“İsrail” ile “Normalleşme” Seviyesizliği!
21 Ocak 2021

“İsrail” ile “Normalleşme” Seviyesizliği!

Değişim TV · Sesli Makale : “ “İSRAİL” İLE “NORMALLEŞME” SEVİYESİZLİĞİ!” - Mustafa KÜÇÜK

11 Aralık 1917’de İngilizlerin işgal ettiği Filistin, Siyonist hareketin teşvikiyle Yahudilerin göç ettiği bir bölgeye dönüşmüştü.[1] İngilizler İslâm topraklarının kalbinde bir ileri karakol ihdas etmeyi planlamışlardı. Bunu da dünyanın dört bir yanından topladıkları Yahudiler üzerinden yapmayı düşünmekte idiler. BM, 1947’de hazırladığı Filistin Paylaşım Planı ile bölgede, bir bağımsız Arap, bir de Yahudi devleti ve Uluslararası Kudüs Yönetimi’nin kurulmasını kararlaştırdı.[2] Bir yıl sonra Siyonist hareket “İsrail’in” bağımsızlığını ilan etti. Ardından 1948, 1967 ve 1973’te Arap devletleri ile “İsrail” arasında çıkartılan göstermelik savaşlarla “İsrail” oluşumu pekiştirildi. Böylece “İsrail” oluşumu gayrimeşru bir çocuk misali somut bir varlığa dönüşmüş oldu.

14 Mayıs 1948’de Filistin toprakları üzerinde bu gayrimeşru **“**İsrail” oluşumunun ihdas edilmesiyle milyonlarca Filistinli zorunlu göçe ve katliamlara maruz bırakıldı. Ve bir daha da ülkelerine dönmelerine izin verilmedi. O gün bu gündür “İsrail” oluşumu Filistin halkına reva görmediği eziyet ve işkence kalmadı. Bir zamanlar Nazi Almanya’sında Adolf Hitler’in onlara yaptığını birebir Müslüman halka yapmaya başladılar. İşgal ettiği topraklarla kalmayıp yeni topraklar işgal etmeyi sürdürdü.

Haritada görüldüğü üzere sürdürdüğü bu işgal politikası ile Müslümanlara yaşam hakkı tanımamaktadır. Gün geçmiyor ki; Müslümanların tarlalarına, köylerine ve mahallelerine girip işgal etmesin! Rusya, Polonya vb. ülkelerden getirdiği Yahudilere yeni yerleşim alanları açarak ve toplu konutlar inşa ederek Yahudi nüfusunu artırmayı sürdürmesin!

Bilindiği üzere 3 Mart 1924’te Hilâfet’in ilgasıyla İslâm âleminde kelimenin tam anlamıyla her şey altüst oldu. Müslüman halklar kalkansız ve sahipsiz kaldı. Hem Arap âleminde ve hem de sair İslâm ülkelerinde sömürgeci küfür devletlerinin desteğiyle işbirlikçi hainler yönetim erkini ele geçirdiler. Ve bir daha da onu esas sahibi olan Müslüman halka geri vermediler. Kendileri cehennem olup giderken yönetim erkini kendileri gibi hainlere teslim ettiler. Bu yönetimler de oyalama taktikleriyle süreci günümüze kadar taşıdılar. İş Müslüman halklara kalsaydı, bağrına paslı bir hançer gibi saplanan “İsrail” oluşumunu çoktan söküp atmıştı.

-İslâm Hilâfet Devleti / Köklü Değişim Dergisi

“İsrail” oluşumunun komşularına şöyle bir bakalım: Mısır, Ürdün, Suriye ve Lübnan olmak üzere dört Müslüman ülke! Her bakımından “İsrail’i” fersah fersah geride bırakacak potansiyele sahiptirler. Bir de geride kalan onca Müslüman ülkenin sağlayacağı desteği bir düşünün! Akıl almaz bir çelişkiler yumağı ile karşı karşıya olduğumuz apaçık ortadadır. Yani bir avuç Yahudi varlığı gelsin, senin mukaddesatını işgal edip zapt etsin! Bir de günü birlik işgal ve zulümlerini sürdüredursun, buna karşılık bunca İslâm âlemi çaresiz baka dursun! Olacak şey değil!

