Mustafa Çelik: ‘Hilâfet Olmadan Ümmet Birliği Sağlanamaz!’
27 Mart 2020

Mustafa Çelik: ‘Hilâfet Olmadan Ümmet Birliği Sağlanamaz!’

Köklü Değişim Medya

Köklü Değişim Şanlıurfa Temsilcisi Cahit TOPRAK, Akit Gazetesi Yazarı Mustafa ÇELİK ile Hilâfet’in ilga edildiği Miladi 3 Mart 1924 tarihine tekabül eden Hicri 28 Recep 1341’in 99. yıldönümü olması hasebiyle Hilâfet konusu özelinde bir röportaj gerçekleştirdi. İstifadenize sunuyoruz:

“HİLAFET OLMADAN ÜMMET BİRLİĞİ SAĞLANAMAZ!”

Cahit Toprak: Hilâfet’in kaldırılışı ile alakalı birçok farklı fikir öne atılmaktadır. Kimisi; “Hilâfet’in işlevselliğini yitirdiğini, bu nedenle kaldırıldığını”, kimisi; “İngilizler ve müttefiklerinin bir dayatması sonucu olduğunu” söylemektedir. Siz nasıl görüyorsunuz? Hilâfet nasıl kaldırıldı?

Mustafa Çelik: Bilindiği gibi, Hilâfet; Hz. Peygamberin vefatından sonra şer’î nasların bir muktezası olarak Müslümanları Allah’ın şeriatıyla idare etmek üzere oluşturulan şer’î devlet başkanlığının adıdır. Halife (halifa, halef, naip), Hz. Peygamberin halefi ve kendisinden sonra yerine vekâlet eden İslâm dünyasının en yüksek yöneticisidir. Hilâfet’e “imamet” de denildiği için halifeye aynı zamanda “imam” da deniyordu, ancak cemaate namazda imamlık yapan imametten farklı olması için buna “imamet-i kübra” denilmekteydi. Hilâfet birliğin ve dirliğin garantisidir. İman merkezli ümmet birliği bir tek onunla sağlanır. Adaletten, barıştan, hürriyetten, insaniyetten yana yepyeni bir nizam, eskimez bir yönetim biçim istiyorsak, behemehâl “Hilâfet-i Râşide” demeliyiz. Hilâfet demek, hak ve hukuk demektir.

Hilâfet; din-ü devlet, mülk-ü millettir. Diniyle idare olunmayan Müslüman ümmetin bugünü de, yarını da zillettir. Hilâfet’i ilga edenler ümmetin ruhunu deldiler. Allah için ölene, bunlar “kelle” dediler. Memleketin yeraltı ve yerüstü zenginlik kaynaklarını emperyalistlerin önüne serdiler. Bununla kalmayıp bir kişinin hakkını dokuz kişiye, dokuz kişinin hakkını da bir kişiye verdiler. Böylece muratlarına erdiler.

Hilâfet’in dinden kaynaklanan dinî bir müessese olduğunu imanı bütün olan her Müslüman kabul eder, ancak akıllarını İngiliz mahfillerine ipotek etmiş kimseler bunu kabul etmezler.

Sahabeler, Hz. Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in cenazesini defnetmeden kendilerine bir halife seçtiler. Bir günü dahi halifesiz geçirmeme hassasiyeti, bir sahabe sünneti olarak Müslümanların hayatlarında yer almıştır. Sahabelerin fıkhında Müslümanların kendilerine bir halife seçip naspetmeleri, farz-ı ayn bir ibadet olarak hükme bağlanmıştır. Bundan ötürüdür ki; bazı fıkıh kitaplarında “Müslümanların üzerinde Hilâfetsiz ve halifesiz bir günün dahi geçmesi caiz değildir” şeklinde yazar. 1,5 milyar Müslüman Halifeliği terk ettiği için vebal altındadır. Asrımızda Müslümanların bu kadar perişan olması, bu duruma düşmesi bu farzı yerine getirmedikleri içindir. Dünyada Müslümanları bir arada tutacak tek şey, Hilâfet-i Şer’iyye’dir. Hilâfet-i Şer’iyye; İslâm ümmetinin birlik ve dirliği demektir. Hilâfet’i ilga edenler, İslâm ümmetinin birliğine ve dirliğine kastettiler.

