Hizb-ut Tahrir Türkiye Haftalık Değerlendirme Toplantısı - [03 Aralık 2019]
04 Aralık 2019

Hizb-ut Tahrir Türkiye Haftalık Değerlendirme Toplantısı - [03 Aralık 2019]

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu

Köklü Değişim Medya

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Başkanı Mahmut Kar, bu haftaki gündem değerlendirme toplantısında; Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından 4 yılda bir düzenlenen ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kapanış konuşmasını yaptığı 6. Din Şurası’na, NATO’nun 70. kuruluş yılı anma toplantısına katılmak üzere Londra’ya giden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamalarına ve Çin zulmü altında inim inim inleyen Doğu Türkistanlı Uygur Müslümanlarının çaresiz bırakılmışlığına değindi.

İşte, Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Başkanı Mahmut Kar’ın dün akşam gerçekleştirdiği Haftalık Değerlendirme Toplantısını tam metnini istifadenize sunuyoruz:

•6. DİN ŞÛRASI

Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından her 4 yılda bir düzenlenen Din Şurası’nın 6.sı Ankara’da yapıldı. Şurada tüm dünyayı etkileyen sosyokültürel değişimin ve dine etkisi, dinin hayatla ilişkisi ve yine dinin gelecek tasavvuruna etkisi gibi konular ele alındı. Kapanış konuşmasını Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı şuranın sonunda 37 maddeden oluşan sonuç bildirgesi yayımlandı.

Öncelikle bir hatırlatmada bulunarak bilinen bir gerçeğin altını çizmek istiyorum: Diyanet İşleri Başkanlığı 3 Mart 1924’te Hilâfet’in kaldırılmasının ardından kurulmuştur. Hilâfet’in ilga edilmesiyle laik Cumhuriyet kurulmuştur, yeni devlet laiklik düşüncesini Batı’dan ithal ederek kabul etmiş, benimsemiştir. Bu sebeple dinin devlet, toplum ve hayattan koparılıp atılması sonrasında bireylerin yaşantısını ve dinin camilere hapsedilmesini kontrol etmesi için Diyanet kurulmuştur. Onun için Diyanet bugüne kadar “laikliğin küfür” olduğunu ve “demokrasi düşüncesinin İslâm’a zıt” olduğunu söyleyememiştir ama “Cumhuriyet’in fazilet” olduğunu da bas bas bağırmıştır.

Din Şurası’nın 37 maddelik sonuç bildirgesinde problemlerin, kötülüklerin kaynağı olan laiklik ve demokrasi hakkında tek kelime edilmemiştir. İşte bu gerçek yani Diyanetin laik bir devletin resmî kurumu olması gerçeği, onun İslâm adına yaptığı tüm çalışmaları kaçınılmaz olarak kısır bir döngüye mahkûm etmiştir. Şöyle bir düşünün: laik devlet gayri İslâmi tüm yasa, kanun ve uygulamalarıyla topluma kötülük ve şer bulaştırıyor. Diyanet, devletin bu yasa ve uygulamalarına hiç ses çıkarmadan Müslümanlara sadece birey olarak ahlaklı ve dindar olmalarını telkin ediyor. Böyle bir sistemde, böyle bir düzende dinin toplumu ihya etmesinden nasıl bahsedilebilir? İslâm’ın ekonomik alana müdahalesini engelleyen, toplumsal konulara ilişkin hükümlerini yok sayan bu düzende refah, huzur ve adaletten bahsedilebilir mi? Bahsedilemez!

Bunu AK Parti iktidarı yöneticileri ve özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan yapıyor. Sırf tribünlere oynamak için gerçekleri saptırıyorlar. Ne diyor Cumhurbaşkanı? “Günün 24 saati, yılın 365 günü, ömrümüzün sonuna kadar Müslümanca yaşamakla emrolunduk.” diyor. “Nerede ve hangi zamanda yaşarsak yaşayalım, faiz, yalan, zulüm, kibir, iftira, tecessüs, zan, hırsızlık, masumu öldürmek yasak olmaya devam edecektir.” diyor.

