Hizb-ut Tahrir Türkiye Gündem Değerlendirme Toplantısı - [14 Mayıs 2019]
15 Mayıs 2019

Hizb-ut Tahrir Türkiye Gündem Değerlendirme Toplantısı - [14 Mayıs 2019]

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu

Köklü Değişim Medya

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Başkanı Mahmut Kar, haftalık gündem değerlendirme toplantısında gündemin öne çıkan başlıklarına değindi.

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Başkanı Mahmut Kar dün akşam gerçekleşen gündem değerlendirme toplantısında; yenilenen İstanbul seçimlerine, CHP’nin TBMM görüşmelerinde yaşanan Ramazan saygısızlığına, Devlet tarafından haksız, hukuksuz ve zalimane bir şekilde ailesinden koparılan Algül ailesinin dramına ve İdlib katliamları karşısında sessizliğini koruyan Türkiye’nin tavrına değindi.

Mahmut Kar’ın gündem değerlendirme toplantısında yaptığı açıklamaların tam metnini ilginize sunuyoruz:

Haftalık Gündem Değerlendirmesi

Geçtiğimiz hafta başı, Ramazan ayının ilk günü Yüksek Seçim Kurulu, İstanbul’daki yerel seçimler hakkında beklenen kararını açıkladı, biliyorsunuz.

• İSTANBUL SEÇİMLERİ YENİLENİYOR!

YSK sadece İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminin yenilenmesine karar verdi. 23 Haziran Pazar günü İstanbul’da tekrar seçim yapılacak. Bu karar sonrası başlayan yeni seçim kampanyasında İstanbul için yarışan her iki partinin adayı da mağdur olduğunu halka anlatmaya çalışıyor.

Kim mağdur oldu kim olmadı, kim haklı kim haksız meselesini bir kenara koyalım. Biz öncelikle bu konuda dikkatlerin “yargının bağımsızlığına” odaklanması gerektiğini düşünüyoruz. Yargıçları adaletli kılmaya mecbur bırakan bir şey olmalı değil mi? Peki nedir o şey? Böyle bir şey var mı? Yargıçlar hukuk fakültelerinden mezun oluyorlar. Sonra bir müddet staj görüyorlar ve göreve başlıyorlar. İçinde yaşadığımız laik sistemde yargıçlara biçilen bir rol var. Bu sistemde yargı gücünü siyasetten alıyor. Bugün yargıçların yanlı hüküm vermelerini engelleyecek hiçbir bağlayıcı unsur yok. Nitekim Cumhuriyet tarihi bu yargıçların aldığı adaletsiz, kanunsuz ve vicdansız kararlarla dolu. Son 20-25 yılda Türkiye yargısının Müslümanlara uyguladığı yargı zulmü de bunu göstermektedir.

Kanunlar Allah’ın Şeriatına uygun kanunlar değil ki, yargıçlar hüküm verirken, kanunları uygularken Allah korkusunu hissetsinler, Allah korkusuyla karar versinler. YSK’nın İstanbul seçimlerini kısmen iptal etmesi, yargının bağımsız olmadığını bilakis siyasi irade ile eş güdümlü çalıştığını göstermektedir. Kuvvetler ayrılığı ilkesinin aldatmacadan ibaret olduğunu gösterdi. Daha da önemlisi demokrasinin, "halk iradesi" diye kutsallaştırdıkları şeyin gerektiğinde ayaklar altına alınabildiği de bu süreçte görülmüş oldu. Demokrasi halkın yönetimi değil, halkın beklentilerinin yönetilmesidir, halkın duygularının istismar edilmesidir.

Seçime girecek partiler İstanbul’a ne vadediyorlar? İmamoğlu’nun da Erdoğan’ın da bayraklaştırdığı slogan aynı slogan. Öyle ki slogan dahi üretemiyorlar. Biri “Her şey çok güzel olacak” diyor diğeri “İstanbul daha güzel olacak” diyor.

