da halklar gibi günlerce, aylarca “kınıyoruz, kınıyoruz” diyerek vakit mi geçireceklerdir? Halkların buğzetmesi, kınaması kendi şartları içinde anlaşılabilir. Ama ya yetki sahiplerinin bu aciz ve kişiliksiz politikaları normal görülebilir mi?
35 gündür toplanmaktan aciz, tehdit etmekten aciz, somut adım atmaktan aciz güç ve yetki sahipleri ölen 5 bin çocuğun yakalarına yapışmasından hiç korkmuyorlar mı? Allah’a hesap vermekten, ahiret dehşetinden ürpermiyorlar mı?
Bırakın bölgeye silah göndermeyi, bırakın Allah için ordular veya özel birliklerle Gazze’de savaşmayı, işgalci terör devletinin eli kanlı konsolos ve büyükelçilerini topraklarından kovamayıp, Siyonist çeteyle askeri, siyasi ve ticari ilişkilerini bozmaya cesaret edemeyen yönetimler halkların ve Allah’ın öfkesinden hiç mi korkmuyorlar?
Gazze’nin tek nefes alma kanalı olan Refah’tan bile insani ürün girişi engelleniyorken, 7 Ekim’den beri işgalci terör devleti israil’in limanlarına aralıksız tonlarca gıda, malzeme taşıyan gemilerin kendi limanlarından çıkmasına engel olamayanların bu soykırımda suç ortaklığı yok denilebilir mi? Katillerin işledikleri cinayetleri daha uzun sürdürebilmeleri için ihtiyaçları olan can suyunu onlara kesintisiz sağlamak, yaşanan yıkım ve ölümlerde sizleri pay sahibi yapmayacak mı?
Beyler, kesin edebiyatı, lafı… Bir şey yap(a)mayacaksanız açın kapıları…
Hamza ER / Yazar