2017\'ye Terör İle Uyanmak...
06 Ocak 2017

2017\'ye Terör İle Uyanmak...

Hangi günde ve hangi mekânda yapılırsa yapılsın, yapılma şekli ne olursa olsun, öldürmek için seçilen hedef siviller ise bunun adı “terör”dür. Nasıl ki Suriye rejimi halkının canına kastederek devlet terörü işliyorsa, nasıl ki Batılı devletler Müslümanlara karşı sömürgeci terörü işliyorsa, yılbaşı gecesi İstanbul Ortaköy'de Reina adındaki gece kulübüne yapılan saldırıda ve son olarak İzmir adliyesinde yapılan saldırının failleri de bir terör eylemi işlemiş demektir. Hedef kitle hangi günaha bulaşmış olursa olsun onlara reva görülecek sevap veya cezanın sahibi Allah Subhanehû ve Teâlâ’dır. Meselenin siyasi veya fikri boyutlarını incelemeden önce bu saldırılarıların asla geçerli ve kabul edilebilir bir tarafının olmadığını belirtmek gerekir. Yine aynı şekilde özellikle Reina’daki saldırıda ölenler için medya tarafından hiç çekinmeden “şehit” denilmesini de doğru bulmuyorum. Bu eylemler bir dizi terör eyleminden sadece bir parça olmakla birlikte ne ilktir ne de son olacaktır. Zira terör, kendisini var eden temel müsebbipleri ortadan kaldırmadıkça rahat yüzü göstermeyecektir. Alışageldik sağduyu çağrıları, artık etkisi kalmayan tehditler ve benzeri birlik çağrıları asla terörü bitirmeyecektir.

Zamanlaması ve facianın büyüklüğünden dolayı kamuoyunda daha fazla etki ve tesir bırakan Reina saldırısını üç başlık altında inceleyerek başlayalım. Birinci başlıkta failin kimliği üzerinden siyasi yönünü inceleyebiliriz ki, bu olay münferit bir vakıa mı, bir grubun planladığı terör olayı mı yoksa herhangi bir devletin politik sebeplerle yaptığı bir eylem mi? İkinci başlık olarak bu saldırının fikri ve ideolojik içeriğine bakılarak sebep ve sonuçlarını inceleyebiliriz. Üçüncü başlıkta da toplumsal-sosyal yönlerini düşünerek çıkarımlar yapabiliriz ki en sağlıklı yorum yapılmış olsun.

