Yusufların Gömleğini Yırtan Çağdaş El: “İstanbul Sözleşmesi”
16 Aralık 2019

Yusufların Gömleğini Yırtan Çağdaş El: “İstanbul Sözleşmesi”

6284 sayılı Kadına Şiddeti Önleme Kanunu, hepimizin bildiği adıyla “İstanbul Sözleşmesi” ve bu bağlamda delil olmaksızın kadının beyanı esas alınarak erkeğin evden uzaklaştırılması, kamuoyunda hafife alınmayacak düzeyde infiale neden olmaktadır. Yazdıklarımın yanlış anlaşılmasının önünü almak adına “bizlere kadınların Allah’ın birer emaneti dolaysıyla da korunması gereken değerlerimiz” olduklarını en başında ifade etmek isterim.

Peki, -sözde- kadınları korumak adına çıkartılan orijinal adıyla “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi”, halk jargonunda “İstanbul Sözleşmesi” kadını gerçekten koruyabiliyor mu? Ailelerin dağılmasının önüne geçebiliyor mu? Ya da “kadınları ve aileleri koruyacağız” derken erkelerin maruz kaldıkları mağduriyetler söz konusu mu?

Sadece bir cümleyle ifade edelim; bu fasit sözleşmeden sonra kadına şiddetin, boşanma oranlarının kat be kat arttığı rakamlarla sabittir. Dolaysıyla bu sözleşmenin maksadı “üzüm mü yemek, bağcıyı mı dövmek?” Bunun cevabını biz, rakamlardan ve verilerden önce hayatın içerisinde yaşanan infiallerden biliyoruz.

Kanunun çıkarılması her ne kadar kadını şiddetten koruma amaçlı görünse de pratikte tamamen aileyi yıkmanın, yuvayı dağıtmanın, kocayı evden uzaklaştırmanın esasını teşkil ediyor. Bu kanun; ailelerin, karı-kocanın arasında meydana gelen “minnacık” sorunları çözmek yerine çözümsüzleştiriyor ve bu çözümsüzlük ne yazık ki ailelerin dağılmasıyla en fecisi de bazen ölümlerle sonuçlanıyor.

Aile arasında anlaşmazlıkların olması gayet tabiidir. Anlaşmazlıkların meydana gelmesi ise insan olmanın beraberinde getirdiği kaçınılmaz bir gerçektir. Ancak ne var ki bu sözleşmenin hazırladığı çözümsüzlük zemini; küçük müdahalelerle çözülebilecek yaraları/çizikleri başka bir ifadeyle pansuman derecesindeki yaraları derinleştiriyor ve adeta kangrene çeviriyor. Bence bu kanunun adı “yuva yıkan” olmalıydı. Gerçi her ne kadar resmiyette başkaca ifade edilse de bizler bu kanunun gerçekte yuvalar yıktığını, masum Yusufları zindana attırdığını ve kadını hakkıyla koruyamadığını yaşayarak öğreniyoruz.

2012’de yürürlüğe giren 6284 sayılı kanun geride kalan yedi yılda kadınları tam anlamıyla koruyamazken büyük bir hukuki ve toplumsal kaosun oluşmasının da önüne geçemedi. Önüne geçmek şöyle dursun var olanları koruyamadı, dertleri de kat be kat büyüttü.

Bu kanun çerçevesinde hayatta uygulanan “kadının beyanı esastır” ilkesi bu hukuki ve toplumsal kaosun oluşmasını sağlayan ilkelerden birisidir. Örneğin “kadının beyanı esastır” kanunu/ilkesi gerekçe gösterilerek iftiraya maruz kalıp yıllardır kendisini aklamaya çalışan binlerce erkek var. Yine “kadının beyanı esastır” kanununun uygulanması sonucu çok sayıda mağduriyete şahit olmaktayız. Artık facianın aile içine uzanmasına yol veren yasal zemin de böylelikle oluşmuştur. Boşanmak istediği kocasını şikâyet ediyor sonra ne mi oluyor? Yıkılmış bir yuva, yıkılan yuvanın enkazı altında kalan mağdur çocuklar ve on yıl hapse mahkûm edilmiş bir koca…

Sadece bu fasit sözleşmenin nasıl vahim sonuçlar doğurduğunu daha iyi resmedebilmek adına daha geçtiğimiz günlerde yaşanmış bir olayı örnek olarak burada dile getirmenin faydalı olacağını düşünüyorum. Ankara’nın Mamak ilçesinde eşiyle yaşadığı sorunlar nedeniyle kadının beyanına dayalı evden uzaklaştırma yasası ile evinden uzaklaştırılan altmış yedi yaşındaki yaşlı adam, bir süredir barındığı otomobilinde piknik tüpüyle ısınmaya çalışırken yaşamını yitirdi.