Normalleşme sürecinin bu 2. dalgasına gelene kadar Müslüman ülkelerin güdümlü siyasi liderlerinin işledikleri bir ihanet serisine şahit olmaktayız. İlk ihanetleri, “İsrail” oluşumunu tanımakla başlamıştır. Türkiye 28 Mart 1949’da “İsrail’i” tanıyan ilk İslâm ülkesi olmuştur. Mısır, 26 Mart 1979’da Enver Sedat tarafından “İsrail” ile imzalanan Mısır-”İsrail” Barış Antlaşması ile “İsrail” oluşumunu tanımış oluyordu. Böylece Mısır, “İsrail’i” resmen tanıyan ilk Arap ülkesi oldu. Ürdün, 26 Ekim 1994’te Vadi Arabe Antlaşmasını imzalayarak “İsrail’i” tanımış oldu. Bu anlaşma “İsrail’in” en uzun sınırında güvenliği garanti ederken, işbirlikçi Ürdün’e de güya Kudüs’teki dinî işleri denetleme hakkı verilmiş oluyordu.[3]

İkinci ihanet, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ)’nün kurulmasıyla kendini gösterdi. Ocak 1964’te Kahire’de toplanan Arap Zirvesi’nde temeli atılan örgüt, 2 Haziran 1964 tarihinde kuruldu. Görüldüğü üzere Örgüt, Filistinliler tarafından değil Arap devletleri tarafından kurulmuştur. Kaldı ki; FKÖ’nün kurulmasının Filistin’i işgalden kurtarmak olmadığı açıktır. Asıl amaç; Müslüman Arap halklarının, yöneticilerini, Filistin işgali ve Yahudilerin Filistin halkına yaptığı zulüm üzerinden muhasebe etmelerini engellemekti. Yani; deniliyordu ki; “artık bundan böyle Filistin sahipsiz değildir. Bir sahibi vardır. Bu sahip FKÖ vb. örgütlerledir.” Böylece Arap devletleri Filistin davasından vareste olmuş oluyorlardı. “İsrail” varlığı, BM başta olmak üzere ABD, Avrupa ve sair İslâm düşmanı küfür devletleri tarafından desteklenirken, buna karşılık Arap Devletleri Filistin’i işgalden kurtarma işini birtakım örgütlere havale etmekteydiler. Ümmetin bağrından çıkan Müslüman ordular kışlalarda bloke edilirken, fonlar ihdas edilip güya militanlar eğitilecekti. FKÖ şemsiyesi altında toplanan gruplar içindeki en büyük örgüt olan El-Fetih’in lideri Yaser Arafat, 1969’da FKÖ Yürütme Kurulu Başkanlığı’na getirildi. Güya Filistin’i işgalden kurtaracak olan FKÖ, 1988 yılında “İsrail’i” tanıyarak gerçek yüzünü gösterdi. İhanetler zinciri, bugün ABD tarafından Kudüs’ün “İsrail’in” başkenti olarak ilan edilen bir Filistin’i ve sürüp giden bir işgal, zulüm, ambargo, açlık ve sefaleti geride bırakmıştır.