Her şey çok güzel olacak, doğru ama laik Kemalizm ile değil! Her şey çok güzel olacak, doğru ama enternasyonal marşı ile değil. Evet, laik Kemalizm’in tüm kalıntılarının silinmesi ile her şey çok güzel olacak. Evet, onların yerine İslâmi nizamların ikamesi ile her çok güzel olacak. İslâm ve Müslümanlara kin ve nefret kusan çehrelerine güleç yüzlü maske takanlarla hiçbir şey güzel olmayacak. İstanbul İslâm ve Allah’ın ismi ile aldatanlarla, yalan söyleyenlerle, ikiyüzlülerle daha güzel olmayacak. "İstanbul’a ihanet ettik" diyenler ve hâlâ da ihanet etmeye devam edenler nasıl olacak da İstanbul’u daha güzel yapacaklar? Fatih’in fethettiği İstanbul’u laik Kemalizm’in kalesi yapmaya çalışanlar mı güzelleştirecek? Nasıl yapacak? Belediye binasının girişine "T.C." yazısını koyarak mı CHP İstanbul’u güzelleştirecek? Hilâfet'i yıkan ve İstanbul’daki Halife’yi sürgün edenlerin partisi olan CHP’mi İstanbul’a her şey çok güzel olacak diyor?

Kıymetli Müslümanlar! Şunu unutmayın, hangi parti kazanırsa kazansın, her şey o kazanan partinin yöneticileri, yandaşları için güzel olacak. Çünkü kim kazanırsa kazansın, İstanbul’un rantını kendileri yiyecek ve çevrelerine yedirecekler. İstanbul halkına bir şey dağıtmayacaklar. Yani İstanbul halkı için güzel olacak bir şey yok. O halde kıymetli Müslümanlar, ne Kemalist çehresini gizlemeye çalışan maskeli yüzlere aldanın ne de Allah’ın adıyla aldatanlara… Siz hakkı üstün tutan, yeniden kurulduğunda İstanbul’u o eski izzet ve itibarına kavuşturacak olan Râşidî Hilâfet için çalışın.

• CHP’NİN RAMAZAN SAYGISIZLIĞI

Yine geçtiğimiz hafta TBMM Genel Kurul görüşmeleri sırasında ilginç bir tartışma yaşandı. CHP Çorum Milletvekili Tufan Köse, Meclis kürsüsünde yaptığı konuşma sırasında kürsüdeki sudan içti. AK Parti Kahramanmaraş Milletvekili İmran Kılıç, "Milletin Ramazan ayına saygı gösterin. Burası Müslüman Türkiye'nin kürsüsü!" diyerek çıkıştı. HDP'li Vekil Tuma Çelik ise "Burası Müslüman Türkiye değil, laik Türkiye!” diyerek AK Partili vekile çıkıştı.

Bu tartışmada ne CHP’li vekilin yaptığında ne de onu destekleyen HDP'li vekilin sözlerinde şaşılacak bir durum yoktur. Çünkü Ramazan günü göstere göstere su içmek laik Cumhuriyetin kurucusu olan CHP zihniyetinin öteden beri yaptığı saygısızca bir iştir. CHP zihniyetinden Müslümanlara saygı beklemek abesle iştigaldir. Bu ne kadar abesle iştigal ise amacı Müslüman Kürt halkını kimliğinden uzaklaştırmak olan HDP'den de Müslümanlara saygı beklemek o kadar abesle iştigaldir. Burada asıl sorgulanması gereken AK Partili vekilin sözlerinin samimiyetidir.

Sayın Vekil, karanlıktan aydınlığa ulaştırıcı bir nur olarak Kur’an-ı Kerim Ramazan ayında indi ve o kitapta, Kur’an’da اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ “Hüküm ancak Allah’a aittir” diye yazıyor. Siz İslâm’ın hükümlerini yok sayan bir mecliste, Kur’an’ı yasaların kaynağı kabul etmeyen bir mecliste bulunarak Allah’a saygısızlık etmiyor musunuz? Siz Allah'ın hükümlerine saygı duyuyor musunuz ki CHP’li Kemalistlerden İslâm’a saygı bekliyorsunuz! Laikliği koruma üzerine yemin ederek o koltuklara oturmak İslâm'a ve Müslümanlara yapılan en büyük saygısızlıktır. Mecliste sarf ettiğiniz sözlerle Müslümanların teveccühünü kazanabilirsiniz belki, ancak bu sizin samimi olduğunuzu göstermez. Çünkü sözlerinizde samimi değilsiniz. Eğer samimi olsaydınız laik devletin meclisinin de laik olduğunu söylerdiniz. Eğer samimi olsaydınız bu mecliste İslâm’a değil laikliğe hizmet ettiğinizi açıklardınız.

