YENİDEN DİRİLİŞİN İZLERİNİ SÜRERKEN
18 Ağustos 2016

YENİDEN DİRİLİŞİN İZLERİNİ SÜRERKEN

15 Temmuz…

Ne kadar sıcak ne kadar kesif bir geceydi, kaç can pazarı kuruldu meydanlarda, kaç masumun sıcacık kanları karıştı alevli-kurşuni asfaltlara.

Belki de birçoğumuz bir gece de olsa feryatlarımızın, tekbirlerimizin Halep’in, İdlib’in, Bağdat’ın, Kahire’nin çocuklarıyla aynı semada yankılanacağını hiç düşünmemiştik. Dişimizi tırnağımızı sökerek aldıkları ölüm makinalarının, tepemizden evlatlarımıza ölüm kusacağını hiç hesap etmemiştik…

Analistlerin artık bu ülkede darbeler dönemi geride kaldı diye dillendirdikleri bir zamanda yaşandı. Aslında ilk değildi bu yaşananlar bu topraklar için, mevcut rejimin yapısal özelliklerinden değil miydi “otoriteyi” halka rağmen gasp etmek, kanlı meydanlarıyla, darağaçlarıyla laik cumhuriyetlerini dikta etmek, devrim safsataları ile darbe üstüne darbe vurmak…

Hatırlayalım ümmetin başına gelen ve şiddeti 100 yıldır devam eden o korkunç darbeyi... Müstekbirlerin türlü türlü desiseleriyle öylesine kırılgan fay hatları üzerine taşındık ki, bu coğrafya için artık yıkımlar olağanlaştı, ölçü ‘Furkan’ olmaktan çıkarılınca hak-bâtıl birbirine girdi, işgaller-katliamlar eksik olmadı.

Sadece sultaya vurulan darbeyle yetinmediler, modernleşme adına vahşi bir kültür katliamına da imza attılar. 1300 yıldır güldür güldür akan medeniyetin, pervasızca yatağını değiştirdiler, artık maveraya değil masivaya doğru akar oldu...

O darbenin sarsıntıları hiç bitmedi, geçmişte neredeyse her nesle yaşatılan ve bugün de başımıza gelen bu melun vakıa, tarihin kaydettiği en muazzam medeniyete vurulan öldürücü darbenin “artçı şoklarından” başka bir şey değildir...

Korkarım ki hayatlarımızı sömürgecilerin kurguladıkları demokratik fay hatları üzerine bina etmeye devam ettiğimiz sürece bu darbeleri daha çok yaşayacağız.

“İbrahim… Ümmetin korku duvarları bir bir yıkılıyor…demokrasiyi meydanlara sokan kim!!!”

Son yaşanan darbeyle açığa çıkan bir başka husus ise İslam ümmetinin zihin kodlarını çözmekten aciz toplum mühendislerinin büyük yanılgısı olmuştur...

Tedricen, yavaş yavaş diyerek “Nebevi hareketi” metot edinmekten imtina edenlere de büyük bir mesaj vermiştir aziz ümmetimiz…

Şu asla unutulmamalıdır ki, zillet çağının sonunu getirecek olan bu ümmettir başkası değil. Tekbirlerle savuşturulan darbenin ertesinde ‘büyük tehlikeyi’ gören ve bundan müthiş rahatsızlık duyan Batı ve avenelerinin “demokrasi kazandı” teraneleri boşuna değildir...

Uyanışa gebe toplumlarda bu tip saptırmaların olageldiğini tarihte birçok yerde görmekteyiz, hatırlayın elçiler kurak toplumlara uyanış tohumlarını ekmeye başlayınca kamuoyunun rotasının değişmesinden korkanlar, şair ve sihirbazlarını meydanlardaki kürsülerde arz-ı endam ettirirlerdi ki uyanışı geciktirebilsinler.

Ama burada Batının fikri saldırısına karşı olması veya en azından birkaç kelam ile de olsa tavır koyması gereken ‘öncüler’ duygularına yenik düştüler, estirilen korku atmosferinde meydanlarda “bizde oradaydık” selfieleri ile korktuklarından emin olacaklarını düşündüler.

Ümmet darbeci melunların şahsında tüm sömürgecilere en üst perdeden meydan okuyarak üzerine düşeni yerine getirirken, maalesef ümmetin hocaları, kanaat önderleri ve liderlerinin, laik devlet aklının ve medyanın akın akın başlattığı çağımızın en büyük yalanı demokrasi sağanağına karşı koruyucu kalkan olmalarını beklerdik. Bu yönü ile onların şiarı çağa şahitlik etmek, böylesine bir imtihan sürecinde ruz-i mahşerde Allah’ın huzuruna alınları açık, başları dik çıkmak olmalıydı.

Eğer bizler kurtuluşu hedefleyenler olarak içimizden Saad ibnu Muazları, Useyd bin Hudayrları çıkarabilirsek, bu ümmet o gün Yesrib’in meydanlarını tekbirlerle inlettiği gibi Anadolu’nun meydanlarını da inletebileceğini pekâlâ göstermiştir.

Öyleyse öğretmeni Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem olan Musab RadiyAllahu Anh’ın tavrı bizim tavrımız olmalıdır. Önümüzde rıdvanullaha susayan, içinde barındırdığı müthiş enerji ile demirden kanatlara, alevli toplara kafa tutan, derya gibi bir ümmet var ve halkına yalan söylemeyen liderlerin arkasında çağlamayı bekliyor. Onları saptırıcı rüveybidaların önüne itmek hâkimiyet Allah’ındır diyen hiçbir nefere yakışmaz.

Bu çağ başka bir çağdır, bu ümmet bambaşka bir ümmettir. Mağripten maşrıka dalga dalga yayılan İslami talepler, tekbirler, kıyamlar, direnişler buna mukabil arşı titreten feryatlar, daha önce hiç yaşanmamış acılar, bombalar, akıtılan tertemiz kanlar bir dirilişin provası değil de nedir? Her yaşadığımız günün bir önceki gün gibi olmadığı dünyamızda yarın da bugünden farklı olacaktır ve yarının dünyasında Müslümanlar ve tüm insanlık için Hilafet’ten başka bir devlete yer yoktur…

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

…ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةٌ )راشدة( عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ

“…Sonra (yeniden) Nübüvvet Minhacı üzere [Raşidi] Hilafet olacaktır.”

Şimdi sizler, bizler, hepimiz, tüm Müslümanlar, toplumumuzu zemini İslam olan fikirlerle inşa edelim, Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın vaadine güvenerek Hilafet’in izini sürelim. İşte o zaman ekranlarımızda kışlalarında çakılıp kalan, ümmetin akıtılan kanlarını dindirmek yerine, darbeler planlayan satılık ajan komutanları değil, fetihleri yapan yiğit komutanları göreceğiz İnşaAllah…

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in rayesinin gölgesinde yaşabilmek duasıyla… Fiemanallah… Ramazan Gümüş

@kayramazangumus