Mezhep Karşıtlığı mı İslam Düşmanlığı mı?
04 Ocak 2016

Mezhep Karşıtlığı mı İslam Düşmanlığı mı?

Tamda Batı’nın ihtiyaç duyduğu bir zamanda, oluşturmak istediği algıya hizmet eden bir üslup ile uluslararası ajanslar ve Türkiye medyası İran ile Suudi Arabistan arasındaki gelişmeleri “bölgesel mezhep savaşı mı başlıyor” şeklinde veriyor. Biri kendisini Sünni coğrafyanın öncüsü olarak görüyor diğeri Şii bölgeye fiili liderlik yapıyor. Suudi Arabistan İran ile diplomatik ilişkilerini kestiğini açıkladı ve Suud topraklarını terk etmeleri için İranlı diplomatlara 48 saat süre tanıdı. Peşinden Sudan, Bahreyn ve BAE’den gelen diplomatik tepkiler…

İki ülkenin yaşadığı diplomatik kriz haberleri, bana Türkiye ile İsrail’in diplomatik ilişkilerini asgari seviyeye indirdiği günleri hatırlattı. Türkiye ile İsrail arasındaki dostluğun yeniden tesisinin iki ülkenin menfaatine olacağına ilişkin açıklamalar ile bu haberleri birleştirdiğimde şunu söylüyorum: “İran ve Suudi Arabistan, Müslümanları temsil ettiklerini söyleyerek bölgesel mezhep farklılığı üzerinden suni bir karşıtlık oluştursalar da aslında İslam’a düşmanlık konusundaki dostlukları gizlenemeyecek kadar açıktır.”
Suudi Arabistan’ın bölgesel meselelerde İran’ı dışarıda bırakan ama Türkiye dâhil diğer Müslüman ülkeleri de içine alan bölgesel siyasi ittifak (Teröre Karşı İslam İttifakı)–(Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi) girişimlerine öncülük etmesinin sebebi nedir? Küresel politikalarda ABD’nin müttefiki ama bölgesel çıkar çatışmasının tarafları olan İran ve Suudi Arabistan’ın içine girdiği bu diplomatik gerginliğin Suriye ile bir ilişkisi var mı? Bu soruları cevaplamak için son yıllarda Suudi yönetimindeki değişimlere ve Suriye siyasetine etkilerine bakmak gerekir.

Suud’da Tam Amerikancı Yeni Dönem
Eski kral Abdullah’ın yerine Selman bin Abdülaziz gelince Suud yönetiminde önemli değişiklikler gerçekleştirdi. Kral Abdullah döneminden kalan neredeyse tüm kişileri azlederek yeni görevlendirmeler yaptı. Veliaht prens olan Mükrin bin Abdülaziz’i ve onun gibi eski kralın müttefiklerini yönetimden uzaklaştırdı. Hatta öyle ki eski kral ölmeden önce Biat Divanında veliaht prens olan Mükrim bin Abdulaziz’in veliahtlık tan azlini yasaklayan kanuni düzenleme yaptırmıştı. Ama buna rağmen Selman her şeyi sil baştan dizdi.

Yeğeni ve İçişleri Bakanı Prens Muhammed bin Nayif'i veliaht prens olarak atadı. Oğlu Muhammed Bin Selman ise ikinci veliaht prens oldu ve aynı zamanda Savunma Bakanlığına getirildi. Bir diğer değişiklik ise 1975'te göreve gelen ve dünyanın en uzun süre görev yapan dışişleri bakanı Suud El Faysal'ın yerine, Suudi Arabistan'ın ABD büyükelçiliğini yapan ve Kraliyet ailesinden olmayan Adel Cubeyr'in atanması oldu.

Tüm bunlar Suudi yönetiminde İngiltere’ye yakın olan eski Kral Abdullah’ın ölümü ile adamlarının tasfiye edildiğini ve yerine ABD ile ilişkileri çok daha kuvvetli Kral Selman’ın kendi adamlarını getirdiğini gösteriyor. Buradan hareketle açıkça şunu söyleyebiliriz, ABD Suudi Arabistan üzerinden bölgesel politikalarında daha etkin ve kontrolü tümüyle kendi elinde olacak bir yol haritasını çizmektedir. Yani önümüzdeki yıllarda bölgede ABD’nin politikalarına fiili anlamda öncülük edecek bir Suud yönetimi bekleyebilirsiniz?

Buradan hareketle, Suudi yönetimin İran’ı karşısına alacak diplomatik gerginliği kendi iradesiyle oluşturmuş olması mümkün değildir diyebiliriz. Bu gerginliğin arkasında ABD’nin olduğu birçok nedenle açıklanabilir.

Birincisi; ABD hem Suudi Arabistan hem de İran ile Suriye meselesinde müttefik olarak hareket ediyor. ABD’nin her iki ülke ile kurduğu ittifak Suriye’de kendilerini bekleyen bir İslam Devleti – Hilafet Devleti kurulması tehdidine yöneliktir. Durum böyle iken İran ile Suudi Arabistan, bölgesel nüfuz açısından Suriye’nin yeni yönetiminde kimin elinin daha güçlü olacağı konusunda dar alanda çıkar çatışması yaşıyorlar. Suud bu basit çıkar çatışmasında ABD’nin politikasının yanında %100 yer alırken, İran bu dar saha çatışmasında Rusya ile hareket edebiliyor.

ABD ise Suriye meselesinde Rusya ve İran’ın kendi kontrollerinden çıkmasını hiç mi hiç istemiyor? Rusya’nın Suriye’de ılımlı muhalif bölgeleri bombalamasına ABD’nin tepkisini, Rus uçağının düşürülmesine itidalli yaklaşımını buna dair tepkiler olarak okuyabiliriz. Türk askerinin Başika’dan çektirilmesini ve Suud’un desteklediği Ceyşul İslam karargâhına Rusya’nın yaptığı saldırıyı da karşıt tepki olarak okuyabiliriz.

Suudi Arabistan’ın Nemr’in idamı üzerinden başlattığı bu gerginliğe ABD’nin tepkisi de Rus uçağının düşürülmesinde olduğu gibi itidal çağrısı şeklinde oldu. Durum ABD’nin bu gerginlikten memnun olduğunu gösteriyor. Zira sadece Suud değil Sudan, Bahreyn ve Birleşik Arap Emirliği de İran ile diplomatik ilişkilerini kesti ya da askıya aldı. ABD Suriye meselesinde açıkça Viyana ve Riyad toplantılarının üzerinden 3. Cenevre’ye doğru yol almak istiyor. Bu plan çerçevesinde İran ve Rusya’yı ise yoldan kıl kadar sapmadan kendisini takip etmeye zorluyor.

İkinci ve daha önemli neden ise; bu gerginlik üzerinden ABD’nin mezhep çatışması ve savaş kışkırtıcılığı yapmasıdır. ABD özellikle Suriye’de başlayan devrim sürecinde Baas rejimi ile Müslüman Suriye halkı arasındaki çatışmayı da böyle okutmaya çalıştı. Esed ailesi, İran, Irak ve Hizbullah’ı bir tarafta gösterdi, IŞİD, muhalif gruplar, Suud ve Körfez ülkelerini diğer tarafta gösterdi. Böylece Şii blok ile Sünni bloğun bir çatışma içinde olduğunu ve Müslümanların mezhep savaşı verdiğini anlatmaya uğraştı. ABD küstahlıkta öyle ileri gitti ki, bu durumda kendi rolünü ise bu mezhep savaşını bitirmek olarak açıkladı. Hal bu ki Suriye’deki savaş mezhep savaşı değil aksine küresel Batı bloğu ile Müslümanların savaşıdır. Bu savaşta ne Suudi Arabistan nede İran Müslümanların yanında yer almadı aksine Batı bloğunun yanında yer aldı.

Bu gerginliğin ABD lehine işleyecek bir yönü de ekonomik etkidir. Zira bu gerginliğin petrol fiyatlarının yükselmesine de etkisi olabilir. OPEC’in belirleyici üyelerinden olan Suud’un içinde olduğu gerginliğin petrol fiyatlarını yükseltmesi ABD’nin kaya gazı üretimini yeniden artırmasına olanak sağlayabilir. Yani her halükarda ABD ve bölgesel işbirlikçi yönetimler bu suni çatışmadan kendilerine siyasi ve ekonomik çıkar sağlayacaklar.

Son olarak; Suudi Arabistan ile İran arasında başlayan ve belirli bir süre devam edecek bu krizde Müslümanlar olarak sorumluluğumuz hangi taraf olursa olsun iki tarafın herhangi birinde yer almamaktır. Zira herhangi bir tarafta yer almak bizi bu oyunun parçası haline getirir. ABD ve Batı kendi küstahlığını gizler, Suud ve İran gibi işbirlikçi yönetimler üzerinden Suriye devrimi üzerindeki sinsi planlarını daha rahat uygulamaya koyar. Katil ve işgalci yüzünü bu sayede gizleyerek kurtarıcı rolüne bürünebilir.

Hem Suud hem de İran ABD’nin küresel, kendi saltanatlarının ve rejimlerinin ise bölgesel çıkarları için mezhepçiliği istismar etmektedir. Yani aslında Müslümanların mezhepsel ayrılık ya da karşıtlık gibi bir problemi yoktur. İran ve Suudi Arabistan’ın İslam düşmanlığı konusunda ittifakı var.

Yapılacak şey hem İran hem de Suudi Arabistan’ın kendi rejimlerine muhalif olarak gördükleri Müslümanları ve âlimleri hapsetmesi ve idam etmesine ses çıkarmaktır. Yapılacak şey bu ülkeler ile stratejik işbirliği anlaşması yapan ülkelerimizin yönetimlerini uyarmak ve onlara bu zulme dur demeleri için çağrı yapmaktır.

Burada “gözden kaç(ırıl)an şu önemli büyük detayı gözler önüne sermekte fayda görüyorum. Suudi Arabistan 47 kişiyi idam ettiğini duyurdu. Bu 47 kişiden biri de Suud vatandaşı Şii din adamı Ayetullah Nemr Bakır. İran Nemr’in idamına tepkisini dile getirdi. Peki, kalan 46 kişi kim, bu konuda bilgi var mı? Herhangi bir haber kanalında, bir ajansta bu kişilerin öz geçmişine, idam edilme sebeplerine dair bir bilgi gördünüz mü? Bu 46 kişinin idam edilmesi hakkında tek bir siyasi kişi herhangi bir açıklama yaptı mı? Bu 46 kişi de Nemr gibi aynı şekilde Suudi Arabistan vatandaşı. Bu 46 kişinin niçin idam edildiğini Suud’a soracak başka bir ülke yok mu, başka bir lider çıkmayacak mı?

@mk_mahmutkar