Son Level: Düşmanının Tetikçisi Olmak!
24 Eylül 2020

Son Level: Düşmanının Tetikçisi Olmak!

Son yıllarda, Müslümanların genelinde meydana gelen değişimler için, “kapitalizm şahsiyetine evirilme”, “celladına âşık olma”; cemaat ve kitleler için, “sisteme entegre olma” ve “savrulma” gibi kavramları kullanır olduk. Bu cenahtaki Müslümanlar için olumsuz gidişat maalesef son sürat devam etmektedir. Dolayısıyla gelinen bu süreçte kendileri için bu gibi tabir ve kavramları kullanmak hafif kalmaktadır. Akli çıkarımlar sonucu tedriciliği ilke edinen bu kesimlerin geldiği nokta, ilk çıkışlarında “düşman” olarak belirlediği kesimi yenmek veya değiştirmek olmamıştır. Bilakis “düşmanına” benzemişler, bununla da kalmayıp “düşmanının tetikçisi” olma konumuna gelmişlerdir.

Bu kesimler, bireysel ve kitlesel olarak ideolojik bir analize tâbi tutulduğunda çok geniş bir tayf durumu ile karşılıyoruz. İslâm literatüründe, genelde insanlar ve özelde Müslümanlar için fikirsel ve davranışsal durumlarını ifade etmek için kullanılan sınırlı sayıda kavram ve tanımlamalar vardır. Örneğin, itikadi anlamda; mümin, kafir, müşrik, münafık, amelî anlamda; adil, zalim, muttaki, fasık, facir gibi kavramlar kullanılır. Elbette kâfirin zalimi ve adili, müminin de zalimi ve adili, faciri ve muttakisi olabilmektedir. Ancak birçok Müslüman birey ve kitle gayri İslâmi fikirleri İslâm ile öyle bir şekilde harmanladı ki ortaya çok çeşitli kişilikler çıktı.

Yaklaşık bir asır önce İslâm ümmeti, kendisini var eden ve güçlü kılan İslâm ile olan bağını zayıflatması üzerine, koruyucu kalkanı olan devleti, düşmanların sinsi saldırıları sonucu yıkıldı. Beldeleri bir bütün olarak sömürgeci kâfir devletlerin nüfuzu altına girdi. Toprakları üzerinde sömürgeci Batı devletlerinin hizmetinde olmak üzere elliden fazla gayri İslâmi devletçik kuruldu. Bundan sonra İslâm ümmetinin karşılaşmadığı bela ve musibet kalmadı. Horlanma, açlık, kan, gözyaşı, zulüm ve katliam bizden hiç uzaklaşmadı. Bu musibetlerin en büyüğü muhakkak ki ahirette Rabbimizin azap etmesine sebep olacak olan şirk, fısk ve isyanla geçirilen hayatlardır.

Müslümanlar, uzun bir süreden beri kapitalizm ve sosyalizm gibi küfür nizamları altında yaşamaları ve bu İslâm dışı ideolojilerin kültürleri ile yaşantıya zorlanmaları sonucu çok farklı şahsiyetlere büründüler. Laik demokratik sistemlerin Müslümanlar üzerinde uygulanması sonucu belli bir kitlenin İslâm ile bağı koparıldı. Geri kalanların da ciddi bir oranı gri bir şahsiyete büründü. Hem İslâmi hem de gayri İslâmi renkleri aynı anda üzerinde taşıyan geniş bir kitle oluştu.

Duygusal anlamda da olsa İslâm ile bağını koruyan Müslümanlar, “İslâmi” anlamda çok çeşitli fikir ve fırkalara ayrıldılar. Başlangıçta Batı’dan ithal edilen mevcut sistem ve fikirlere mesafeli duran bu Müslümanlar, -bir takım maslahatları elde etmek için- zamanla kendilerinden görünenler eli ile sisteme entegre edildiler ve batıl fikirlere sahip oldular. Daha önce sistem tarafından mağdur edilen Müslümanlar, sistemin başına geçince bir zamanların zalimleri ile aynı cürümleri işlemeye başladılar.

Türkiye’deki bilinçli Kemalistlerin İslâm ile hiçbir bağı kalmadığı hâlde İslâmi kimliğini iddia edip aynı zamanda Kemalizm’i savunan kişilikler çoğaldı. Kemalizm/CHP karşıtlığı üzerinde varlığını inşa eden siyasi yapıların, Kemalizm’i Müslümanlara dayatma durumuna gelmiş olması evrilme veya savrulma ile açıklanamaz oldu. Bu, olsa olsa düşmanının tetikçisi olmaktır.

Allah *Subhanehu ve Teâlâ’*nın emri gereği, başında bir ayet olarak örtü taşıyan birinin, Allah *Subhanehu ve Teâlâ’*nın kadın ve aile ile ilgili ahkâmını “çağdışı” olarak değerlendirip aksi hüküm ve söylemlerde bulunması, bu husustaki İstanbul Sözleşmesi ve benzeri kanunları savunanlar için “evrilme” veya “savrulma” kavramları basit kalmıyor mu?

Sözüm ona muhafazakâr partiler eli ile milliyetçilik duyguları öyle bir noktaya ulaştı ki mevsimlik Kürt kadın işçiler sokak ortasında “erkekler” tarafından darp edilmektedir. Tecavüz ve akabinde gerçekleşen intihar vakalarına karşı sevinçten oynar oldu insanlar. Ülkede, diğer milletlere –özellikle kâfir olmayanlara- karşı tecavüz ve her türlü saldırı meşru görülmeye başlandı. Ruhi değerlerden uzaklaştırılış merhametsiz bir gençlik türetti. Yetkililer, ruhi değerlerden yoksun maddi kalkınmaların, huzurdan çok kaos ve kargaşayı tetiklediğini ne zaman anlayacaklar?

Özellikle son zamanlarda içerde ve dışarıdaki İslâm düşmanları, bazen keyfî bazen de düzmece isnatlar ile İslâm’a ve her türlü değerine fütursuzca saldırırken -sözüm ona- “yetkili” Müslümanlar sessiz kalmaktadır. Ama kendilerine yönelik hiçbir eleştiri veya hakareti affetmiyorlar. Daha da acı olanı, hiçbir cebir ve şiddet eylem ve söylemi olamayan, İslâmi taleplerini dile getirenler “terörist“ ilan edilip cezaevlerine gönderilmektedir. Bu durum “savrulma” mıdır yoksa mevcut sistemin “tetikçiliği” midir?

Müslümanları demokrasiye biate davet edenleri mi dersiniz, zulüm görmeleri için onları ihbar edenleri mi dersiniz, toplumda şeytanlaştırılmış yapılar ile ilişkilendirerek boğmaya çalışanları mı dersiniz, İslâm’ın sosyal, siyasal ve iktisadi fikirlerine saldıranları mı dersiniz, bugün işlenen daha nice zulüm ve münker, eski “tevhidî”, “radikal” ve yine eskiden beri tasavvufçu Müslümanlarca işlenmektedir maalesef…

Müçtehit ve mütefekkir âlim Takiyyuddin En-Nebhânî ne güzel söylemiş “Suç ender görülüyorsa insan, yaygın görünüyorsa sistem sorunludur!” diye.

Rabbimden, zihniyeti ile fiiliyatı ile İslâmi olan bir neslin inşasında cehdimizi artırmasını, Müslümanların gerçek anlamda İslâm’ı bir bütün olarak yaşayacağı günlere ulaştırmasını niyaz ediyorum.

___

#AileyiNesliToplumuKoru