Teşhisi Doğru Koymak Tedaviyi Yanlış Yerde Aramak!
29 Şubat 2020

Teşhisi Doğru Koymak Tedaviyi Yanlış Yerde Aramak!

“Nasrettin Hoca, evinin önünde oturmuş, elinde bir sopa, toprağı eşeliyor.

Komşuları sormuşlar:

- Hayırdır Hocam, ne yapıyorsun?

- Anahtarımı kaybettim... Onu arıyorum.

- Burada mı kaybettin?

- Hayır... Samanlıkta kaybettim.

- Öyleyse... Samanlıkta kaybettiğin anahtarı ne diye kapının önünde arıyorsun?

- Samanlık karanlık da.”

Anahtarı samanlıkta kaybedip bahçede arıyorsanız; aradığınızı hiçbir zaman bulamayacaksınız, demektir.

İslâm ümmeti yaklaşık on üç asırdır izzet ve şerefi İslâm’da aramış ve bulmuştur. Bu sayede hayrın öncüsü olmuş ve hayatın her alanında etkili bir devlet olma başarısını göstermiştir.

Ta ki bu durum, 1924 yılında Osmanlı Hilâfet Devleti yıkılıncaya kadar devam etmiş ve bu tarihten sonra bir zamanlar hayrın ve hidayetin temsilcisi olan bu hayırlı ümmet çok yoğun sıkıntı ve musibetlere maruz kalmıştır. Bunun yanı sıra gayri İslâmi fikirlerin de zihinlerde yer bulmasıyla beraber, fikrî anlamda da bir donukluk ve bir gerileme süreci yaşamış, dünyanın gidişatından geri kalmıştır.

İşte bu kötü durumdan kurtulmak isteyen birtakım şahsiyetler çözüm yolları aramış ve bu konuda bazıları hem tedaviyi hem de teşhisi yanlış koyarak işi daha da çıkılmaz bir hâle getirmiştir. Bazıları ise teşhisi doğru koymuş fakat bu defa da tedaviyi yanlış yerde aramıştır. Bazı şahsiyetler ise hem teşhisi hem de tedaviyi doğru koymuş ve bu konuda ellerinde bulunan reçeteyi ümmete kurtuluş olarak sunmuşlardır.

Ben bu makalede, teşhisi doğru koyup tedaviyi yanlış yerde arayanlarla ilgili bazı konuların altını çizmek istiyorum.

İçerisinde yaşadığımız şu dünyada insanoğlu her geçen gün yeni sorunlar, bunalım ve sosyal krizlerle karşılaşmış ve bu sorunları çözmek için de farklı yöntem ve arayışlar içerisine girmiştir. Burada önemli olan ise kişinin neyi, nerede aradığını bilmesidir. Şayet insan kimlik bunalımı yaşıyorsa neyi aradığını da bilemez.

Bugün, kapitalist sistemden kaynaklanan yığınla sorun ve kriz mevcuttur ve ne yazık ki sorunlar bir türlü çözüme kavuşmuyor, her geçen gün daha da içinden çıkılmaz hâl alıyor. Ortaya konan çabalara bakınca, insanların çareyi yanlış yerlerde ve yanlış birtakım metotlarda aradığına şahit oluyoruz.

Bu sorunlara duyarlı olan birtakım şahsiyet ve çevreler bu konuda kafa yormuş olsalar da -az önce de söylediğim gibi- gelmiş olduğumuz zaman itibariyle sorunlar çözülememiş, aksine daha da artmıştır.

Aslında bu şahsiyetlerle görüştüğümüzde; dünyada meydana gelen bir takım sosyal çalkantı ve krizlerin kaynağının kapitalist sistem olduğunu biliyor ve çözümün de İslâm’da olduğunu söylüyorlar. Fakat bununla beraber çözümleri yine bu bozuk sistem içerisinde arıyorlar. Yani teşhisi doğru koymakla beraber tedaviyi yanlış yerde arıyorlar.

Bu konuda birkaç örnek vermek gerekirse mesela; şu an gündemde olan ve yoğun bir şekilde üzerinde tartışılan aileyi, toplumu ve nesli ifsat ve yok eden ve aynı şekilde toplumu ahlaksızlığa sürükleyen, -“toplumsal cinsiyet eşitliği” kavramı altında bir takım LGBT derneklerinin önünü açan- İstanbul Sözleşmesi’nin batıl ve tehlikeli bir sözleşme olduğunu, bunun sömürgeci kâfirlerin bir yıkım projesi olarak bizlere dayatıldığını ve bundan bir an evvel kurtulmamız gerektiğini biliyoruz. Bu projeyle Batılıların İslâm’a karşı savaş açtığını da biliyoruz. Fakat buna rağmen maalesef yıllardır (1926 yılından beri cari olan) İsviçre Medeni Kanunu’nun üzerimize tatbik edilmesine sükût ediyoruz. Teşhis doğru fakat tedaviyi yanlış yerde yani yine bozuk olan sistemde arıyoruz. Hâlbuki kapsamlı çözüm; kapitalist demokratik sistemin beşerî (Medeni) kanununun yerine İslâm’ın, kadın-erkek ilişkilerini düzenleyen içtimai nizamının uygulanmasındadır. İşte bu uygulamanın hayata geçirilmesi için çaba sarf etmek, doğru teşhisin doğru tedavisidir.