Yanlış duymadınız! Bunları devletin en üst makamında, karar mekanizmasında oturan Cumhurbaşkanı söylüyor. Ben de diyorum ki: haydi buyurun o zaman… Bunları İslâm ve Kur’an’a göre düzenleyecek sizsiniz? İslâm faizi yasaklamıştır, evet! Haydi, o zaman tüm devlet kurumlarında faizi yasaklayın; vatandaşın sırtına yüklediğiniz faizle katlanan vergi borçlarını kaldırın, silin! İslâm, hırsızlığı el kesme cezası ile yasaklamıştır. Haydi, o zaman hırsızları, arsızları, dolandırıcıları, rüşvetçileri yakalatın ve İslâm’ın hükmünü uygulayın. İslâm yalanı yasaklamıştır, evet! Allah’tan korkun bari de yalan söylemeyin!

“Kur’an’ın emirlerini yok saymak, hafife almak veya hükümsüz kılmak bir Müslümana yakışmaz.” diyorsunuz. Bu size nasıl yakışıyor o halde? Siz Müslüman değil misiniz? Müslümanların başında yönetici değil misiniz? Bu haramları niçin yasaklamıyorsunuz? Niçin “Faiz dünya gerçeğidir” diyorsunuz? Faiz dünya gerçeği ise Allah’ın hükümleri mi yalan, söyleyin! Niçin söylediklerinizi yapmıyorsunuz? Niçin sadece tribünlere oynuyorsunuz?

Allah *Subhanehu ve Teâlâ’*nın şu sözüne kulak verin:

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لِمَ تَقُولُونَ مَا لَا تَفْعَلُونَ كَبُرَ مَقْتاً عِنْدَ اللّٰهِ اَنْ تَقُولُوا مَا لَا تَفْعَلُونَ

“Ey iman edenler! Niçin yapmayacağınız şeyleri söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz Allah katında çok çirkin bir davranıştır.” [Saf 2-3]

Buradan hem Diyanet İşleri Başkanına hem de Cumhurbaşkanı olarak size sesleniyorum! Bu laik demokratik düzende dini yaşamak mümkün değil, bu kesin. İslâm, başta yönetim olmak üzere hayatın tüm alanlarını kuşatan kapsamlı bir hayat nizamıdır. İslâmi bir nizam olmadan İslâmi bir toplum inşa edilemez! Çünkü toplum sadece fertlerden değil, fikirler, duygular ve nizamlardan oluşan bir bütündür. Bu laik düzende gayri İslâmi kanun ve nizamlarla İslâmi bir toplum oluşmaz, oluşturamazsınız! Bu düzende İslâmi bir eğitim sistemi olmadan İslâmi şahsiyetler, dindar nesiller de yetişmez, yetiştiremezsiniz! İslâmi eğitim sistemi olmadan ateizm, deizm ve sünnet inkârcılığı gibi akımların, Müslümanların inanç ve değerlerine zarar vermesi engellenemez, engelleyemezsiniz!

Kıymetli Müslümanlar sizlere sesleniyoruz!

İslâmi bir nizam olmadan aileyi, toplumu ifsat eden İstanbul Sözleşmesi gibi tuzaklarla esaslı mücadele edilemez! Şiddet ve istismara son verilmez! İslâmi bir nizam olmadan kardeşi kardeşe düşman yapan milliyetçilik fitnesi söndürülemez! İslâmi bir nizam olmadan kapitalizmden kaynaklanan ekonomik krizler çözülemez! Rant ve yolsuzlukla mücadele edilemez! İslâm hukuku olmadan adalet sağlanamaz; yargı siyasetin hizmetkârı olmaktan kurtulamaz! Velhasıl İslâmi bir nizam olmadan sahih din anlayışından, dinin hayatla ilişkisinden, dinin gelecek tasavvuruna etkisinden ve yaşadığımız sorunların köklü çözümünden söz edilemez! En önemlisi de İslâmi bir düzen olmadan Rabbimizin bizden, Müslümanlardan razı olması düşünülemez! Öyleyse İslâm nizamının hayatımıza hâkim olması için çalışalım ve hep birlikte Rabbimizin rızasını kazanarak hem dünyada hem de ahirette hayat bulalım.

