Cumhurbaşkanı Erdoğan;
“Son günlerde bakıyorsunuz,
birileri ortaya çıkıp da ne yazık ki kadınla ilgili çok farklı açıklamalarda bulunup
dinimizde kesinlikle yeri olmayan bazı kendince içtihatta bulunan kişiler çıkıyor
ortaya” diyerek Nurettin Yıldız hocaya uzun
zamandır süren linç kampanyasına o da katılmıştı.
Hızını alamadı; “İslam’ın
güncellenmesinin gerektiğini bilmeyecek kadar da aciz bunlar” deyip daha
sonra da sözlerinin yanlış anlaşıldığını ifade eden açıklamalar yaptı.
Aslında yapılan düzeltme açıklaması tam da “özrü kabahatinden
büyük” diyeceğimiz cinste bir açıklamaydı. Erdoğan’ın; “Siz İslam’ı 14 -15 asır önceki hükümleriyle kalkıp da bugün uygulayamazsınız”
ifadesi ile aynıydı.
İnkâr edilse de yapılan şey ya da vakıada olan “reform
ya da güncelleme” ile aynıdır.
Ne diyordu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözcüsü İbrahim Kalın;
“Ezmânın tagayyürü ile ahkâmın tagayyürü
inkâr olunamaz.”
Yani “zamanın
değişmesiyle hükümler değişir.”
Lafı uzatmadan Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sormak istiyorum:
Laikliğin dindeki yeri
nedir ki, siz bunu tatbik ediyorsunuz? Bu bir reform değil midir?
Sonra sizin yaptığınız
laiklik içtihadının şer’i dayanağı nedir? Bu güncelleme değil midir?
Ya da faizin, içkinin
ve kumarın dindeki yeri nedir ki bunlar devlet eliyle bizzat uygulanıyor?
Aslında zamanında ya da bu tartışma koptuğunda “hocaefendiler”
bu soruları sorabilseydi Cumhurbaşkanı Erdoğan, bozuk bir kaideyi sanki doğru bir
kaideymiş gibi tekrar ortaya çıkaramazdı.
Kamuoyunda yürütülen tartışmalar bir tarafa bu konuyu
iki şekilde ele almak istiyorum.
1- “Zamanın değişmesiyle hükümler değişir” Mecelle kaidesi
açısından.
2- Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu tartışmaya neden girdiği
açısından.
Birincisi:
“Zamanın değişmesiyle
hükümler değişir” kaidesi
bozuk bir kaidedir. Bu kaideye göre hareket
etmek caiz de değildir. Toplumun ıslahı için ya da toplumu kalkındırmak için çalışanlara
düşen görev, vakıadan ya da Batılı fikrî saldırılardan etkilenmeden çalışmak olmalıyken
onlar, hükümleri tevil yoluna gitmişlerdir ki; bu da onları büyük bir bataklığa
saplamıştır.
Yeni çıkan bir meseleye ilişkin edille-i şeriyyeden bir
hüküm çıkarmak farklı, meseleyi vakıa uydurmak ve bunu zamanın ruhu diyerek tevil
etmek farklıdır.
İslâm evrensel bir dindir. O’nun hükümlerini topluma,
asra, zamana ya da mekâna hiç bakmaksızın olduğu gibi tatbik etmeleri gerekirken
bu kaideyi ortaya atanlar, bunu yapmayarak hem külliyatta, hem de cüz’iyatta büyük
hatalara saplanıp kaldılar.
İşte bu hatalı bakış açısından dolayı bu kaideler ortaya
çıktı. “Zamanın değişmesiyle hükümlerin değişmesi
inkâr edilmez”, “Âdet muhakkemdir”
ve benzerleri gibi. Bu gibi kaidelerden dolayı Şeriatta dayanağı olmayan hükümlerle
fetva verdiler. Üstelik Kur’an’ın kat’î nassları ile çelişen hükümlerle bile fetva
verdiler.
Allah Subhanehu ve Teala faizin her türlüsünü
ve zerresini bile haram kılmışken, “reşit
olmayanın malı için zaruri olduğu gerekçesiyle fâizin azına cevaz verdiler.”
