İnsanlığın Canına Okunduğu Dünya ve Okuma Yazma Günü
09 Eylül 2017

İnsanlığın Canına Okunduğu Dünya ve Okuma Yazma Günü

Dün (8 Eylül) Dünya Okuma Yazma Günü’ydü. Bu tarih 1967’den bu yana UNESCO tarafından bu adla kutlanıyor. Haliyle günün anlam ve önemine binaen bir takım raporlar, veriler de bu günde açıklanıyor ya da daha önce açıklanıp da gündem olmayan rakamlar bugün haber ajanslarının dikkatini çekiyor.

Kapitalizmin tek başına nizam verdiği 1924 sonrası dünyada; o çağdaş, o ileri demokratik nizamın hâkimiyetindeki okuma-yazma oranlarına bir bakmak, bugün daha anlamlı olacaktır:

UNESCO’nun verilerine göre küresel çapta 15 yaş üzeri 758 milyon kişi okuma-yazma bilmiyor. Bunların üçte ikisini de yani yaklaşık 500 milyonunu kadınların oluşturduğu söyleniyor.

İslam âlemine saldırı gerekçelerini eğitim, okuryazar düzeyi ve özellikle kadınların cahil bıraktırılması olarak sıralayan Batı medeniyetinin kendi ideolojik hâkimiyeti altında inleyen dünyada inşa ettiği durum bu şekilde. Müslümanları, eğitimsiz olarak yaftalayıp onları biraz da bu yönle, “gericilik”le niteleyen sömürgeci Batı, İslam toplumuna ilericilik diye kendi değer ve nizamlarını salık vererek ilerlemenin yolunu(!) göstermiş oldu.

Osmanlı İslam Devleti’nin varlığına son veren Batı aşığı zevatın da aynı argümanlarla geçmişi kötülemesi ve yüzü Batı’ya dönük yeni bir medeniyet inşa etme çabası olarak Türkiye Cumhuriyeti’ni barizleştirmesi, bu ilerleme(!) arzusunun bir tezahürüdür.

On yılda çıkılan her savaşın ardından yaratılan on beş milyon gence de salık verilen şey; “kötülüğü, geriliği boğmak, karanlığın üstüne güneş gibi doğmaktı” fakat yaklaşık yüz yılda “yaratılan” gençliğe bakıldığında ortada koca bir *“kötülük, gericilik ve karanlık”*tan başka bir şey görünmüyor.

Hâlbuki bir takım farklı gerekçelerle Osmanlı’da yürürlükte olan ve halkın konuştuğu Arap alfabesinin zorluğundan dem vurup bunu ilerlemenin önünde engel olarak görenler, yeni Türkiye Cumhuriyeti için layık gördükleri alfabe ile amaçlarına ulaştılar mı dersiniz? Kendisi aynı zamanda bir “ateist” olan Ayşe Hür’ün “Öteki Tarih” adlı kitabındaki satırlar bu sorumuza cevap verir nitelikte:

“‘Dilde sadeleşme’ çabalarıyla desteklenen yeni harfler, Türkiye halkının okuryazarlık oranlarını nasıl etkiledi? Buna cevap vermek kolay değil; çünkü örneğin 1927’de okuryazarlık oranının yüzde 8.1 olduğunu söyleyen resmi istatistiklere karşılık, 1895 yılına ait Osmanlı istatistiklerinde Anadolu ve Rumeli’de 5-10 yaş arası kız ve erkek İslam çocuk nüfusunun yüzde 57’sinin ilkokul öğrencisi olduğu görülüyor. Bu istatistiklerin güvenilir olup olmadığını söylemek kolay değil, ancak bilindiği gibi 1869 tarihli Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’ne göre ilköğretim zorunluydu. Bu nizamnameye II. Abdülhamid de sıkı şekilde uymuş, ancak okullaşmada çok başarılı olunamamıştı. Yine de 1900’de imparatorluktaki 29.130 sibyan okulunda ve iptidailerde (ilkokullarda) 900 bin civarında kız-erkek öğrenci okuyordu. Aynı yıllarda idadi ve rüştiyelerde (yani ortaokul ve liselerde) 60 bin civarında öğrenci vardı. Daha önceki yılları da esas alan kümülatif bir hesaplamayla, cumhuriyete aktarılan okuma-yazma oranlarının yüzde 8.1’den daha yüksek olması mantıklı görünüyor.