•NATO’NUN 70. KURULUŞ YILI

Cumhurbaşkanı Erdoğan NATO’nun 70. Kuruluş yıldönümü münasebetiyle bugün Londra’ya gitti, biliyorsunuz. Cumhurbaşkanı gitmeden önce tabii medya üzerinden Türkiye’nin iyi niyet mesajları Londra’ya gönderildi. Neler söylendi? “NATO güvenilir ve caydırıcı bir güçtür” denildi; “NATO terörizme karşı küresel ve bölgesel istikrarı desteklemektedir” gibi açıklamalar yapıldı. Cumhurbaşkanı ise ziyaret öncesi yaptığı açıklamada, “Türkiye’nin NATO’nun vazgeçilmez bir ortağı olduğunu söyledi. *“Terör örgütlerinden kaynaklanan asimetrik tehditler karşısında NATO’nun çok daha kararlı ve etkin davranması gerektiği”*ni söyledi.

NATO hakkında sarf edilen bu övgü dolu sözlere gerçekten uzmanlar, medyacılar, yöneticiler kendileri de inanıyorlar mı? Zannetmiyorum! Mesela, NATO’nun daha aktif mücadele etmesi gereken “terörist örgütler”, “teröristler” kim? PKK mı? PYD veya YPG mi? Sizce hangi örgütleri kastediyorlar? Sizce kimi terörist olarak görüyorlar? NATO’nun bugüne kadar Türkiye’yi tehdit eden Amerika ve Avrupa destekli örgütlere karşı caydırıcı bir askerî hamlesine hiç şahit oldunuz mu? NATO’nun bugüne kadar Müslümanlara yönelik, İslâm coğrafyasına yönelik saldırı ve işgallere karşı başlattığı bir askerî harekât var mı? Bizim için hiç adım attı mı, NATO? Dünya üzerinde son yüz yılda en fazla masum kanı İslâm coğrafyasında döküldü, en fazla bu coğrafya tehdit yaşadı. Peki, NATO hiç harekete geçti mi? Geçti tabii geçti, hakkını yememek lazım… Irak’ta harekete geçti, Afganistan’da harekete geçti, Bosna ve Kosova’da harekete geçti. Ama Müslümanlar için değil Amerika ve Batılı kâfirler için…

NATO bugüne kadar hiçbir yerde Müslümanların lehine kâfirlere karşı, ABD ve sömürgeci Avrupa’ya karşı caydırıcı olmadı. Çünkü küfür tek millettir. Onların savaşları, siyasetleri, dostluk ve düşmanlıkları, Müslümanlar söz konusu olduğunda, tektir. Birleşmiş Milletler, Barış Gücü, NATO, Koalisyon Güçleri… tüm bu ittifaklar ve birleşmeler, Müslümanların aleyhinedir. NATO, ABD öncülüğünde Batılı kapitalist kâfirler tarafından komünizm tehdidine karşı kurulmuştu, biliyorsunuz. Bugün artık komünizm tehdidi yok. Peki, NATO niye var o zaman? NATO, İslâm coğrafyasını ve Müslümanları tehdit olarak görüyor da onun için var. Bu sebeple, Müslümanlarla her an savaş halinde olan, onları yurtlarından süren ve onlara her gün acılar yaşatan kâfirlerin paktlarına girmek, askerî ve stratejik ortaklıklar içinde olmak, onların kontrolünde kurulmuş askerî ittifaklara üye olmak Müslümanlara haramdır. Helal olan, hatta farz olan şey, işgal edilmiş beldeleri küfür askerlerinden temizlemektir! Farz olan şey, bu toprakları yeniden tekrar İslâmlaştırmaktır!

Müslümanların devleti, NATO gibi küfür birliğine üye olan devletler değildir. Müslümanları temsil eden yönetici, Batılılarla dost, onlara hizmet eden yöneticiler değildir. Müslümanları kurtaracak olan ordu, NATO bünyesinde kâfirler ve çıkarları için savaşan ordular değildir. Müslümanların devleti, Râşidî Hilâfet Devleti’dir; Müslümanları temsil eden yönetici, Halife Ömer gibi, Halife Abdulhamid gibi yöneticilerdir. Müslümanları kurtaracak olan ordu, başında Selâhaddîn Eyyûbî gibi, Mutasım gibi komutanların olduğu ordulardır.