Yine hadlerin
durdurulmasına fetva verdiler.
Ceza kânunlarının İslâm’dan
başkasından alınmasına cevaz verdiler.
İşte böylece, şeriatın asra uygunluğu ve şer'î hükümlerin
her asır, zaman ve mekâna uygun olmasının zarureti gerekçesiyle şeriata muhalif
hükümler koydular.
Bunun neticesi de; İslâm’ın hayattan uzaklaştırılması
ve bu hatalı anlayışlar ve bâtıl hükümlerden faydalanan İslâm düşmanlarının, kendi
kânun ve ideolojilerini, Müslümanlar üzerine tatbik etmesi oldu.
Bu olurken Müslümanlar, "İslâm her zamana ve mekâna uyar" hatalı anlayışının
zihinlerine yerleşmesi nedeniyle bu ideoloji ve kânunların, dinleriyle çeliştiğini
fark edemeyecek halde idiler. İslâm, her meşrebe, her ideolojiye, her hâdiseye ve
her kaideye uygun olsun diye -velev ki İslâm İdeolojisine ve bakış açısına muhalif
olsa da-, birçoklarının dilinde tevil edildi. İşte İslâm’ın hayattan uzaklaştırılmasına
laik bir yönetimin tesisine yardımcı olan unsur bu idi.
İşte bu sakat anlayış Müslümanları laik bir devletin
başında yöneticiler yaptı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu sakat anlayışı devam ettirerek,
her geçen bir on yılın bir önceki on yılı arattığı ülkemizde toplumu ıslah etmek
bir yana daha da bataklığa saplayacaktır.
Dolayısıyla bu ümmetin kalkınması ancak ve ancak İslam’ı
topluma, zamana ve mekâna olduğu gibi tatbik ederek gerçekleşecektir.
Bu açıdan bakıldığında “hocalar Erdoğan’ı defe koymadı ama Allah koyacak!”
İkincisi:
Cumhurbaşkanı Erdoğan,
Nurettin Yıldız üzerinden bu tartışmalara neden girdi?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önce İHH Başkanı Bülent Yıldırım’a
“Mavi Marmara” davası üzerinden sert açıklamalar yapması,
Ardından İhsan Şenocak hakkında başlatılan soruşturma
ve konusu,
İslami Parti Hizb-ut Tahrir gençlerine yönelik 660 yıllık
bir cezanın onanması,
Daha sonra Nurettin Yıldız hakkında yürütülen kara kampanyaya
bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da katılması ve aslında bütün cemaatlere parmak
sallaması…
İşte tüm bunları üst üste koyduğumuzda daha önce Köklü
Değişim Yazarı Aydın Usalp’ın da “28 Şubat”
Kokusu Var Havada” başlıklı yazısında
da belirttiği gibi İslami parti, cemaat ve yapılara karşı yürütülen politikalar
daha büyük bir resmin parçaları olarak durmuyor mu sizce de?
Mesela, Amerika’nın Suudi Arabistan’da “Uluslararası Radikal Düşünceyle Mücadele Merkezi”ni açmasının bu konuyla
bir ilgisi var mı?
Ya da Amerika’nın yarı istihbarat düşünce kuruluşu olan
RAND Corporation’ın yayınladığı raporda:
“Radikallere karşı gelenekçileri,
gelenekçilere karşı da modernistleri destekleyin” açıklamasının bu durum ile ilişkisi
nedir?
Dolayısıyla 28 Şubat benzeri bir havanın olmasının nedeni
birazda Arap baharı, Suriye’de yaşananlar ve Amerika’nın İslam ve Müslümanlarla
ilgili politikalarının izlerini taşımaktadır.
Diğer taraftan laik devlet, dini “Diyanet” üzerinden
tekeline almak istemektedir. Böylece laik yaşam tarzını rahatsız edecek yorumların
da önüne geçilmek istenmektedir. Cemaatleri hükumetin arka bahçesi olarak gören
laik cenahın eleştiri oklarından da kurtulmak isteyen Erdoğan, bu tartışmalara girmiştir.