Ne zamanki Allah'ın Şeriatıyla hükmedersiniz o zaman devletiniz İslâmi bir devlet olur. O zaman kürsüleriniz de Müslümanları temsil eden hak sözün konuşulduğu kürsüler olur.

• ALGÜL AİLESİNİN ÇOCUKLARI TESLİM EDİLDİ

Hatay’da, yaklaşık 3 ay boyunca Sosyal Hizmetler Dairesi tarafından 5 çocuğuna el konulan Algül ailesi yavrularına geçtiğimiz gün kavuştu, elhamdülillah. Mahkeme, ailenin çocukları okula göndermemesini gerekçe göstererek çocuklara el koymuştu. Gerçekte hiçbir hukuki, ahlaki, insani değerle bağdaşmayan bu tutum, şüphesiz aileye çok büyük acı yaşattı. Fakat bu karar, Aile Bakanlığı ve laik devletin hanesine yeni bir utanç belgesi olarak eklendi.

Bu sistemde yetişen çocukların gerek başarı düzeyi gerekse de ahlaki düzeylerinin ne noktada olduğunu anlatmaya gerek yok sanırım. Buna rağmen sistem laik eğitimi zorunlu hale getiriyor, adeta çocukları bu sistemde zehirliyor. Halkın kahir ekseriyeti Müslüman olan bu ülkede eğitim sisteminde İslâm’ın esamesi bile okunmuyor. Kemalizm ve demokrasi güzellemeleri ile yetiştirilen küçücük yavrucaklara İslâm’dan, Kur’an’dan ve Peygamberden hiç bahsedilmiyor. Böylesine bir eğitim sisteminden ve eğitim müfredatından her Müslüman endişe duymaktadır. Bu endişeleri giderilmediği takdirde çocuğuna kendi evinde eğitim vermek de her Müslüman’ın hakkı olmalıdır.

Eğitim, her bireyin hakkıdır ve bundan birinci derecede sorumlu olan da ailedir. Çocuklar için aileden daha güvenilir, daha emin bir yerin olmadığı inkâr edilemez gerçektir. Sormak istiyorum: devlet, çocuklar için aile ortamından daha güvenli, daha kıymetli neye sahip ki çocukları aileden alıyor, aileyi parçalıyor? Ailesinden baskı gören, hor ve hakir görülen, dövülen ve ağır işlerde çalıştırılan on binlerce çocuk ile ilgilenmeyen devlet mutlu çocukların huzuruna neden dokunuyor? Sokaklarda sahipsiz, evsiz, istismara açık, sersefil halde on binlerce çocuk var. Bunlara sahip çıkmayı akıl edemeyen devlet Müslüman mutlu aileleri rahatsız ediyor.

Biz Algül ailesine yapılan bu zulmü başladığı günden, çocukların aileye teslim edildiği güne kadar gündemde tutmaya çalıştık. Bu konuda sosyal medyada kampanyalar başlattık ve kamuoyu duyarlılığı oluşturduk. Allah’a hamdolsun oluşan duyarlılık sayesinde Müslümanlar bu zulme tepki koydular. Böylece çocuklar aileye teslim edildi. Bu hususta hassasiyet gösteren tüm Müslüman kardeşlerimize teşekkür ediyorum.

Bu olay bir kez daha göstermiştir ki Müslümanlar, yaşanan zulümlere ısrar ve sabırla ortak bir tepki gösterebildiğinde bir şeyleri değiştirebiliyorlar. Sessiz kaldıklarında ise değişen hiçbir şey olmuyor. Onun için bütün zulümleri bitirecek, acıları dindirecek, yıkımları sonlandıracak, eman ve güveni temin edecek bir sisteme ihtiyacımız var. Bu, İslâm nizamıdır. İslâm nizamının hayat bulma talebinde bir araya gelirsek, gelebilirsek hem çocukların hem gençliğin hem de tüm insanlığın kurtuluşuna vesile olabiliriz. Bugün, İslâm ümmeti ve insanlık buna her zamankinden daha fazla ihtiyaç duymaktadır.

