İtaat ve Huzur
03 Aralık 2021

İtaat ve Huzur

Zihniyetlerin bozulduğu günümüz toplumlarında insanlar arası ilişkiler neredeyse tamamen durmuş durumda. İnsanlar, egoist bir yaşantı yaşayarak daha mutlu olacaklarını zannediyorlar. İslâmi zihniyetten yoksun olan gençlerin, evliliği bir yük ve gereksiz bir fiil olarak görmeye başladıkları için aile kurumları her geçen gün daha da azalmakta. Aile kurmuş olanlar ise ailelerini kurtarmak için oldukça büyük zorluklar yaşamaktalar. Özellikle kadın hakları üzerinden kadınlara verilen gayri fıtri haklar doğrultusunda İslâm’ın en önemli mefhumlarından biri olan “itaat” kavramı adeta şeytanlaştırılmış olduğu için saliha hanımlar her geçen gün azalmakta. Erkekler ise kendi sorumluklarını bilmedikleri veya ihmal ettikleri için itaat kavramının arkasına saklanarak asli görevlerini görmezlikten geliyorlar. Hâlbuki itaat kavramı, evvela Allah Celle Celalehu’nun emir ve yasakları konusunda biz Müslümanları yakından ilgilendiriyor, daha sonra ise Rabbimizin emir olarak tayin etmiş olduğu kişiler doğrultusunda toplumsal yaşantımızı düzenliyor.

Bir toplumu toplum yapan aralarındaki düzenli ilişkilerdir. Bu ilişkiler ise düzenli ve tertipli olmadığı taktirde o toplumun zamanla; ya anarşik bir yapıya ya da insan fıtratına aykırı bir çarpık düzene evrilmesi doğanın bir gereğidir. Bu doğa düzenini özellikle hayvanlar âleminde, hatta bitkilerde dahi görmek mümkün. Bir kurt sürüsü düşünün. Bu sürünün Rabbimizin onlara vermiş olduğu fıtri özellikleri doğrultusunda bir arada kalabilmeleri ve huzur içerisinde yaşayabilmeleri için bir lidere, başa ihtiyaçları vardır. Kurtlarda özellikle “alfa” olarak adlandırılan lider erkek ve lider erkeğe bağlı “beta” olarak adlandırılan erkekler şeklinde bir düzen mevcuttur. Yine alfa erkeğin eşi olan dişi kurt alfa erkek ölmediği sürece hiç bir zaman başka bir beta erkekle çiftleşmez. İşte bu düzen ve görev taksimatını milyonlarca yıldır üç aşağı beş yukarı tüm canlılarda gözlemleyebiliriz. Akıl nimetine ve dolayısıyla imtihan edilen insan haricindeki tüm canlılarda var olan bu düzene, maalesef günümüzde Müslümanların dahi kısmen aykırı davranarak uymadığına şahit olmaktayız. İnsan fıtratını biraz irdelediğimizde karşımıza isyan etmeye müsait, kibir ve kendini beğenmeye meyilli bir varlık çıkmaktadır. Dolayısıyla insan Rabbimizin ona emretmiş olduğu düzenin dışına çıkarak hem kendisi ve ailesi için hem de toplum içerisinde birçok sıkıntıya neden olmaktadır. Bunun bir imtihan ve insanlar var olduğu sürece bu tür sorunların yaşanmasının vakıanın bir gereği olduğunu da unutmamak lazım. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır:

“Eğer siz günah işlemeseydiniz, Allah sizi helak eder ve yerinize, günah işleyip peşinden tövbe eden kullar yaratırdı.”[1]

Yine Allah Celle Celalehu şöyle buyurmaktadır:

[قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذٖينَ اَسْرَفُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِؕ اِنَّ اللّٰهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمٖيعاًؕ اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحٖيمُ]

“De ki: Ey çok günah işleyerek kendi öz canlarına kötülük etmede ileri giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. Allah dilerse bütün günahları mağfiret eder. Çünkü O, çok affedicidir, merhamet ve ihsanı fazladır.”[2]

10 milyonluk nüfusu olan bir toplum üzerinden meseleyi anlamaya çalışalım. Bu nüfusun 6 milyonunun 30 yaş altında ve sadece 2 milyonunun evli, geri kalan 30 yaş üstü olan 4 milyonun ise 3 milyonunun da evli olduğunu düşünmüş olsak, toplamda 5 milyon ailenin olduğu bir toplum ortaya çıkmış olur. 30 yaş üstü ve altı olan evlilik oranlarını yüzdelik olarak kıyaslarsak karşımıza şöyle bir tablo çıkıyor. 30 yaş üstü olan toplumun 75% evli iken 30 yaş altı olan toplumun ise sadece 33% evli. Dolayısıyla evli olmayan bireyler çocuk sahibi olmadıkları için gençlerin sayısı azalacak ve yaşlıların sayısı ise çok kısa zaman içerisinde gençlere nazaran çoğalacak. Bir sonraki evlilik oranları %33’ün altına düşerek daha da azalacak. İşte bu döngü bu şekilde devam edecek. Gerçek hayatta da bundan çok farklı olduğu söylenemez. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 25 Şubat 2021 tarihinde son 10 yılın evlenme ve boşanma istatistiklerine bakacak olursak, bunu çok net görebiliriz:

