Güç Mefhumunu Doğru Anlamak / Mehmet Aydın
19 Şubat 2019

Güç Mefhumunu Doğru Anlamak / Mehmet Aydın

Bir Müslüman için “güç” dendiğinde ilk akla gelen, hiç şüphesiz Allah Celle Celalehu’nun sınırsız gücü gelmektedir. Bu güç; her şeyi kuşatan, insanın uykusu geldiğinde uyumasını sağlayan ve onun için geceyi yaratan, sabah kalktığında ise ona hayat enerjisi bahşetmiş olan, düşünerek birçok teknolojik ürünün üretilmesine imkân veren, güneşin enerjisi ile dünyanın hayat bulmasını ve hücrelerimiz ile birçok karmaşık organlarımızın oluşmasına izin veren, Allah Celle Celalehu’nun sınırsız gücünden başkası değildir. Rabbimiz sınırsız güç ve imkânı ile uhrevi zaman dilimi içinde ruhumuzu kısa bir zaman için dünya hayatına, imtihanına gönderdi. Bulunduğumuz dünya ve dünyada yaşanan hayatın sınırlı oluşu ve buna mukabil bu hayatın sonrasında bizi bekleyen sınırsız ahiret hayatı, yaşadıklarımızın denizde bir damla misali kısa bir anlık dünya imtihanından başka bir şey olmadığını anlamak, Rabbimizin ne kadar güçlü olduğunu görmek için yeter de artar. İnsanoğlunun kendisini bir şey zannederek gerçek güç sahibini unutmuş olması esasen yaşanabilecek en büyük felaketlerden biridir. Üstelik onun ölümüne ya da birçok açıdan zayıf ve kırılgan olmasına küçük bir mikrobun vesile düşünüldüğünde bu felaketin boyutu daha net görülecektir.

Tarihte olduğu gibi günümüzde de kendisini ilah (kanun koyucu, nizam belirleyici) olarak görecek kadar aşağılık şahsiyetlerin olduğunu görmekteyiz. Geçmiş ümmetlerin büyük sıkıntı çekmesine neden olan Nemrut, Karun ve Firavun gibi zalim liderlerden örnek vermek istiyorum. Bu şekilde kimin güçlü kimin ise zelil olduğunu tekrar görmüş olacağız.

Nemrut ile alakalı Rabbimiz Bakara Suresi’nin 258. ayet-i celilesinde şöyle buyuruyor:

اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ي حَٓاجَّ اِبْرٰه۪يمَ ف۪ي رَبِّه۪ٓ اَنْ اٰتٰيهُ اللّٰهُ الْمُلْكَۢ اِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ رَبِّيَ الَّذ۪ي يُحْـي۪ وَيُم۪يتُۙ قَالَ اَنَا۬ اُحْـي۪ وَاُم۪يتُۜ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ فَاِنَّ اللّٰهَ يَأْت۪ي بِالشَّمْسِ مِنَ الْمَشْرِقِ فَأْتِ بِهَا مِنَ الْمَغْرِبِ فَبُهِتَ الَّذ۪ي كَفَرَۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ

“Allah kendisine mülk verdi diye Rabbi hakkında İbrahim ile mücadele edeni görmedin mi? Hani İbrahim: Benim Rabbim dirilten ve öldürendir, deyince o: Ben diriltir ve öldürürüm, demişti. İbrahim: Muhakkak Allah güneşi doğudan getiriyor, haydi sen de batıdan getir, deyince; o kâfir şaşırıp kalmıştı. Allah zalimler topluluğuna hidayet vermez.”

İmam Kurtubi meşhur tefsir kitabında bu ayet-i celile ile alakalı şunları dile getiriyor:

“Hazreti İbrahim ile tartışan kimse Numruz b. Kûş b. Ken’an b. Sam b. Nûh’tur. Zamanının hükümdarı, Hazreti İbrahim’i atmak üzere ateş yakan ve sivrisinek ile ölümü gerçekleşen kimsedir. Bu, İbn Abbâs, Katâde, Mücâhid, er-Rabi’, es-Süddî, İbn İshak, Zeyd b. Eslem ve başkalarının da görüşüdür.