Yine televizyon ekranlarında aile mefhumunu yok eden ve topluma ahlaksızlığı aşılayan birtakım dizilerin yayınlanmasından rahatsızlık duyuyoruz fakat çözümü, bu dizilerin yasaklanmasında görüyoruz.

Faizin kesin olarak haram olduğunu ve bu konuda kapitalist bankacılık sisteminin halkları sömürü aracı olarak kullandığını bilmemize rağmen, çözüm olarak yine kapitalist sistemin kurallarına göre –sözde- İslâmi finans bankalarının kurulmasının öneminden dem vuruyoruz.

Yine demokrasinin insanlara vermiş olduğu özgürlükler neticesinde toplumda suç oranları artmışken, suçluya ceza ile çözüm arıyoruz. AB’ye girmek için zinanın önündeki engeller yasalarla kalkmış iken, tacize çare arıyoruz. Gençler Allah’ın rızasını gözetip ve gözlerini haramdan sakındırıp mutlu bir yuva kurmak isterken, medeni kanuna göre “genç yaşta evlilik yapıldığı” bahanesi ile “tecavüzcü” damgası vurarak cezaevine konulmalarına şahitlik ediyoruz.

Yine, özellikle son zamanlarda iliklerimize kadar hissettiğimiz “ekonomik krizin kapitalizmden kaynaklandığını” söylüyoruz fakat aynı şekilde kapitalist sistemin iktisadi nizamının yerine İslâm’ın iktisat nizamının tatbik edilmesi için gerekli çabayı sarf etmiyoruz. “İşsizliğin, yoksulluğun, açlığın ve sefaletin kapitalizmden kaynaklandığını” söylüyoruz fakat çözümü yine kapitalist demokratik sistemde arıyoruz. Burada da teşhis doğru fakat tedavi yine yanlış yerde aranıyor.

Yine, beşerî ve gayri İslâmi sistemler olan cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi -diğer adıyla başkanlık- veya parlamenter sistem yerine İslâm’ın yönetim nizamı olan Hilâfet sistemini ortaya koymada başarılı olamıyoruz. Aslında İslâm’ın yönetim nizamının Hilâfet olduğunu ve bu konuda ümmetin de bunu arzuladığını bilmemize rağmen, yine aynı şekilde tedaviyi beşerî sistemlerde arıyoruz. Yani anahtarı samanlıkta (İslâm’da) aramak yerine bahçede (beşerî sistemlerde) arıyoruz.

Yine sömürgeci kâfirlerin Müslümanların ve İslâm’ın düşmanı olduğunu ve hatta bu konuda Rabbimizin kerim kitabında kâfirlerin bize düşman olduğuna dair ayetlerini okuyor ve biliyor olmamıza rağmen, yine aynı şekilde başımızdaki yöneticilerin sömürgeci kâfirlerle olan dostluklarına, ittifaklarına ve ihanetlerine sükût ediyoruz. Yani kâfirlerin düşmanımız olduğunu biliyor olmamıza rağmen ne kadar gariptir ki sorunların çözümünü onların batıl nizamlarında arıyoruz. Subhanallah!

Yine aynı şekilde Allah *Subhanehu ve Teâla’*nın vahdeti emrettiğini, bizi diğer kardeşlerimizden ayıran siyasi sınırlardan razı olmadığını bilmemize rağmen, bu vahdeti ve birleşmeyi engelleyen gayri İslâmi milliyetçilik ve ulusçuluk fikirlerine bağlanmak, bu düşünceleri sahiplenmek ve bunların bayraktarlığını yapmak yine tedaviyi yanlış yerde arıyor olmaktır.

Bu örnekleri çoğaltmak istesek buna, makalenin hacmi yetmez.

İslâm ümmeti, devletini kaybetmesiyle hayati birçok unsurunu da kaybetti. Dolayısıyla bulmak istiyorsak yani yeniden izzet ve şerefe kavuşmak istiyorsak bu kaybettiklerimizi başka yerlerde aramamamız gerekir.

Dolayısıyla, bugüne kadar uygulanan yanlış ve batıl sistemlerde ısrar ederek yine yanlış ve doğru olmayan sosyal, ekonomik ve siyasal projeler uygulamakla sorunlar asla çözülmez. Önce bunu bilmeliyiz. Bilakis anahtarı kaybettiğimiz samanlıkta yani doğru yerde yani İslâm’da aramalıyız. Bu konuda korkmadan ısrarcı olmalıyız. Hayrın anahtarını korktuğumuz ya da bir takım beşerî endişelerimizden dolayı yanlış yerde ararsak asla gerçek hayra ulaşamayız.

Nitekim Hz. Ömer bu konuda şöyle buyurmuştur:

“Biz daha önce zelil ve hakir bir kavimdik. Allah Teâlâ, bizleri İslâm’la izzetlendirdi. Biz İslâm’dan başka bir yerde izzet ararsak, Allah Teâlâ bizi zelil eder, her şeyden aşağı eder.”