Batı’dan ithal İstanbul Sözleşmesi ve onun uzantısı olarak yürürlükte olan yasalar cinayetleri, intiharları kısacası ifsat namına ne varsa beraberinde getirdi.

İstanbul Sözleşmesi ve bununla bağlantılı olarak çıkarılan 6284 sayılı kanun maddesi ile hiçbir erkeğin namusu, şerefi ve hürriyeti garanti altında değil. Yusufların namusları ispattan yoksun sadece Züleyhaların iki dudağının arasında. Öğrencisine istediği yüksek notu vermediği için hapis yatan öğretmenler, öğretmenlerin tuzak kurduğu müdürler, hastasının iftirası ile hapis yatan doktorlar, akademisyenler, eski karısının iftirası ile hapis yatan kocalar…[1] Bu saydıklarımızın hepsi gömleği önden değil arkadan yırtılan Yusuflardır. Gömleği önden yırtılanlar zaten masum Yusuflar değildirler. Yusuf olmayanları da tezkiye edecek değiliz.

Bu yasayla birlikte kadının; delil, belge, şahit sunmasına gerek bile yok. Hâlbuki asıl olan beraatızimmet iken, asıl olan kadının beyanına dönüşmüştür.

Kadının beyanı esasına dayanarak iftiraya maruz kalan erkeklerin durumu, yine kadının beyanının esas kabul edildiğinden iftiraya maruz kalan Yusuf Aleyhis Selam’a ve yaşadıklarına ne kadar da benziyor.

وَاسْتَبَقَا الْبَابَ وَقَدَّتْ قَم۪يصَهُ مِنْ دُبُرٍ وَاَلْفَيَا سَيِّدَهَا لَدَا الْبَابِۜ قَالَتْ مَا جَزَٓاءُ مَنْ اَرَادَ بِاَهْلِكَ سُٓوءاً اِلَّٓا اَنْ يُسْجَنَ اَوْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

“İkisi de kapıya doğru koştular. Kadın O’nun gömleğini arkadan yırttı. Kapının yanında, birden, hanımın efendisi ile karşılaştılar! Kadın (hemen): Zevcene kötülük etmek isteyenin cezası zindana atılmaktan, yahut acıklı bir azaptan başka ne olabilir, dedi.” [Yusuf 25]

Yusuf’a uzanan dünkü elin adı Züleyha, bugün ise “İstanbul Sözleşmesi”.

Erken yaşta evlenmeyi yasaklayıp gençlerin zina etmelerine yol veren hatta evlenenleri sekiz ile on yıl arası hapis cezası almalarını sağlayan da bu sözleşmenin bir parçasıdır.

İstanbul Sözleşmesi’nin açtığı ifsatlardan biri de, metinde yer verilen LGBTİ’dir. Zaten eşcinsellerin gerçekleştirdikleri “onursuz” yürüyüşler de İstanbul Sözleşmesi’nin verdiği haklar kapsamında yapılmıştır.

Tabii bu saydıklarımız İstanbul Sözleşmesi’nin sadece bir kaç yönü…

Ancak bilinmelidir ki bu sözleşme bütün yönleriyle, baştan sona fasittir. Bunun sebebi ise İstanbul Sözleşmesi’nin varlık teminatının demokrasi ve özgürlükler fikri olmasıdır. Bize demokrasinin acı meyvelerinden olan özgürlük ve çağdaşlık fikirlerinden bugüne kadar ne hayır geldi ki bugünden sonra da gelsin. Artık Müslümanlar İstanbul Sözleşmesi’nin ailenin huzurunu dağıtan ve varlığını dinamitleyen bir gerçek olduğunu fark etmeli ve buna karşı da bir duruş sergilemelidir. Yıkılan ailelerin, iftiraya maruz kalan Yusufların hatta şiddete maruz kalmış kadınların izdüşümlerini takip edin, sizi götüreceği yer Batı’nın acı meyvelerinden olan “İstanbul Sözleşmesi” olacaktır.

Sadece problemin ne olduğuna söylemekle yetinmiyoruz. Probleme alternatif çözüm olarak da diyoruz ki içtimai hayatı da kapsayan İslâm, hayata kâmil anlamda hâkim olmalı ki aileler ve çocuklar kurtulsun, nesillerimiz de Allah'ın razı olacağı bir ortamda yaşasın. Bu ortamı bize sağlayacak olan da ancak İslâm’ı kâmil manada tatbik edecek Râşidî Hilâfet Devleti’dir.


[1] http://www.fikiratlasi.com/2018/12/26/hicbir-erkegin-serefi-guvence-altinda-degil-sema-marasli/