1987 yılında ilk intifadanın başlangıcında Şeyh A. Yasin, A. Rantisi ve M. Taha tarafından Mısır’daki Müslüman Kardeşler örgütünün Filistin kanadı olarak kurulan İslâmî Direniş Hareketi (HAMAS) de bir örgütün halledemeyeceği kadar büyük bir mesele olan Filistin’i işgalden kurtaramadı. O da vakıaya ve şartlara teslim olmuş olarak bir takım siyasi ve silahlı eylemler gerçekleştirmekten öteye gidemedi. Zaten ihanet içinde olan Suriye vb. bölge devletleri ve İran’dan aldığı destek ile böyle devasa bir sorunun üstesinden gelmesi beklenemezdi. Nitekim gelinen noktada Mahmut Abbas ve hatta Dahlan ile kurduğu işbirliği ile tükenme aşamasına gelmiştir. Yakın zamanda billboardlara astıkları Kasım Süleymani’nin posterleri, gelinen noktayı göstermesi bakımından ilginçtir.[4]

Bu arada “İsrail’i” tanıyan ilk Müslüman ülke olan Türkiye, Başbakan A. Menderes’in 1958’de gizlice “İsrail” Başbakanı David Ben-Gurion’la görüşerek çevresel bir anlaşma için masaya oturması ile ilişkilerini sürdürmüştür. Aralarındaki askerî, stratejik ve diplomatik iş birliği, iki ülkede de her zaman önceliğe sahip olmuştur. Erdoğan’ın 2005 yılında “İsrail’i” ziyaret etmesi, Türkiye-”İsrail” arasındaki ilişkinin AK Parti’nin iktidarı döneminde de aynı minval üzere sürdürüleceğini göstermiştir. Bir farkla ki; AK Parti kendi seçmeninin konu ile ilgili hassasiyetini istismar etmekte kusur bırakmamıştır. Algı operasyonunun eşsiz örnekleri sergilenerek ekonomik, sınai, askerî, istihbari ve kültürel ilişkiler alttan alta sürdürülürken, Müslüman seçmenin nabzını tutmak için sert açıklamalar, *“one minute”*ler tozu dumana katmıştır. AK Parti’nin algı operasyonunda oldukça başarılı olduğu inkâr edilemez. AK Parti’nin tezgâhladığı algı operasyonları “Gazze Özgürlük Filosu”nun bir parçası olan “Mavi Marmara“ adlı yolcu gemisinde 31 Mayıs 2010 tarihinde, 10 Türk uyruklu aktivistin öldürülmesi ile zirve yaptı. Nitekim Mavi Marmara olayından yaklaşık bir yıl sonra 12 Haziran 2011’de yapılan Genel Seçimlerde AK Parti, %49.83 ile tarihinin en yüksek oyunu almıştır. Ne bundan önce ve ne de bundan sonra bir daha bu orana ulaşmamıştır. Dahası, Yahudi devletine yönelik açılan davaya el konulmuş ve Mavi Marmara hadisesi tazminatla geçiştirilmiştir. Daha önce Mavi Marmara’ya “Otorite olarak izni biz verdik”[5] diyen Erdoğan, başı sıkıştığında “Giderken bana mı sordunuz?!” çıkışında bulunarak “İsrail” ile ilişkilere ne denli önem verdiğini ortaya koymuştur.[6]

Üçüncü ihanet; **“iki devletli çözüm”**ü kabul etmek olmuştur. Ne yazık ki başta Türkiye olmak üzere halkı Müslüman bütün ülke liderleri bu ihanete iştirak etmişlerdir. Dahası iki devletli çözümü sorunun yegâne çözümü olarak pazarlamışlardır. Gerçekte ta 1947’de BM’nin Filistin’i paylaşma ve “İsrail’i” kurma planı olan bu ihaneti, “tek çözüm” diye meydanlarda haykırırken yüzleri kızarmamıştır. 1967 sınırlarına atıf yapılarak biri “İsrail” diğeri “Filistin” iki bağımsız ülke komedisini kendi tabanlarına da kabul ettirmişlerdir. İslâmî belde liderlerinin Filistin konusundaki bu aymazlığını gören “İsrail” varlığı, günü birlik işgallerle Filistin’in geri kalan kısmını da kemirmeye devam etmiştir. Gelinen nokta itibariyle Filistin bir kumaş üzerindeki beneklere dönüşmüştür.