İlk olarak diyebiliriz ki, saldırının gerçekleşme şekli ve saldırganın aradan geçen 5 güne rağmen hâlâ bulunamamış olması oldukça profesyonel olduğunu göstermesi açısından yeterlidir. Zira saldırgan içeride dört defa şarjör değiştirmiş, 39 kişiyi öldürmüş 65 kişiyi yaralamış ve üstünü değiştirerek mekândan kaçmıştır. Emniyet güçlerinin yoğun arayışına rağmen hâlâ bulunamamıştır. Film senaryolarını aratmayacak bu sahne münferit bir olaymış gibi gözükmüyor. Yine bu saldırının öldürülen büyükelçinin intikamını almak maksadıyla Rusya’nın yaptığını söylemek de çok makul gözükmüyor. Zira Rusya, büyükelçi suikastını T.C. hükümetinin yaptırmadığının ve dostluklarına halel gelmemesi gerektiğinin de farkında. Saldırıyı üstlenerek dikkatleri üzerine çeken DAEŞ Irak ve Suriye’de kendisi ile mücadele eden Türkiye’ye gözdağı vermiş ve intikam almış olabilir. Hemen akabinde T.C. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Terörü kaynağında bitireceğiz” sözü de bu hususu destekleyebilir. Fakat böylesi eylemleri PKK veya DAEŞ gibi örgütlerin üzerine yıkmak devletler için en kolay ve en hızlı çözümdür. Zira onlar gerçek failleri açık bir şekilde bilmesine rağmen bunu hem dünya kamuoyundan hem de iç politika malzemesi olmaktan uzak tutmak istemektedirler. Terörün failleri Batılı devletler olunca onlara yaptırım uygulayamayacağını bilen “nispeten küçük devletler” en azından olup bitenlerin sümenaltı edilmesine çalışırlar ve bunu bir şekilde başarırlar. Zira olay mahallinde bulunan görgü tanıkları saldırganların üç kişi olduğunu iddia etmelerine rağmen devlet yetkilileri bir kişi olduğu söylemekte ve o bir kişiyi de bulamamaktadır. Tüm bu veriler ışığında olayın gerçekleştiği bölge, zaman ve öldürülen insanların yaşam tarzları göz önüne alındığında işin içinde terör devleti olan İngiltere’nin parmağı olduğu görülüyor. Zira bunu yine en güçlü şekilde ifade eden CB Erdoğan’ın “ülkede kaos çıkarmak istiyorlar” söyleminden anlayabiliriz. AKP iktidarı Amerikancı politikalarını hızlandırdığı her dönemde parlamenter sistemin sahibi olan İngilizler tarafından fitne ateşi yakılıyor. Başkanlık sistemi ve MHP ile ittifak hâlinde yürüttüğü yasal reform süreci ardı arkası kesilmeyen terör eylemlerini de beraberinde getirdi. Ama bu terör eylemini farklı kılan en önemli özellik sivillerin hedef alınması yanı sıra Müslümanlar ile laik-liberaller arasında büyütmeyi hedefledikleri ayrılıkçı fitne ateşidir. Bu hadisenin hemen akabinde laik kesimden hızlı bir şekilde Diyanet İşleri Başkanı’nı istifaya çağırmaları boşuna değildir. Yine kendi medyasında “yılbaşı düşmanları”, “yobazlar” gibi kin kusan söylemler de boşuna değildir. Ama bu fitne ateşi Müslüman Türkiye halkının sağduyusu sayesinde kısa sürede söndürülmüştür. Bu nedenle İngilizler bir taşla iki kuş vuramamıştır.

İkinci olarak bu olayın fikri-ideolojik yönü ise İslam’a düşmanlıkta tek millet olan Batı ve avenelerinin yaptığı algı oyunudur. Müslümanların kendilerine ait olmayan bir kutlamaya da saygı göstermesi istenmiştir. Bundan sonra noel, yılbaşı gibi kavramlar üzerinden eleştiri yapma hakları ellerinden alınmış, eleştiri yapanları da bu eylemi gerçekleştiren faillerin safına sokmuştur. Maalesef ki sahipsiz kalmış Müslümanları şamar oğlanına çeviren Batı, yöneticilerin gözü önünde zihin dünyalarında derin tahripler oluşturmuştur. Hatta Allah’ın razı olmayacağı ameller ile iştigal ederken öldürülen insanlar ile ibadethanelerde Rabbine niyazda bulunarak öldürülen insanları aynı kefeye koyan “Müslümanların temsilcisi(!)” yani Diyanet İşleri Başkanı da maalesef ki Batı’nın bu hazin oyununa alet olmuştur. Hâlbuki dik duruş, katilin lanetlendiği gibi o gece orada bulunanların da ciddi şekilde eleştirilmesini gerektiriyordu. Zira onlar hem kendi topraklarındaki teröre kurban gidenlere, hem yanı başlarında Suriye’de katledilen insanlara karşı kayıtsız ve saygısız bir tutum içerisinde “vur patlasın çal oynasın” eğleniyorlardı.