• İDLİB KATLİAMLARINDA TÜRKİYE’NİN TAVRI

Rusya ve Esed rejimi Suriye devriminin son kalesi olan İdlib’e yönelik vahşi katliamlarına Ramazan ayında hız verdi. Son günlerde İdlib’de hastaneler, okullar ve sivil yerleşim yerleri bombalandı. Yüzlerce masum sivil hayatını kaybetti. Ve bu katliamlar dünyanın umurunda bile değil. Dünya kimyasal silahlarla toplu katliamlara sessiz kaldığı gibi, Halep’in yanmasına sessiz kaldığı gibi bu katliamlara da sessiz. Dünya yüzbinlerce Müslümanın Esed zindanlarında işkenceler altında ölmesine de sessiz.

Suriye halkı gökten yağan ölümlere alıştı. Dünyanın buna sessiz kalmasına ve yalnızlığa da alıştı. Suriye halkı dost görünüp düşmanla iş birliği yapan yöneticilerin ihanetlerine de alıştı. Uzun zamandır Rusya ve Esed rejimi İdlib’in çeşitli bölgelerine varil ve fosfor bombalarıyla saldırıyor. Türkiye’nin İdlib’de kurduğu 13 gözlem noktasının üzerinden geçen füzeler sivil köyleri yerle bir ediyor. Sözde muhalefetin garantörü olan Türkiye, uzun zamandır katliamları sadece izliyor. Üstelik bir de Rusya ile koordineli hareket ettiğini itiraf ediyor.

Türkiye Suriye’de Rusya’nın yönlendirmesiyle dolaylı olarak Esed ile ortak hareket ediyor. Nitekim geçtiğimiz günlerde Türkiye’nin gözlem noktası Esed rejimi tarafından yanlışlıkla vuruldu. Saldırının ardından Rus uçakları derhal bombardımanı kesti ve üslerine geri döndü. Yaralıların tahliyesi için Esed rejimi, Türkiye ordusunun helikopterlerinin geçişi için İdlib’e yönelik saldırılarına ara verdi. Durum böyle iken TSK güçleri, bombardımandan kaçarak gözlem noktalarına sığınmak isteyen sivilleri havaya ateş açarak dağıtıyor. Sınıra yaklaşmalarına dahi müsaade etmiyor. Yani İdlib’de yıkılan binaların, katledilen çocukların ve kadınların Astana ortağı olan Türkiye’nin nazarında bir kıymeti yok. Türkiye Esed rejimini ayakta tutabilmek için, ABD’nin siyasi oyunu içindeki rolünü oynuyor. Muhalefeti arkasına takıp devrimi tamamen yok ediyor. Esed rejiminin ABD, Rusya, İran ve işgalci “İsrail” tarafından korunduğu artık gizlenmiyor. Obama döneminin Pentagon yetkilisinin en son yaptığı açıklama bunu gözler önüne serdi. ABD’li yetkili Esed’in düşmemesi için 2015’te ABD’nin Rusya ile işbirliği yaptığını itiraf etti. Rusya Suriye’ye askerî operasyonlar başlattı ve katliamlar gerçekleştirdi. Bugün Türkiyeli yöneticilerin "dostum" dediği Ruslar, ABD ile işbirliği içinde bu zalim ve katil Esed’i korudular. Türkiye’nin bu işbirliğinden bihaber olması asla düşünülemez.

O halde açıkça şunu söylüyorum: Türkiye açıkça Suriye devrimine komplo kurmuştur. Türkiye bu süreçte Suriye halkının ve devrimcilerin yanında değil, sömürgeci ABD ve Rusya’nın yanında olmuştur. Türkiye’nin on yıllar sonra konuşulacak bir Suriye politikası olacaksa o politika ihanet politikasıdır!

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu