Fikrin Siyaseti mi, Menfaatin Siyaseti mi?
28 Kasım 2020

Fikrin Siyaseti mi, Menfaatin Siyaseti mi?

Bilindiği gibi Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı Hilâfet Devleti’nin enkazı üzerine kurulmuş laik, kapitalist bir devlettir. Resmî ideolojisinin verdiği isim ile “Türkiye” bir ulus devlet olsa da, iç ve dış siyasette pratik olarak çıkarları esas alan bir devlettir. Elbette bu çıkarlar Müslüman halkın maruf çıkarları değildir. Aksine devletin, devleti yönetenlerin ve Batı zihniyetini temsil eden siyasi elitin çıkarlarıdır. Bu bağlamda “ulus devlet” fikri, “Müslümanların İslâm kardeşliği temelinde fikrî ve siyasi olarak yeniden birleşmesini engellemek için dayatılmış bir sömürge projesidir” diyebiliriz. Zira kapitalist devletlerde ve kapitalizmin sirayet ettiği toplumlarda asıl olan her zaman menfaattir.

Dolayısıyla bir milliyetçi, menfaati için kavmini satabilir; bir Müslüman, menfaati için idealini terk edebilir; bir siyasetçi, makam ve mevki uğruna davasını ve dava arkadaşlarını satabilir; bir yönetici, iktidarını koruması için sömürgeci devletlerin vereceği destek karşılığında halkını ve ülkesini satabilir; bir toplum, şahit olduğu ve değiştirmesi gerektiği kötülükler karşısında rahatının bozulmaması ve kişisel menfaatlerine zarar gelmemesi için susarak geleceğini satabilir…

İşte Türkiye’de son günlerde yaşanan siyasi gelişmeler menfaat bağının her yönüyle karşımıza çıktığı böyle bir fotoğrafı yansıtıyor.

Şimdi meramımı anlatmaya yeterli olduğunu düşündüğüm birkaç örnek vermek istiyorum:

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 21 Kasım Cumartesi günü partisinin Kütahya, Afyonkarahisar, Batman ve Siirt 7. olağan il kongrelerine hitaben yaptığı konuşmada “Kendimizi başka yerlerde değil Avrupa’da görüyor, geleceğimizi Avrupa ile birlikte kurmayı tasavvur ediyoruz. Dostlarımızla ve müttefiklerimizle daha güçlü işbirliği hâlinde olmak istiyoruz.”[1] dedi.

Aynı Cumhurbaşkanı, yaklaşık bir ay önce İbni Haldun Üniversitesi’nde yaptığı konuşmada, fikrî iktidar olamadıklarından yakınıp şöyle demişti:

“Türkiye, kuru kuruya Batıcılık saplantısı yanında, yine aynı kaynağın ürünü pek çok sapkın ideoloji ve akımın zehrine maruz kalmış bir ülkedir. Fikrî iktidarımızı kökü ve ruhu bize ait olmayan bir medeniyete kaptırmamızın sebebi, bu sapkın akımların önlerinin bilinçli bir şekilde açılmasıdır.[2]

Yine yakın zaman önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Avrupa Birliği için “Haçlı Birliği”, “Tarihi karanlık sömürgeciler”, “Gerçek anlamda faşist ülkeler” gibi birçok kınayıcı ifade kullandığı günlük siyaseti takip eden herkesin malumudur.

Peki, ne oldu da Cumhurbaşkanı Erdoğan bu kadar keskin bir dönüş ile nesillerimizi kaptırdığını söylediği, sapkın ve zehirli Batı medeniyetinin kurucusu olan Avrupa Birliği’ne yeniden güzellemeler yapmaya başladı? Ne oldu da dün “kara” dediğine bugün “ak” diyerek beraber olmak istiyor? 1963’ten beri Türkiye’yi kapısında bekleten Avrupa bir ay içinde dostumuz mu oldu? Veyahut Haçlı Avrupa toplu hâlde Müslüman oldu da bizim mi haberimiz yok? Elbette bunların hiçbiri olmadı. Ya ne oldu?

Görünen o ki, mevcut siyasi konjonktür Türkiye’nin Avrupa’ya sıcak mesajlar vermesini gerektiriyor. Zira kuruluşundan bu yana AK Parti’yi destekleyip himaye eden, Suriye, Libya ve Doğu Akdeniz gibi meselelerde Türkiye’ye verdiği roller ile çıkarlarını yürüten Amerika şu anda bir yönetim boşluğu yaşıyor. Bu boşluğu fırsat bilen Avrupa ise baskılarını artırarak Türkiye’yi siyasi ve ekonomik yaptırımlar ile tehdit ediyor. Erdoğan’ın herkesi şaşırtan yeni Avrupa Birliği açılımının Avrupa’dan gelen bu baskıları hafifletmek için olduğunu düşünüyorum.