Onun ölümü, yüce Allah’a karşı savaşmayı kararlaştırınca şöyle olmuştu: Allah (kavminin) üzerlerine bir bölük sivrisinek göndermiş, bu sivrisinekler ise güneşi kapatmış, Nemrut’un beraberindeki askerleri yiyip bitirmiş ve geriye kemiklerinden başkasını bırakmamıştı. Bu sineklerden bir tanesi de Nemrut’un beyninin içerisine girmiş, beynini yiyip durmuş, sonunda bu sinek bir fare kadar büyümüştü. Artık bundan sonra Nemrut’un nezdinde en değerli kimse kafasına bu iş için hazırlanmış bir tokmak ile vuran kişi olmuştu. Bu musibeti kırk gün devam etti.” [Kurtubi Tefsiri]

İlahlık davası güden Nemrut’un, bir sinek yüzünden düştüğü hal aslında akleden yöneticiler için birçok ibretler içermektedir. Nemrut, tarihin şahit olduğu en cebbar ve en zalim bir hükümdar olarak bilenmekteydi. Kuraklık zamanında kendisinden buğday ve benzeri şeyler istemeye gelenlere, “Rabbiniz kimdir?” diye sorar, “Sensin!” demeyenlere bir şey vermezdi. Bu yüzden herkesi hâkimiyeti altına almıştı. İbrahim Aleyhi’s Selam’ın insanları elleriyle yaptıkları putlara tapmaktan sakındırıp Cenab-ı Hakk’a iman etmeye davet etmeye başlaması üzerine müthiş öfkelenmişti. Huzuruna çağırdığı İbrahim Aleyhi’s Selam’a; “Söyle bakalım senin Rabbin kim? Sen kime itaat ediyorsun?” diye sormuştu. İbrahim Aleyhi’s Selam da şu cevabı vermişti: “Benim Rabbim o zattır ki, hem hayat verir hem öldürür. Hayatı vermek ve onu geri almak, sadece O’nun kudretine münhasırdır.” Bunun üzerine Nemrut kahkahayla gülerek şöyle demişti: “Bu da iş mi yani? Ben de hayat verir veya öldürebilirim. Madem Rab olmak bunlara bağlı, o halde Rab benim.” Bu sözlerin ardından Nemrut iki adamı getirtmiş, birini öldürmüş, diğerinin de hayatını bağışlamıştı. Daha sonra, kibirlenerek: “İşte ben de öldürüp hayat verdim. Rabbiniz o halde benim!” demişti. Bunun üzerine İbrahim Aleyhi’s Selam şöyle dedi: “Benim Rabbim olan Allah, Güneşi şark cihetinden doğduruyor. Sen de batıdan doğdur da görelim. Eğer hakikaten Rab isen, bunda muvaffak olursun. “Bu delil karşısında Nemrut hiç bir şey diyememiş, susup kalmıştı. Nemrut, İbrahim Aleyhi’s Selam’le sözle, mantıkla başa çıkamayacağını anlayınca onu ateşe attırmış, fakat ateş Allah’ın izniyle İbrahim Aleyhi’s Selâm’ı yakmamıştı. İşte bu şekilde ulûhiyet dava ederek, Cenab-ı Hakk’ın Peygamberini ateşe atacak kadar azgınlaşan Nemrut ufacık bir sivrisineğin karşısında ne yapacağını bilemez duruma düşmüştü ve sonunda kafasına günlerce tokmakla vurularak ölmüştü. İşte bu ibretlik hadise akleden ve gücün kimin elinde olduğunu görmek isteyen için oldukça fazla nasihatler içermektedir.

Yine meşhur Mısır kralı Firavun da kendisini ilah olarak görmüştü. Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’inde şunları söylüyor:

وَقَالَ فِرْعَوْنُ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَأُ مَا عَلِمْتُ لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْر۪ي

“Firavun dedi ki: Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilah tanımıyorum.”[Kasas 38]

فَحَشَرَ فَنَادٰىۘ فَقَالَ اَنَا۬ رَبُّكُمُ الْاَعْلٰىۘ

“(Firavun) derhal (adamlarını) topladı, (onlara) bağırdı ve: Ben, sizin en yüce Rabbinizim! dedi.”[Naziat 23-24]