Son olarak meselenin toplumsal-sosyal yönünü bir cümle ile özetleyecek olursak şunu söyleyebiliriz: “Filler tepişirken, çimenler ezilir.” Bu terör olayında da diğerlerinden farksız olarak halkın haberleşme hürriyeti kısıtlandı, failleri meçhul hâle getirildi, gündem hallaç pamuğuna çevrilip mecrasından uzaklaştırıldı ve etkin kamuoyu gücü ile toplum kısa sürede istenilen kıvama getirilmiş oldu. Türkiye’de belki de en kolay şey bu olsa gerek. Boğaz köprüsü geçişlerine ve otoyollara %48 zam yapıldı. Otomobiller için ÖTV %40 ila %90 aralığında zamlandı. SSK ve Bağ-Kur primleri, temel gıda ürünleri, doğalgaz ve elektrik gibi birincil ihtiyaçlar zamlandı. Fakat bütün bunlara rağmen asgari ücrete %8 zam yapıldı. Dolar ve euronun TL karşısındaki değeri tarihin zirvesine çıktı. Küçük ve orta ölçekli şirketlerden %5’i iflas bildirdi. Dolaysıyla işsizlik oranları da paralel olarak arttı. İnşaat sektörü %4 ila %8 arasında değer kaybetti. Üretim düştü ve turizm terör olayları ile orantılı olarak problemli bir sürece girdi. Fakat tüm bunlara rağmen ülkenin duygusal ve ruhi atmosferi, yaşadığı bütün iktisadi sıkıntıları unutturdu.

İstanbul saldırısının üzerinden daha bir hafta bile geçmeden İzmir adliyesi önünde gerçekleşen patlama ve adliye içerisinde devam eden çatışma sonucunda da 2 kişi hayatını kaybetti. Bu eylemi de İstanbul-Reina’daki saldırı gibi derinlemesine incelemeye gerek kaldı mı siz karar verin. Zira birinin diğerinden üç başlıkta da bir fark taşımadığını hatta belki bu satırları yazarken yeni saldırıların gerçekleşme ihtimalinin bile oldukça fazla olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü bir şekilde toplum teröre ve ölüm haberlerine alışıyor, alıştırılıyor…

Ve böylece 2017 yılına peş peşe gelen terör haberleriyle girmiş olduk. “Yılbaşı’na nasıl girerseniz bütün yılı öyle geçirirsiniz” tezi galiba bu yıl doğru olacak (belki de iki terör olayında da verilmek istenen mesaj buydu). Zira terör ile mücadelenin sadece terörün taşeronları ile mücadele hâline geldiği bir çaba, boş bir çabadır. Taşeronun biri gider biri gelir; patrona işçi, işçiye iş çok. Zira biz bu mücadeleyi verirken terörün ağababaları bir yandan bombacıları, suikastçıları diğer yandan da taziye mesajları ve geçmiş olsun dileklerini eş zamanlı olarak göndermeye devam edeceklerdir. Fakat Türkiye’de yaşayan Müslümanlar olarak bütün bu olup bitenlere ferasetle bakmayı öğrenmeliyiz. Terörün gerçek faillerini TV kanallarındaki kiralık yazar-çizerlerin gizlemesine izin vermemeliyiz. Madem yaşadığımız çağ bilgi çağı! O hâlde evladını kaybetmiş bir anne babanın en azından çocuğunun katilini bilmesi gerekmez mi? Bir toplum düşünün ki yaşanan her katliam faili meçhul olsun. Yaşanan her acı bir çırpıda unutulsun. Yapan yaptığıyla, ölen öldüğüyle, kazanan kazandığıyla, kaybeden kaybettiğiyle kalsın.

وَلاَ تَحْسَبَنَّ اللّهَ غَافِلاً عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَ إِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ فِيهِ الأَبْصَارُ

“Sakın Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Onlarla hesaplaşmayı, şaşkınlıktan gözlerinin donakalacağı bir zamana erteliyor.”[1]

وَلاَ يَحْسَبَنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ أَنَّمَا نُمْلِي لَهُمْ خَيْرٌ لِّأَنفُسِهِمْ إِنَّمَا نُمْلِي لَهُمْ لِيَزْدَادُواْ إِثْمًا وَلَهْمُ عَذَابٌ مُّهِينٌ

“Kâfirler sakın kendilerine zaman tanıyıp fırsat vermemizin onlar için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Biz onlara ancak günahları daha artsın diye mühlet veriyoruz. Onlara zelil ve perişan eden bir azap vardır.”[2]


[1] İbrahim Suresi 42

[2] Âli İmran Suresi 178