Toprak: Hilâfet kaldırıldıktan sonra çok sayıda küçük ulusal devletler kuruldu. Sözde bağımsız olan bu devletlerde kargaşa, zulüm, darbe, sömürü hiç eksik olmadı. Hilâfet var iken İslâm ümmetinin durumu ile şu anda yani Hilâfet yokkenki durumu arasında bir kıyas yapacak olursak ne dersiniz?

Çelik: Allah’ın arzında İslâm’dan başkasıyla idare olunmayı kabul etmeyen, İslâm hukukundan başka hukuk bilmeyen Müslümanlar için Hilâfet’in ilgası, kıyamet şiddetinde bir tehlike olmuştur. O gün bugündür Müslümanlar hep kıyamet şartlarını yaşıyorlar.

Hilâfetsiz geçen günler, Müslümanlar için esaret günleridir. Moğol istilasının olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Moğol istilasında ümmet üç yıl halifesiz kalmıştı. Yani 1268-1271 yılları arasında Hilâfet Merkezi dağıtılmıştı ve 3 yıl halifesiz yaşamışlardı. Şimdi dünya üzerinde Müslümanların halifesiz geçirdiği dönem 96 sene oldu. Müslümanları Halifesiz bırakanlar, Hilâfet’e giden yolu tıkayanlar, Müslümanları doğrudan doğruya mankurtlaştırdılar. Hilâfet-i Şer’iyye’nin yıkılması, harbî ve mürtet müstevlilerin söz ve işbirliğiyle gerçekleşmiştir. Kelimenin tam anlamıyla Hilâfet’i yıkanlar, gâvur âşıklarıdır.

Gâvurlara ve gâvurların kanunlarına duyulan aşk uğruna Hilâfet’i ilga edip ortadan kaldırdılar. Batı’nın kanunlarına, kural ve kaidelerine âşık olanlar İngilizlerle birlikte Hilâfet’i yıktılar. Emperyalist ülkeler, Hilâfet’in kaldırılması konusunda baskı yapma hususunda söz ve işbirliği yaptılar. Şunu bilelim ki; Halifeliğin kaldırılması Müslümanları başsız bırakmak içindi. Bu yüzden Lozan Antlaşması’nın gizli maddelerinden birisi de Halifeliğin kaldırılmasıdır. Hilâfet kalkıncaya kadar Lozan’ı tasdik etmemişlerdi. Hilâfet kaldırıldıktan sonra kabul ettiler.

Hilâfet’in kaldırılmasının asıl amacı, Allah’ın diniyle idare olunmaya son vermektir. Çünkü Hilâfet, bir tek Allah’ın diniyle idare olunmaktır. İslâm’dan ve İslâm idaresinden kurtulmak isteyenler, Hilâfet’i ilga ettiler. Bundan ötürüdür ki, cihat ehli âlimler, Hilâfet’in ilgasını irtidattan saymışlardır.

İngilizlerin, Lozan’ı onaylamak için Hilâfet’in kaldırılmasını bekledikleri ve Hilâfetsiz bir dünyanın kendileri için “yeni bir çağ”ın açılması anlamına geleceğini düşündüklerinden şüphe etmemek gerekir. Lozan Barış Konferansı öncesi Lort Curzon Lortlar Kamarası’nda İngilizlerin hedefini açıklar, Türklerin var olması için Batı ile ilişki kurmasını ister: “Ey Türkler geri dönünüz. Geleceği Moskova, İran ve Afganistan’da aramanızın sizin için iyi olmadığını görmüyor musunuz?” der. Lort Curzon’un bu tehdidine karşı İsmet İnönü’nün verdiği cevap bugün çoğumuz için oldukça şaşırtıcı gelebilecek bir niteliktedir. İsmet İnönü Lozan görüşmeleri öncesi 17 Kasım 1920’de Hindistan menşeli The Muslim Standart Gazetesi’ne verdiği demeçte “Hilâfet hukuku masundur (korunan), onun müdafaası için bütün Türk milleti kanını dökmeye hazırdır!” demektedir.

