Yemen’de Bir Mantık Hatası
10 Kasım 2018

Yemen’de Bir Mantık Hatası

Sömürgeci Batı, İslâm coğrafyasının herhangi bir yerinde kan ve gözyaşı dökülmedik saniye geçsin istemiyor. Müslümanların “işte şu anda hiçbir yerde Müslümana zulmedilmiyor” dediği an yok. Muhakkak ki bu istikrarsız, kaotik ve çalkantılı yıllar Hilâfet’in ilgasıyla başladı. Ve korkarım ki o yeniden kurulana kadar bu zulüm devri hiç kapanmayacak.

Yıllar sonra başlarını kabuklarından çıkarıp İslâmi bir hayat için sokaklara çıkan Müslümanların kutlu davaları, adına “Arap Baharı” denilerek gasp edildi. Gasp edilmekle kalmadı, bazı hain yöneticilerce intikam alınmak istendi. Tunus halkından, eskisinden daha laik ve seküler bir yönetim ile intikam alındı. Mısır, halkını katleden darbecilerin yönetime geçmesi ile sonuçlandı. Libya, zenginliğini ve refahını kaybederek keşmekeşin ve fakirliğin hâkim olduğu bir sosyal hayata mahkûm edildi. Bahreyn, İslâmi reformlar isteyen halka demokratik reformlar yutturularak idare edildi. Ürdün’de göstermelik kabine değişikliği ile isyanlar susturuldu. Cezayir, 19 yıllık olağanüstü hali kaldırdıktan hemen sonra halkından intikam aldı. Ve Suriye; ABD ve Rusya’nın desteğiyle katil Şam rejimi ve zalim Esed güçlü bir şekilde halkına karşı desteklendi. Zulme başkaldıran Suriye halkına ölüm cezası verildi.

Fakat başka bir acı var ki hem tarifi imkânsız, hem de anlaması… Arap Baharı’nın kışa döndüğü bir başka ülke; Yemen… 528.000 km2 yüzölçümü, 26.000.000 nüfusu olan ülke 1990 yılında kuzey ve güneyi ile birleşerek Yemen Cumhuriyeti olmuştur. Batıdan Kızıldeniz’e, güneyden Aden Körfezi’ne sınır olup deniz ticareti olarak kayda değer bir coğrafi özelliğe sahiptir. Medeniyeti, MÖ. 1400-650 yıllarına dayanan Main Krallığı’na kadar uzanmaktadır.

629 yılında Hz. Peygamberin Yemen’deki vekillere gönderdiği mektuplar ile başlayan İslâmlaşma süreci Hz. Ali ile hızlanmış ve Muaz b. Cebel’in vali olarak tayin edilmesiyle birlikte Yemen büyük ölçüde İslâm Devleti çatısına girmiştir. Fakat yıllar geçtikçe milli ve mezhebi ayrılıklar ile Yemen çok çeşitli yönetimlerin olduğu karmaşık bir yönetime dönüşmüştür. Yüzlerce yıllık çok başlılığın ardından Osmanlı Hilâfet Devleti’nin Portekizlilere karşı Körfez’de verdiği mücadelenin ardından tek başlı olarak Hilâfet Devleti’ne yeniden dâhil olmuştur. Aden, Taiz ve Sana’yı ele geçirdikten sonra Yemen’i vilayeti yapan Osmanlı Devleti Lozan Anlaşması’na kadar İslâmi faaliyetlerini, kültürel ve fikrî çalışmalarını burada yürütmüştür. Fakat Lozan ile birlikte İngilizler, Yemen’de sömürge faaliyetlerini hızlandırmış ve kendine bağlı krallıklar kurmuştur. Bu süreçten sonra Yemen 1945’te Arap Birliği’ne, 1947’de Birleşmiş Milletler’e üye oldu. Krallıkların kuzey ve güneyde yürüttükleri hegemonya çatışmasından sonra tam da İngilizlerin istediği gibi “Kuzey Yemen” ve “Güney Yemen” olmak üzere iki devlet kuruldu. Batı’dan aradığı desteği bulamayan Güney Yemen, Çin ve Rusya gibi sosyalist ülkelerin desteğini alarak iç savaşı kazandı ve 1990 yılında Sovyetler tarafından birleştirildi. Sonra Batı destekli Kuzey Yemen güçleri seçimi kazandı ve Ali Abdullah Salih Cumhurbaşkanı oldu. 1994 yılının Mayıs ve Haziran yılları arasında yaşanan iç savaşı Kuzey Yemen Güçleri kazandı. Fakat tam otoriteyi sağlayacakken Salih bu sefer de 2004 yılında Hüseyin Bedreddin el-Husi liderliğindeki Şii Zeydi isyanıyla uğraşmak zorunda kaldı. Bu isyanlar neticesinde yoksulluk, açlık, sefalet Yemen’in yakasını hiç bırakmadı. Artık iç savaş yerini emperyalist çekişmeye bırakmış oldu.