Yine de bütün çabalara rağmen 1935 yılına ait istatistiklere göre, 16.5 milyon olan nüfusun sadece yüzde 20’si okuma yazma biliyordu. Bu oran 1945’te yüzde 30’a, 1950’de yüzde 34’e çıkabilmişti. Yani, Harf İnkılabı okuma yazma oranlarını yıllara göre ikiye, üçe katlamıştı ama eğer bir yanlışlık yoksa, 1895 oranlarının yanına bile yaklaşamamıştı.” (Ayşe Hür, Öteki Tarih, C. 3, s. 19)

Dün böyleydi, bugüne gelindiğinde; “ABD’de yapılan bir araştırma, dünyadaki okuryazarlık düzeyi sıralamasında Türkiye’nin 50’nci sırada yer aldığını ortaya koymaktadır.”

Yine “Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) en son yaptığı okuma yazma oranları (eğitim) istatistiklerine göre Türkiye'de 6 yaş ve üzeri okuma yazma bilmeyenlerin oranı yüzde 3,50 olurken, ülke genelinde 2 milyon 482 bin 432 kişinin okuma yazma bilmediği belirtildi.”

“Türkiye genelinde 6 yaş ve üzeri erkek nüfusta okuma yazma bilmeyen oranı yüzde 1,12, kadın nüfusta okuma yazma bilmeyen oranı yüzde 5,90 oldu.” (http://www.dogrulukpayi.com/bulten/islam-isbirligi-teskilatinin-egitim-istatistikler)

Kaldı ki mesele, okuryazarlıktan daha ziyade, insanlık paydasına neler bırakabildiğidir insanların. Toplumun okuryazar olup sürekli tüketen, tükenen ve geleceğe dair müspet manada bir endişe taşımayan insanlardan oluşması, o ulaşmak istediğimiz şeye, “ilericiliğe” uygun bir tutum mudur?

Buna belki şöyle bir itiraz gelebilir: “Okuryazarlık nispetinde toplum gelişir ve gelişmesi oranında da kalıcı değerler ortaya koyar.” Fakat vaka, bu sözü yalanlıyor maalesef… Dünyada bugün okuryazarlık oranı geçen yüzyıllara nazaran çok daha yüksek (kimi ülkelerde %98) olmasına rağmen, insanlık bir değersizleşme ve yozlaşma sürecine gark olmuş durumda. İnsanlar, dünyanın güvensiz bir ortam olduğu konusunda hemfikir. Hele İslam coğrafyasının darmadağınık harap hali… Müslümanlar açısından durumun ne kadar vahim olduğunu ortaya koyuyor.

İnsanların okuryazar olmaları tabii ki çok önemli ve esasi bir unsurdur. Zira o, bilginin, ilmin anahtarı mesabesindedir. Bu hakikati buraya not ediyorum fakat insanı kemale, olgunluğa ya da çürüme ve yozlaşmaya sevk edenin okuryazarlıktan ziyade hayata bakış açısı olduğunu hatırlatmak istiyorum. Gelinen süreçte, dünya insanlığını canından bezdiren kapitalist ideoloji ve onun kahrolası nizamı demokrasinin hâkimiyetindeki dünyada okuryazar oranı isterse %100’lük bir seviyeye ulaşsın; insanlığı bekleyen yine karanlık, gericilik ve kaostur. Zira bugünkü gençliğin savrulmasında da ana etken kapitalizm mahsulü “sekûler eğitim sistemi” olmuştur.

Doğru kalkınmayı sağlayan aydın düşünce; insan, hayat ve kâinata derinlemesine ve genişlemesine bakabilmeyi, kitap okuyabilmekten daha ziyade hayatı doğru okuyabilmeyi gerektirir; entelektüel bir kibirle insanın, hayatın ve kâinatın Rabbinden kendini müstağni görüp Celle Celaluhu’nun nizamından yüz çevirmeyi değil…

Dolayısıyla ümmi bir Peygamberin vahyin ışığını tutup insanlığı aydınlattığı –ki bu ışık, kütüphaneleriyle dünyada ilmin merkezi olmuş bir medeniyeti doğurmuştur- bir dünyadan, laiklik ve demokrasi gibi beşerî nizamların insanlığı karanlık ve ifsada gark ettiği bir dünyaya savrulduğumuz bugünde, okuryazarlık oranlarından bahsetmenin pek de bir anlamı yok aslında. Zira gelişme, huzur ve refah ile okuryazarlık arasında bugün gördüğümüz, ters orantıdan başkası değil.

Kapitalizmin canımıza okuduğu bir dünyada, Dünya Okuma Yazma Günü’nüz kutlu olsun.