•KANAYAN YARA DOĞU TÜRKİSTAN!

İslâm Ümmetinin dinmeyen acısı, kanayan yarası, duyulmayan sesi, Doğu Türkistan maalesef her gün ama her gün yeni katliam ve zulümlerle anılıyor. Sistematik zulümler, akla hayale gelmeyecek işkencelerle milyonlarca Müslüman, Çin tarafından katledildi ve bu zulüm, bu katliam hâlâ devam ediyor. Çince dayatmasıyla asimilasyon yapılıyor, kısırlaştırma yolu ile doğumlar engelleniyor. Sadece bunlar mı? Müslümanların namaz kılması, oruç tutması, Kur’an-ı Kerim okumaları, camiye gitmeleri, selam vermeleri bile yasak. Bu duruma isyan eden mazlumların çığlığı, feryat ve figanları yöneticilerin saraylarına ulaşıyor ama duvarlarına çarpıp geri dönüyor. Çin işgali altında olan bu beldemiz, tarihin en büyük zulümlerinden birini yaşamasına rağmen gözler kör, diller lal, kulaklar sağır. Öyle ki zulüm artık şiirlere dize oldu.

Doğuda bir vilayet, gözlerden çok uzakta

İmdadına yetişen yok, bin bir çeşit tuzakta

Çiğ çiğ yedi dar-ı İslâm’ı çekik gözlü şeytan

Sağırı uyandırdı çığlık, eriyor Doğu Türkistan!

Soykırım, asimile, okullarda küfür and’ı

Tertemiz mümineler Çinlilerle nikâhlandı

Naaşları sahipsiz, hep topluca gömüldü

Dilsizleri susturan acep hangi ödüldü?

Hesap soracak kim şu Komünist Çin’den?

Yok mu adam gibi adam liderler içinden?

Nerede, lafa gelince taşı tuz buz edenler?

Nerede, Yecüc ve Mecüc ile poz verenler?”

Bu zulme sessiz kalmakta ısrar eden yöneticilere bir kez daha yeniden soruyorum: Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in şu sözünü duymadınız mı:

الْمُسْلِمُ أَخُو الْمُسْلِمِ، لاَ يَظْلِمُهُ وَلاَ يُسْلِمُهُ

“Müslüman Müslüman’ın kardeşidir; ona zulmetmez (onu mahzun bırakmaz), onu (düşmana da) teslim etmez.”[Buhari]

Bu çağrıya koşmayı, katil Çin ile yaptığınız ticari anlaşmalara feda etmeye devam mı edeceksiniz? Bu zulüm ancak devlet gücü ile son bulabilir, siz sadece konuşacak mısınız? Çin zulmü altında yaşayan Müslüman Uygurlar sizlerden yardım bekliyorlar. Ne zaman Doğu Türkistan için harekete geçeceksiniz?

Doğu Türkistan meselesini dert edinen, âlimlere, kanaat önderlerine, sivil toplum temsilcilerine sesleniyorum! Muhacir Uygurlara sesleniyorum:

Kıymetli kardeşlerim! Allah rızası için harekete geçmeleri için yöneticileri uyarın. Yöneticilerin oyalayıcı boş sözlerine kanmayın! Bu zulmü duyan, şahit olan Müslüman kardeşlerim! Çin’e karşı sadece buğzetmekle mi yetineceğiz? Hayır! Müslümanların düşmanlarıyla ortaklık yapan, ekonomik menfaatlerini Doğu Türkistan halkının dininden, canından, kanından, ırzından üstün tutanlardan beri olacağız. Bu zulümleri bitirmeleri için onlara baskı yapacağız! Yapmalıyız, yapmalısınız.

Konuşmama, şu hikmetli güzel söz ile son veriyorum: “Yönetim akılsızlarda, silah korkaklarda, mal da cimrilerde olursa iş bozulur.”

Bu ümmet, Allah’tan korkan, elindeki gücü zalimlere karşı kullanmaktan çekinmeyen, serveti adaletle dağıtan yöneticilere mecburdur. Bu ümmet; dinini, canını, ırzını, malını koruyacak Hilâfet’e muhtaçtır.

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu