Trump Ne İstiyor?
09 Ekim 2019

Trump Ne İstiyor?

Müesses nizamı tatbik eden otoriteler, kontrolleri altında tuttukları klasik medya vasıtasıyla meydana gelen olayları topluma menfaatleri doğrultusunda aktarma hususunda profesyoneller.

Biz buna “algı mühendisliği” diyoruz. Yani kapalı kapılar arkasında konuşulanlar, basın toplantısıyla liderler tarafında birinci filtreden geçirilip kamuoyuna açıklanıyor. Basın açıklamasını kaydeden medya ise baskısı altındaki egemenlere şirin gözükmek için haberi ikinci bir filtreden geçirip halka sunuyor.

Hani küçükken oynadığımız kulaktan kulağa oyunu vardı. Birinci ağızdan çıkan söz, kulaktan kulağa en son ağza geldiğinde bambaşka bir söze dönüşüyordu. Medyanın yaptığı işlem de, kelimelerin yerini değiştirip makyajladığı haberle istenilen algıyı oluşturmak.

Klasik medya dışında bir de sosyal medya var ki, burada filtreyi sözde kanaat önderleri, maaşlı kalemşor ve troller yükleniyor. Öyle acıklı, duyguları okşayan, ilkel milliyetçi duyguları harekete geçiren paylaşımlarda bulunuyorlar ki, arkalarındaki siber ordu hemen harekâta başlıyor. Otoriteler algı mühendisleriyle bu mecrayı da kontrol altında tutmak için kesenin ağzını açmış…

Şimdi filtresiz bilgi aktarımı yapmak için gelelim Trump’ın ne istediğine…

Aslında Trump’ın şahsen istediği bir şey yok zira ABD bir kurumlar devletidir. Yani ABD’nin politikalarına yön veren kurumlardır. Bir lokantaya girdiğinizde sizinle iletişime geçen garsondur. Önünüze gelen yemekler mutfakta hazırlanır. Siz de yemeği yiyip hesabı ödeyerek lokantadan ayrılırsınız. Yemeğin sizin damak tadınıza uygun olup olmaması garsonun değil, mutfaktakilerin inisiyatifindedir. Garson sadece hazırlananları sunar. Dolayısıyla Trump, lokantanın garsonudur. İktidarın ayaküstü konuşup “biz Trump’tan söz aldık”, “Trump’la anlaştık” deyip iki saat sonra ABD’den farklı bir açıklama gelmesinin sebebi de budur.

“Güvenli Bölge”nin oluşturulması için başlayacak operasyon öncesi Trump’ın çok konuşulan tweetlerine gelecek olursak;

Trump’ın ABD’de yapılacak seçimler öncesi ciddi bir baskı altında olduğu bilinen bir hakikat. Ukrayna ve Rusya iddiaları, sonuçsuz kalacağı bilinen azil süreci, Afganistan’daki mağlubiyet, Meksika sınırı ve daha sayabileceğimiz birçok husus ciddi baskı oluşturuyor. ABD muhalefeti her fırsatı değerlendirip kapitalizmin maskesiz yüzü küstah Trump’ı köşeye sıkıştırıyor. Bu bir iç kavga ve iç kavgalarla ABD’nin çıkarları doğrultusunda hazırlanmış dış siyasetinde değişiklik olmaz.

ABD’nin çıkarları doğrultusunda oluşturulması planlanan “güvenli bölge” için başlayacak operasyon öncesi atılan tweetler içinde en çok konuşulanı, “Türkiye, benim derin ve eşsiz anlayışıma göre, sınırların dışında olduğunu düşündüğüm bir şey yaparsa, Türkiye'nin ekonomisini mahvederim ve yok ederim. Bunu daha önce yaptım.” ifadelerini içeren tweetiydi.

Bu tweet, Trump ile Erdoğan’ın telefonda görüşüp “operasyon için anlaştık” açıklaması ve ABD askerlerinin o bölgeden çekilmesi sonrası muhalefetin yoğun baskısına binaen atıldı. Terör örgütü PYD’nin “sırtımızdan bıçaklandık” mesajı, ABD’deki muhalefetin “DAEŞ ile mücadelemizde müttefikimiz PYD yalnız bırakılıyor” minvalindeki çıkışları sonrası Trump’ın bu tweeti, Türkiye’yi aşağılamak pahasına sırf karşı tarafı ve ABD kamuoyunu teskin etmek için attığı görülüyor. ABD Savunma Bakanı Esper ve Pentagon yetkilileri de Trump-Erdoğan telefon görüşmesinde oradaydılar ve görüşmenin içeriğini bildikleri halde farklı açıklamalar yaparak yaygarayı daha da şiddetlendiler. İnandırıcı oldu mu? Yüzeysel düşünenler için çok inandırıcı…

Trump’ın tweetinde geçen benim anlayışıma göre sınırların dışında olduğunu düşündüğüm bir şey yaparsa, Türkiye'nin ekonomisini mahvederim, bunu daha önce yaptım” ifadesi ise “mutfaktakilerin” derin stratejisini yansıtıyor. Yani Suriye’de kalkışılan operasyonun çizdiğimiz sınırlar içinde icra edilmesi ve yanlış bir şey yapıldığında -ki bundan kasıt, PYD’nin uğrayacağı ziyandır- karşılığının ağır bir şekilde verileceği hatırlatılmıştır.

ABD, Suriye’de kontrolün kendisinde olduğunu ve Türkiye’nin zayıf karnını bildiğini, Papaz Brunson davası sürecini tekrar anımsatarak belirlediği sınırların dışına çıkılması durumunun bu tehditle engellediğini beyan etmiş oldu.

Hakaret ve aşağılama içeren bu tweet, medyanın magazin gündemi içinde kaybolup giderken henüz bu mesaja bir manken ve bir şarkıcı iki kadın dışında ciddi bir cevap verilmiş değil. Siyasiler kamuflaj giyip sosyal medyadan fotoğraf paylaşarak duyguları istismar ederken, danışmanlar, sözcüler suskun.

Peki, sosyal medyada bu mesaj nasıl tevil edildi?

“Trump, Türkiye ekonomisine saldırdığını itiraf etti”, “Demek ki dış güçler, masal değilmiş”, “Trump’ı, ABD’yi diz çöktüreceğiz!”

Algı mühendisleri işine başlamış ve siber ordular da heyecanla sanal generallerinin peşine takılmış durumda. Büyük resme karşı toplumu körleştirmek için küçük resim halkın gözüne sokuyorlar. Tehdit ve şantajla hapisten çıkarılıp alelacele oval ofiste Trump tarafından ağırlanan Papaz’ı bırakmışlar, “işte dış güçler bakın masal değilmiş” ninnileri söylüyorlar. Trump’ın krize girmeye hazır ekonomiye saldırdığı bir hakikat. Peki, bu şantaja boyun eğip Trump’ın istediğini vermek neyin nesidir?

Trump, yerel seçimler öncesi Papaz Brunson şovu ile hedeflediği başarıya ulaştı. Bu konuyu her platformda hâlâ anlatmaya devam ediyor.

Ben bu satırları yazarken de Trump’tan yeni açıklamalar gelmeye devam ediyor. “Erdoğanla iyi bir ilişkimiz var. Türkiye NATO müttefiğimiz. F-35’in çelik gövdesini Türkiye imal ediyor.”

Akşam hakaret, sabah iltifat. Akşam dolar çıkıyor, sabah dolar düşüyor. İtibara dayalı kâğıt para bir düşüyor bir kalkıyor. Üzücü ama her şey bir küstahın iki dudağında gidip geliyor.

Herkesi memnun etmek için bu gelgitler yaşanıyor.

Peki, Washigton’ın mutfağındakiler ne istiyor?

Denklemi şöyle kuralım, ABD ekonomiyle tehdit ederek hareketlerimizi ve sınırlarımızı belirliyor. Peki, ABD istemese, Fırat’ın Doğusu’na “Barış Pınarı” adı verilen operasyon başlatılabilir mi? Elbette hayır!

ABD ve Türkiye’nin kurulacak güvenli bölge ile murat ettiği, Astana kararları çerçevesinde Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlamak maskesi altında zorba diktatör Esed’e muhalefetin son kalesini teslim etmek. İdlib’de yaşanacak katliam sonrası oluşacak göç dalgasını “güvenli bölgeye” nakletmek için bu kadar acele ediliyor. Terörle mücadele senaryosu ile kamuoyunun rızası alınmaya çalışılıyor. ABD beslemesi terör örgütüne karşı bir mücadele başlatılmak istense, ABD askerleri ile dolu İncirlik üssü gerçeğini nereye koyacağız? Kılıf minareye biraz küçük geldi değil mi? Aslında hedef PYD değil, hedef İdlib; hedef Müslüman halkın devrimi.

ABD’nin planladığı ve sonuna gelinen alavereyi fırsatçı muhalefet CHP de idrak etmiş olacak ki, ileride “Ben size demedim mi? Esed ile barış yapın, bakın dediğime geldiniz, beni dinleseydiniz bunlar yaşanmayacaktı” diyebilmek ve reklamını yapabilmek için şimdiden iktidara “sorunlarınızı Şam’la görüşün” diyerek arşiv biriktirmeye başladı.

Peki, katledilen bir milyon Müslümanın kanını ne ile yıkayacaksınız?

8 yıldır Suriye’yi kan gölüne çeviren zorba Esed rejiminin, aslında ABD’nin ve korumasındaki gasıp Yahudi’nin çıkarları için çalışan sadık bir ajan olduğu biliniyor. Netenyahu’nun Putin ile Moskova’daki görüşme sonrası yaptığı, **Esed ile bir sorunumuz yok. 40 yılı aşkın süredir Golan Tepeleri’ne rejim tarafından tek mermi atılmadı” açıklaması, Esed rejiminin gerçek yüzünü deşifre etmişti. Bilindiği üzere Suriye’ye ait Golan tepeleri yıllardır “İsrail”in işgali altında.