Ayrıca AK Parti’nin kurucularından Bülent Arınç’ın ve Damat Berat Albayrak’ın harcanmasına neden olan sözde yargı ve ekonomi reformu da bir yönüyle Kavala ve Demirtaş davaları ve yabancı yatırımcıların mülkiyet güvenliği gibi konularda Türkiye’yi sıkıştıran Avrupa’ya bir iyi niyet mesajı olarak okunabilir.

Ancak ne hazindir ki Türkiye, Avrupa ile gelecek kurmak istediğini söyleyip zillet izhar ederken, onlar Akdeniz’de gemimize baskın yapıp düşmanlıklarını göstermeye devam ediyorlar. Yine ne hazindir ki gemimize yapılan bu korsan saldırıya rağmen Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Avrupa’ya olumlu mesajlar vermekte bir beis görmüyor!

Cumhurbaşkanı Erdoğan ise bir yandan Avrupa’ya yakınlık gösterirken, diğer yandan Amerikan yönetimine sadakat vurgusu yapmaktan vazgeçemiyor!

Tıpkı iktidar yerine kendilerini desteklemesi için Amerika’ya el açıp Türkiye’ye güçlü bir demokrasi vurgusu yapmasını isteyen CHP gibi, Ünal Çeviköz gibi. Tıpkı Kürt milliyetçisi HDP ile Türk milliyetçisi İYİ Parti ve sözde dindar Saadet Partisi’ni bir araya getiren “Millet İttifakı” gibi… Ve Cumhuriyet tarihinde yaşanan daha nice ucuz menfaat ilişkisi örnekleri gibi…

İşte menfaat düşüncesi böyle rezil, kimliksiz ve helak edici bir düşüncedir. İslâm ümmeti bu düşünceye dayalı siyaset yüzünden sömürgeci kâfirlerin tutsağı hâline geldi. Normalde izzet ve kuvveti Allah’ın şeriatında arayıp Müslümanların birliğini istemesi gereken yöneticiler, demokrasiyi dava edinip Batılı kâfirlerle birlik olmayı istiyorlar. Daha vahim olanı bu düşünce yüzünden yöneticileri muhasebe etmek ve Müslümanlar arasında nasihatleşmek değersiz ve kıymetsiz görülmeye başlandı…

Dolayısıyla ne mevcut iktidardan ne de muhalefetten adalet ve kalkınma beklenemez. Sorun menfaat eksenli laik sistemin bizzat kendisidir. Sorun insan yapımı bozuk ve öldürücü yasaları Allah’ın hayat veren şeriatına tercih eden demokratik partilerdir. Çözüm ise insanın kendisiyle, yaratıcısıyla ve diğer insanlarla olan ilişkilerini doğru ve kusursuz bir şekilde düzenleyen İslâm düşüncesine dönmek ve İslâm düşüncesi temelinde fikrî ve siyasi çalışma yapmaktır.

Zira Türkiye’nin yeri ne sömürgeci Amerika’nın müttefikliği, ne 57 yıldır kapısında süründüğü Avrupa Birliği, ne de Rusya ve Çin gibi diğer küfür devletlerinin yanı değildir. Türkiye’nin yeri geçmişte olduğu gibi İslâm ümmetinin liderliğidir. O liderlik ise ancak Râşidî Hilâfet Devleti’ni yeniden ikame ederek hak edilir!

اَفَمَنْ يَمْش۪ي مُكِباًّ عَلٰى وَجْهِه۪ٓ اَهْدٰٓى اَمَّنْ يَمْش۪ي سَوِياًّ عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ

“Şimdi (düşünün bakalım), yüz üstü kapanarak yürüyen mi (varılacak) yere daha iyi erişir, yoksa doğru yolda dimdik yürüyen mi?” [Mülk 22]


[1] https://kokludegisim.net/haberler/erdogandan_abye_yakinlik_abdye_sadakat_mesaji

[2] https://www.amerikaninsesi.com/a/erdogan-fikri-iktidarimizi-tesis-edemedik/5626912.html

___

#KapitalizmÇöktüÇözümİslam