Firavun’un ilahlık iddiası ile birçok insana zulmettiği hatta sihirbazların Musa *Aleyhi’s Selam’*ın göstermiş olduğu mucizeler karşısında aciz kalıp hemen iman etmeleri sonrasında onları öldürdüğü de bilenmektedir. Bu hadise, Kur’an-ı Kerim’de şöyle geçmektedir:

فَاُلْقِيَ السَّحَرَةُ سَاجِد۪ينَۙ قَالُٓوا اٰمَنَّا بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ رَبِّ مُوسٰى وَهٰرُونَ قَالَ اٰمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۚ اِنَّهُ لَكَب۪يرُكُمُ الَّذ۪ي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَۚ فَلَسَوْفَ تَعْلَمُونَۜ لَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ وَلَاُصَلِّبَنَّكُمْ اَجْمَع۪ينَ

“(İşte bu mucizeyi gören) sihirbazlar, derhal secdeye kapandılar: Âlemlerin Rabbine, Musa ve Harun’un Rabbine iman ettik!” dediler. Firavun (öfkeden gözü dönmüş bir hâlde): Ben size izin vermeden O’na îmân ettiniz ha! Demek ki O, size sihri öğreten büyüğünüzmüş! Ama şimdi (size yapacağımı görecek ve) bileceksiniz; ant olsun, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim, hepinizi astıracağım! dedi.”[eş-Şuarâ 46-49]

Bu iki hatırlatmadan sonra günümüzün nemrut ve firavunlarından ve onların gazabından korkan lakin Allah Celle Celalehu’nun gazabını unutan gafillerden bahsetmek istiyorum.

Günümüzün hiç kuşkusuz en büyük nemrut ve firavunları Batı’nın başına bundan takriben 300 yıl önce musallat olmuş olan para baronları ve onların kontrol ettikleri kapitalizm ideolojisidir. Bu belanın boyutları ve insanlığın bir avuç para babasının kararları ile ne hale geldiğini hatırlatmak için çok uzaklara gitmeye gerek yok. Son yüzyılı araştırdığımızda onların ne kadar zelil bir topluluk olduğunu ve acilen defedilmesi gerektiğini anlamış oluruz. Birinci ve İkinci Dünya Harbi’ni gerçekleştiren ve takriben 80 milyon insanın ölümüne sebep olan Batı ülkeleridir. İnsanlığın en büyük ayıplarından sayılan ilk atom bombasını atarak tarihe geçen ülkenin adı ABD’dir. İkinci Dünya Savaşı sırasında, 6 ve 9 Ağustos 1945 tarihinde ABD’li kuvvetler tarafından Japonya’nın Hiroşima ve Nagasaki şehirlerine atılan atom bombaları nedeniyle takriben 130 bin kişinin feci bir şekilde can vermesine sebep olandan Batı ülkelerinden başkası değildir. Buna ek olarak Bosna Hersek, Irak, Afganistan, Yemen, Suriye savaş ve katliamlarını da çokça zikretmiş olduğumuz malum gerçekler olarak tekrar hatırlatabiliriz.

“Soykırım” dendiğinde Batı, genelde “Ermeni soykırımını” daha doğru ifade ile yalanını dile getirir. Lakin soykırım dendiğinde ilk akla gelen ülkeler ABD, Fransa ve İngiltere’dir. Bu üç ülke ise dünyayı sömüren kapitalizmin başını çeken ülkelerdir. ABD’de 1830 yılında çıkarılan “Kızılderili Tehcir Yasası” ile bölgede yaşayan tüm yerliler zamanla katledildi. Bu rakamın takriben 70 milyon olduğu düşünülmektedir. ABD’nin karanlık tarihinde ikinci katliam hamlesi ise Afrika kıtasından getirilen Afrikalılara olmuştur. Resmî olarak 19. Yüzyıla kadar süren köle ticareti esnasında 35 milyona yakın Afrikalının öldüğü bilinmektedir. Hatta bu bahsetmiş olduğumuz rakamları düşük gören ve 1977 yılında yazdığı “Medeniyetler Diyaloğu” adlı kitabında dile getiren Roger Garaudy gibi, “Batılılar 100 milyonu aşkın Amerika Yerlisini öldürerek dünyada daha önce benzeri görülmemiş bir soykırım yaptı. Bunun ardından üç yüz yıl süren köle ticareti sırasında en az yüz milyon Afrikalıyı da öldürerek bir başka akıl almaz soykırımı gerçekleştirmiştir.” diyen yazarlar da yok değil.