Astana sürecinin başlamasıyla birlikte yıkılmaya yüz tutmuş Esed rejiminin yeniden dirildiği görülüyor. ABD, Kırım’ın işgaline ve S-400 ticaretine göz yumup Rusya’yı, nükleer anlaşma ile de İran’ı Suriye’deki katliamlar için motive etmişti. Türkiye ise, ABD ile ortak kurduğu ÖSO ile muhalefeti yanına çekip kuzeyde Washington ile ortak icad edilen operasyonlarla Esed’den uzaklaştırmayı başardı. Halep düşerken Fırat Kalkanı; Hama, Kuneytra, Guta düşerken de Zeytin Dalı harekatının aynı zamanda gerçekleştirilmesi elbette tesadüf değil. Yine ABD’nin gönderdiği 30 bin TIR silahın hepsinin PYD’ye gitmediği de bir hakikat zira toplam savaşçı sayısı 20 bin. Basit bir hesaba göre her teröriste bir buçuk TIR silah düşmesi gerekiyor.

ABD ve Türkiye’nin ortak kurduğu 50 bin kişilik ÖSO grupları tek bir çatı altında kuzeydeki operasyonlarda oyalanırken, Rusya, Esed ve İran’a bağlı milisler İdlib için gün sayıyor.

PYD ise Esed’in zayıf düşmesi durumunda ABD’nin komutasında desteğe hazır bekletiliyor. Bilindiği üzere PYD, Suriye’nin kuzeyine Esed rejiminin çekilmesi neticesinde yerleşti. Bugün PYD’nin Şam’la görüşmesi bir sürpriz değil zira onlar da ÖSO gibi nihayetinde Esed rejimi ordusuna dâhil olacaklar. ABD, bölünmüş bir Suriye’den değil, sadık adamı Esed liderliğindeki tek Suriye’den yana. Türk Dışişleri’nin ABD’deki muhalefetten gelen eleştiriler üzerine söylediği “Biz Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve siyasi birliğini muhafaza etmek için bu operasyona girişiyoruz” sözleri aslında her şeyi özetliyor.

Ne demiştik: Trump ne istiyor değil, ABD ne istiyor?

ABD, Müslümanları zorba Esed rejimi ile kontrol altında tutup, İslâm sancağının yeniden dalgalanmasını ve dünyaya dayattığı batıl nizam “Kapitalist Demokrasi”yi yıkacak ilk domino taşının düşmemesi için müttefikleri ile birlikte çabalıyor.

Aslında sahada her şey ABD’nin çizdiği rotada yol alıyor. Türkiye’deki Müslüman halkın ABD’ye karşı var olan nefreti, hükümet ortağı milliyetçi cephenin tabanından da destek alabilmek için, bu operasyon sanki ABD’ye karşı yapılmış gibi gösteriliyor. Yaygara ne kadar fazla olursa o kadar inandırıcı oluyor.

ABD’yi sinirlendirmek, ipleri kopartmak, İncirlik’teki işgalci ABD varlığına son vermek, cesur adamların alacağı cesur kararlara bağlıdır.

50 bin kişilik ÖSO ve diğer muhaliflerle birlikte neredeyse 100 bini bulan profesyonel savaşçı, kulaklarına fısıldanan vesveseleri bir kenara bırakıp tek bir ordu kurarak Halep’e, Şam’a, Esed’i devirmeye yürümek için yola çıksaydı, o ordunun arkasında milyonlar yürüyecekti. “İsrail” sınırına gelmeden Tel-Aviv boşaltılacak, Suud hanedanı ilk Washington uçağı ile yola koyulacak, Sisi kaçacak delik arayacaktı. Müslüman yine cephede değil, Astana ve Cenevre masalarındaki entrikalarla kaybediyor. Bir asır önce Ümmet kaybettiği siyasi liderlik, Râşidî Hilâfet’in yokluğunda suyun üstündeki çer-çöp gibi Sycos-Picot sınırlarını koruyup kutsamak için ant içiyor. Bir vücudu parçalara bölmüşler ve her uzuv farklı hareket ediyor. Liderleri “biz özgürüz” diyerek bir demokrasi türküsü tutturmuş gidiyor. Siz özgürseniz, neden Ayasofya zincirli, Mescid-i Aksa tutsak?

“Hürriyet denilen demokrasi hakikatte esaret

Tutsak olmasaydık gavurda ne arardı cesaret”

Demokrasi, söyledikleriyle kahramanlaştırılan kartondan kahramanların meydanıdır. Müslümanlar kartondan kralları bir üfürük ile devirmek için nefeslerini tutmaya çoktan başladı.

Küçümsemeyin! Zira bu gördüğünüz en büyük kasırga olacak.