Lozan görüşmeleri sırasında Hilâfet konusunun doğrudan görüşülmediği iddia edilir. Ancak 1917’de Fahrettin Paşa’nın Medine’den çekilirken yanına aldığı kutsal emanetlerin geri verilmesi istenir. İsmet Paşa bu isteği “Halife hazretlerinin Mekke ve Medine gibi kutsal kentlerle bağları ve ilişkileri daha çok din alanına girmektedir ve bunlar yabancı hükümetleri hiç ilgilendirmeyen konulardır.” diyerek reddeder.

Ancak Lozan görüşmelerine ara verildikten sonra işlerin hiç de söylendiği gibi olmadığını gösteren gelişmeler yaşanmaya başlanır. Başvekil Rauf Bey’e göre ülkeye dönen İnönü, Mustafa Kemal’e Halifeliğin kaldırılması teklifini getirir. Karabekir Paşa’ya göre de Lozan’dan sonra rejim İslâm aleyhine icraata başlamıştır. Türk tarafı Lozan’ı imzalamasına rağmen İngiltere imzayı Hilâfet’in kaldırılmasından sonra atmıştır. “Lozan’da Curzon dört madde ileri sürmüştü:

1) Hilâfetin tamamen lağvedilmesi.

2) Halifenin vatan hudutlarının dışına sürgün edilmesi

3) Mallarının tamamen müsadere edilmesi.

4) Devlette laikliğin ilan edilmesi.

Lozan konferansı, Allah’ı ğadaplandıran, şeytanı ise razı eden bu şartların tahakkukuna bağlanmıştı. Bu hususta İngilizler ve avaneleri asla müsamaha göstermiyorlardı. Neticede Türkiye bu şartları yerine getirdi. Bundan sonra Lozan Anlaşmasını İngiltere imzaladı. Curzon sevincini şöyle haykırıyordu*: “Türkiye meselesi bitti. Türkiye artık ayağa kalkamaz. Çünkü biz Türkiye’nin manevi kuvveti olan Hilâfet-i İslâmiyye’yi ortadan kaldırdık.”*** [Eş-Şeiratü’l İlâhiyye La’l Kavaninü’l Cahiliyye/Ömer Süleyman el-Aşkar, Sh: 88, Amman/1990]

Hilâfet’i ilga edenler İslâm ümmetini kalbinden vurdular. Dine ve ümmete darbe indirdiler. 3 Mart 1294’te Hilâfet’in ilgası, ümmet anlayışının reddi ve ulus anlayışının kabulü demektir. Hilâfet’in ilgasından sonra İslâm ümmetinin ana merkezine ulusçuluk putu yerleştirilmiştir. Ümmetten ulusa geçiş gerçekleştirilmiştir. Hilâfet demek, ulustan ümmete geçiş demektir. Kavmiyetçilik kavgasının son bulması, Hilâfet’e dönüşle mümkündür. Hilâfet; tek bir ırkın değil, bütün Müslüman ırkların yegâne meşru yönetim biçimidir.

Hilâfet varken dileyen iman ediyordu, dileyen de inkâr ediyordu. Hilâfetsiz kaldığımız bu devirde monarklaşan resmî ideolojiyi inkâr etmek suç kabul edilmiştir. Mevcut beşerî rejimi kabul etmeyenlere, reddedenlere zindanların kapısı gösteriliyor.