2010 yılında ortalama 600 bin aile kurulmuşken 2020 yılında bu rakam 100 bin düşerek 500 binlere gerilemiş durumda. Boşanma oranları ise yükselmekte. 2010 yılında ortalama 118 bin aile boşanmışken bu rakam 2020 yılında ortalama 145 bine yükselmiş durumda. Kariyer hırsı ve hayat pahalılığından dolayı evlilik yaşları da her geçen yıl artmakta. TÜİK’in son yirmi yıldaki rakamları şu şekilde: 2001 yılında erkeklerin ilk evlenme yaşı 26 iken bu yaş 2020 yılında 28’e yükselmiş durumda. Bayanlarda ise 2001 yılında 22 iken 2020 yılında 25’e yükselmiş. Yine doğum istatistikleri beklendiği üzere ciddi bir şekilde düşüşte. 2001 yılında 1,3 milyon çocuk doğmuşken bu rakam 2020 yılında 200 bin azalarak 1,1 milyona düşmüş durumda. Yaşa özel doğurganlık oranı 2001 yılında en yüksek rakam 20-24 yaş arasında iken (144 bin) bu rakam 2020 yılında 25-29 yaşa yükselmekte ve aynı zamanda doğum oranı düşmekte (115 bin).

Evlenmiş çiftlerinin görev taksimatı Rabbimizin koymuş olduğu taksimat olmayınca, yani evin dışındaki işlerin, nafakanın temininin erkeğin; evin içindeki işlerin ve çocuk eğitiminin ise kadının görevi olduğu dikkate alınmadığı müddetçe boşanma adeta kaçınılmaz olmakta. Özellikle eşlerden her ikisinin de çalışması, çocuklarının ister istemez ihmal edilmesi anlamına gelmektedir. Aile içi huzurun anahtarı olan “saliha bir eş” olabilmesi için kadının kapitalizmin kendisine biçmiş olduğu rolden sıyrılması gerekmektedir. Kapitalizm kadına; kendi ayakları üzerinde “özgürce” durabilmesi için evvela 25-30 yaşına kadar kariyer yapması, ardından da iş hayatına atılarak çalışması gerektiğini dayatmaktadır. Her gün 7-8 saat çalışan bir eş ise doğal olarak çocuklarına vakit ayıramayacak, bitkin ve yorgun düşerek bir sömürü aracı hâline gelmiş olacaktır.

Bencilliklerin zirve yapmış olduğu günümüz toplumlarında aileler kısa zaman sonra boşanmakta ve dünyaya gelen çocuklar büyük sorunlar yaşamakta. Aile oluşturmak sorumluluk üstlenmek anlamına geldiği için hayatı bir eğlence yeri olarak gören bireyler evliliğe yanaşmamaktadırlar. Yine aile oluşturmak toplumsal yapının ana omurgası olduğundan bir toplum artık aile oluşturamıyorsa -ki bu Türkiye’de TÜİK rakamlarından yola çıkacak olursak bir gerçektir-, o toplumun yok olmaya mahkûm olduğu aşikârdır. Evlenmek istemeyen gençler -ki onların nevi içgüdüsü yok olmuyor- ister istemez zina yapmaya yeltenecek. Zayıf bir imana sahip olan gençlerin her gün dizi/film ve eğitim sistemi ile adeta zinaya teşvik edildiği bir toplumsal yapıda ailelerin yok olması beklenen bir sonuçtur. Yine zinanın yaygınlaştığı toplumlarda çocuk olmadığı gibi daha da rezil zihniyetlerin oluşması engellenemeyecek bir hâl alacaktır. O toplumda zamanla eşcinsellik normal olacaktır hatta daha sapık alışkanlıklar oluşacaktır. Yine çocukların küçük yaşta anne ve babayı birer düşman olarak algılayacaktır. Yani kısacası bu şekilde toplum, anarşinin egemen olduğu bir topluma dönüşecek ve zamanla yok olup gidecektir.

İşte tüm bunlar, itaat edilmesi gereken toplumsal kuralların ve o toplum içerisinde belirlenmiş emir sahiplerinin dikkate alınması ile ancak engellenebilecektir. İslâm’da emir yetkisinin sadece bir kişiye yüklenmesinin arkasında yatan hikmetlerden biri de budur, Allahualem. Yani bir emirinin olmadığı bir devlet hayatta kalamayacağı gibi ondan daha küçük bir yapı olan cemaat veya aile de hayatta kalamaz. Dolayısıyla düzenli ve verimli bir toplumun en önemli unsurlarından biri de görev taksimatı ve o görev taksimatında emir sahipleri ile emir sahiplerinin emretmiş olduğu görevlerin ifa edilmesidir. Birbirimizi tutan bu zincir kırıldığında tespih taneleri gibi dağılmaya mahkûmuz. Yine bu kuralara uymayan ailelerin birlikteliklerinin boşanma ile neticelenmesi baştan belli olan bir hakikattir. İtaat tabii ki istişarenin önüne geçemez ve geçmemelidir. Lakin istişarenin sonunda yine karar verilecek makama itaat vaciptir. Aslında bu konuda bir Müslümanın düsturu çok basittir. O da; itaat edilmesi gerekli olan talebin İslâm’a uyumlu olup olmadığıdır. Dolayısıyla İslâm’a aykırı olmayan tüm emirlere itaat edilerek uymak zorunludur. Aksi takdirde düzen değil karmaşa hâkim olacaktır. Yine bu durum, Allah’ın rızasından beri olmak anlamına gelecektir. Rabbim bizleri itaat edenlerden eylesin. (Âmin!)


[1] Müslim, Tevbe, 9

[2] Zümer Suresi 53