“Normalleşme” diye anılan ikinci ihanet dalgası 26 yıl sonra geldi ve son birkaç ay içinde 4 Arap ülkesi bu kervana katıldı. BAE ve Bahreyn, 15 Eylül’de Beyaz Saray’da düzenlenen törende “İsrail” ile ilişkileri normalleştirme anlaşması imzaladı. Sudan Dışişleri Bakanlığı da 23 Ekim’de geçiş hükümetinin “İsrail” ile ilişkilerin normalleştirilmesini kabul ettiğini açıkladı. Son olarak Fas, 11.12.2020 tarihinde “İsrail” ile ilişkilerinin “en yakın zamanda” normale döneceğini açıkladı. Böylece Fas; Türkiye, Mısır, Ürdün, BAE, Bahreyn ve Sudan’dan sonra “İsrail” ile normalleşmeyi kabul eden 7. Arap ülkesi oldu.[7]

Unutmayalım ki; Filistin Kudüs-i Şerif demektir. Müslümanların ilk kıblesi, Allah’ın çevresini mübarek kıldığı yer demektir. İsra ve Miraç demektir. Filistin; İslâm demek, tarih demek, fetih demektir. Hz. Ömer, Selahaddin Eyyubi demektir.

Gerçek şu ki Müslüman’ın “normal”i İslâm’ın hükümleridir. İslâm’a göre bir kez İslâm yönetimine giren her yer, kıyamete kadar İslâm toprağıdır. Hiçbir işgal onu İslâm toprağı olmaktan çıkaramaz. Hele ki bu yer, Allah’ın çevresini mübarek kıldığı Kudüs’ün içinde yer aldığı ve bin yıl/bir milenyum boyunca İslâm bayrağı altında yaşamış Filistin’se.

Evet, ne iki devletli çözüm ve ne de başka bir şey; ne 1967 sınırları ve ne de a/normalleşme! İslâm’ın normali “İsrail” oluşumunun yok oluşudur. İslâm’ın normali; Râşidî Hilâfet Devleti’nin bayrağı altında Biladu’ş Şam Vilayeti’ne bağlı bir Filistin’dir. İngiliz işgal tarihi olan 1917’den sonra Filistin’e gelen bütün Yahudilerin geldikleri yere geri gönderilmeleridir. Geri kalan Filistin yerlisi Yahudilerin isterlerse cizye vererek İslâm egemenliğinde yaşamalarıdır. İşte gerçek çözüm budur. İşte hakkın, hukukun, huzurun, refahın adresi bu çözümdür, başka değil!

“'İsrail' varlığı" mı dediniz... Gayri meşru oluşumların varlığı kardan adam gibidir; güneşin doğmasıyla yıkılıp giderler. Yerli işbirlikçiler bu gayrimeşru varlık ile normalleşme ihanetini sürdüredursun; taştan, demirden, heykelleri eritecek olan II. Râşidî Hilâfet güneşi doğduğu gün, kardan adam misali “İsrail” oluşumu çoktan yok olup gitmiş olacaktır.

[وَٱللَّهُ غَالِبٌ عَلَىٰٓ أَمْرِهِۦ وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَ ٱلنَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ] “Allah, işinde galiptir, fakat insanların çoğu bunu bilmezler.”[8]


[1] Türkiye Ortadoğu Çalışmaları Dergisi Cilt: 2, Sayı: 2, 2015, Ss.141-176

[2] SASAM (Stratejik A.M.) İsrail’in Kurulması Ve Türkiye’nin İsrail’i Tanıma Süreci

[3] Vikipedi; “İsrail” maddesi

[4] Mepa News; Haber Merkezi 29 Aralık 2020 Salı

[5] KRTkulturTV; 31 May 2020

[6] https://t24.com.tr/

[7] Anadolu Ajans; 16.09.2020

[8] Yusuf Suresi, Ayet; 21

___

#KudüsBizimdirBizimKalacak

#Yüzyılınİhaneti