Bu kısa bilgiden sonra diyebiliriz ki, Hilâfet Devleti ilga edildikten sonra bu topraklara sömürgeci kâfirler girmemiş, fakat İslâmi beldelerden hain yöneticileri memur tayin etmiştir. İşte Yemen’deki mantık hatası buradadır. İran; “İslâm Cumhuriyeti” olduğundan beridir ABD ile çalışmaktadır. Her ne kadar iki ülke de iç siyaseti gereği birbiri ile düşmanmış gibi görünse de politik ve uluslararası hedefleri açısından ittifak içerisindeler. Hakeza Suudi Arabistan da açıklamaya gerek kalmaksızın ABD için çalışmakta ve itaatini tescillemek için elinden geleni yapmaktadır. Amerika için ve onunla çalışan iki ülkenin -ki ikisi de İslâm’ı temsil ettiklerini iddia etmektedirler-, Yemen’i işgale girişmesi akla, mantığa aykırıdır. Bu durumu salt mezhepsel çatışma olarak düşünmek yüzeyselliktir. Zira birbirlerini değil Yemen halkını bombalıyorlar. Suud yönetimi, Amerika’dan aldığı silahları bilgisizce kullanıyor. Hatta Trump, kendilerinin verdiği bombalarla Suudi Arabistan'ın Yemen'de okul otobüsü vurup 40 çocuğu öldürmesini şöyle değerlendirdi: “Silahı nasıl kullanacaklarını bilmiyorlar; bu, korkunç bir şey. Bence dehşet verici bir durum. Otobüse ve çocuklara olanları görmekten nefret ettim, çünkü böyle bir şey gördüğünde bu safi korku şovudur.”[1] Sömürgeci kapitalizmin ağababası bir İslâmi beldenin Müslüman yöneticisine “böyle katliam mı olur?” diye hesap soruyor. “Size öldürün dedik de bizden daha vahşi olun demedik”, demek istiyor. Diğer taraftan İran yanlısı Husi güçleri de sokak sokak dolaşıp Sünni Müslüman avına çıkıyor. Onlara da; “biz, ‘mezheplerinize sahip çıkın’ derken birbirinizi yok edeceğinizi düşünmemiştik” diyordur herhalde.

Hülasa son 4 yılda Yemen’de 10 binden fazla insan ölmüş, 50 binden fazla insan yaralanmış ve yüzbinlerce insan amansız hastalıklarla pençeleşmektedir. Hapishanelerde işkence görenlerin sayısı 5 bin civarında olup doğum esnasında ölenler hariç kolera ve vebadan hayatını kaybedenlerin sayısı 3 bin civarındadır. Su ve gıda eksikliğinden dolayı yağmacılık ve hırsızlık olayları artmıştır.

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in gözde beldesi sömürgeci kâfirlerin ve onlara uşaklık yapan işbirlikçilerin elinde kaynayan kazana dönmüştür. Bu kazan kaynadıkça şüphesiz ki ümmet tepesindeki kapağı yani sömürge fikirlerini fırlatıp atacak ve yeniden İslâmi hayatı başlatmak üzere gücünü toplayacaktır. Bu, akıl – mantık dışı operasyonlarla mazlum İslâm ümmetine kan kusturan İran ve Suudi Arabistan şimdi değilse de yarın muhakkak hesap verecektir. İslâm’a ve Müslümanlara düşmanlık yapana dost, dost olana da düşman kesilenler Hz. Musa’nın Rabbine seslenişini nasıl da hatırlatıyor:

رَبِّ لَوْ شِئْتَ أَهْلَكْتَهُم مِّن قَبْلُ وَإِيَّايَ أَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ السُّفَهَاء مِنَّا

“Ey Rabbim! Dileseydin onları da beni de bundan önce helâk ederdin. Şimdi içimizden birtakım beyinsizlerin işledikleri günah sebebiyle bizi helâk mı edeceksin?”[2]


[1] http://www.karar.com/dunya-haberleri/trump-bombalarimiz-degil-suudiler-olduruyor-1020841

[2] A’raf Sûresi 155