Hilâfet varken yürürlükte olan ilâhi kanunlardı ve bu kanunlar caydırıcı oldukları için de mahkemelerin yolunda otlar yeşeriyordu. Ama bugün yürürlükte olan beşerî kanunlar insan fıtratına aykırı ve caydırıcı olmadıkları için mahkemelerin yolunda insanlar yeşeriyor. Ömürler tükeniyor, sermayeler tüketiliyor.

Hilâfet varken zekât verilecek insan bulunamıyordu. Hilâfetsiz geçen bugünlerde nerdeyse herkes zekât almaya muhtaç hâle gelmiştir. Hilâfet varken “hukuku’l fukara” adına zekâtını vermeyen zenginlere karşı savaş açılıyordu.

Hilâfet varken mürtet ve harbî müstevliler tarafından mümine bir kadın maşrıkta kaçırılsa, kâfirler onu henüz kendi kalelerine, koruma yerlerine ulaştırmadan mağripteki Müslümanlar bütün servetlerine mâl olsa da onu kurtarmaya çalışıyorlardı. Ama Halifesiz yaşadığımız bugünümüzde ise bir kadın değil binlerce Müslüman kadın esir edilmiş… Onları kurtarmak için “Müslümanım” diyenlerin kıpırdamıyor.

Hilâfet’i ilga edenler kırdılar İslâm ümmetinin kanadını, artık ötmez oldu zafer borusu.
İnsan olan, Müslüman olan herkesin elbette Hilâfet’e dair vardır birkaç sorusu. Dün neyse bu gün de odur, Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in ordusu!

Toprak: Kur’an ve Sünnet hiçbir şeyi eksik bırakmadı kuşkusuz. Peki, Hilâfet’in kurulma yolu ile alakalı da aynı şeyi söyleyebilir miyiz? Yani Hilâfet’i kurma metodu Kur’an ve Sünnet’te belirtilmiş midir? Nedir bu yol?

İslâm nasıl Allah’tansa, İslâm’ı hayata hâkim kılıp tatbik etmek de aynı şekilde Allah’tandır. Allah’ın Rasulü Hz. Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem Allah’ın kendisine gösterdiği şekilde Kur’an’ı hükm-ü hükümet yapmıştır**: “(Ey Muhammed!) Biz sana Kitab’ı (Kur’an’ı) hak olarak indirdik ki, insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği/öğrettikleri ile hüküm veresin. Sakın hainlerin savunucusu olma.”** [Nisa Suresi 105] Bu ayet-i kerimeden açıkça anlıyoruz ki; Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem din adına ne tatbik etmişse, ne tatbikatta bulunmuşsa Allah’tan öğrendikleri, Allah’ın kendisine gösterdikleridir. Sahabeler de Peygamber’den öğrendiklerini tatbik etmişlerdir. Dolaysıyla yönetim nizamı ve biçimi olarak Hilâfet Kur’ân’a, Peygamber ve Sahabelere dayanır. Kur’an’ı, Peygamberi ve Sahabeyi hiçe sayanların dini olmaz. Bu nedenle diyoruz ki:

Hilâfet’e dönüş meselesinde dün, bugün, yarın deme; verimli kullan anı. Durdurmak mümkün değil geçip giden zamanı. Hilâfet-i Şer’iyye’ye sahip çıkanlar, bütün hayırları ve üstünlükleri kendilerinde toplamış olurlar. Zayıflar Hilâfetle kuvvet bulur. Şerefler onunla artar. Fakirler onunla zengin olur. Zenginler onunla Allah’a kulluk hududunda kalır. Hakir olanlar onunla yükselir. Cennet kapıları onunla açılır. Biz ölünceye kadar hep “Hilâfet” diyeceğiz. Önemli olan kökü mazide olan ati olmaktır. Aslını inkâr eden haramzadedir.

Toprak: Zahmet edip sorularımızı cevaplandırdığınız için teşekkür ederiz. Allah razı olsun.

#YenidenHilafet