Yine başka bir soykırım ülkesi ise İngiltere’dir. İngiltere’nin, 1788-1938 tarihleri arasında sömürgeleştirmek amacıyla gittiği Avustralya’da yerli halk Aborjinleri sistematik olarak katlettiği bilinmektedir. İngilizlerin, aralarına salgın hastalık yaydığı, bununla da yetinmeyip yemeklerine zehir katarak yok etmeye çalıştığı 750 bin Avustralya yerlisinden geriye sadece 31 bin kişi sağ kalabildi. İngilizlerin sömürdüğü başka bir ülke de Hindistan oldu. 1858 yılından 1947 yılına kadar sömürdüğü Hindistan’da yalnızca 1876 yılında acımasız İngiliz politikaları neticesinde açlıktan 30 milyona yakın Hintlinin hayatını kaybettiği söylenmekte.

Tarihi soykırım ve katliamlarla dolu olan bir başka ülke ise Fransa’dır. Yalnızca 1830 yılında, işgal etmiş olduğu Cezayir’de 2,5 milyon Müslümanı katlettiği bilinmekte, Fransa’nın. Yine Ruanda’da 1994 yılında Hutu milisleri ile beraber 100 bin Tutsi kabile üyesi katleden de Fransa’dır.

Bu örnekleri tabii ki çoğaltabiliriz. Lakin bunun yeterli olduğunu kanaatindeyim.

Gelelim bu sömürü ve baskı unsurlarına boyun eğmiş olan İslâm beldelerindeki yöneticilere… Özellikle 1924 yılında Hilâfet Devleti’nin ilgasından sonra Müslümanlar ve sahip oldukları ülkeler, 50 küsur devletçiğe bölünerek paramparça oldu. Sahip oldukları güçlerini İslâm hayatta olmadığı için maddi olarak tamamen, manevi olarak ise büyük ölçüde yitirdiler. Bununla birlikte Batı’nın empoze ettiği milliyetçilik ve vatancılık zehri Müslümanların bulundukları konumda kalmalarına hatta gerçekleşen bölünmeyi bizzat kendilerinin savunmasına sebep oldu. Kurulan karton devletler ve onlara verilen bayrak ve isimler, milliyetçilik ve vatancılık zehrine duçar kalmış Müslümanlar tarafından ölümüne savunuldu. Bu düzeni kabul etmeyen ve aslına dönmek isteyen yüzbinlerce Müslümanı zalim, satılmış yöneticiler ile hapishanelerde zulmederek öldürdü. Ayaklanmak isteyen halkları çok acımasız ve sinsi yöntemlerle bastırdılar, sürgüne zorladılar. Bunun en bariz örneğini şuan Suriye, Irak ve Yemen’de çok canlı bir şekilde görmekteyiz.

Olan bu sıkıntılar ve desiseler neticesinde ise adeta denize düşen yılana sarılır misali Müslümanlar biraz sesini yükselten, gürleyen ama hiç bir şey yapmayan, yapamayan veya yapmak dahi istemeyen liderlerin peşine düştü. Bu liderler bazen İslâmi söylemleri ile bazen milliyetçi çıkışları ile Müslüman halklar tarafından bir nebzede olsa umut kaynağı görüldü. Ama bu umutları çok geçmeden tükendi hatta karamsarlığa neden oldu.

Şu durumda anlık huzuru ve maddi refahı kâr olarak gören ve bunun için yılana sarılan Müslümanlara tekrardan hatırlatıyorum: gerçek güç sahibi Allah Celle Celalehu, sadece O’na bağlanan ve yalnız O’ndan korkan muttaki Müslümanlar ile beraber olacaktır. Rabbimizin, kimilerince az ve güçsüz olduğu düşünülen lakin milyonlara kafa tutabilecek kalitede binlerce Müslümana, Musa, Yusuf, Muhammed Aleyhimu’s Selam ve onlara tâbi olanlara yardım ettiği gibi er veya geç yardım edeceğini hatırlatmak isterim. Bize düşen ise sayılara ve imkânlara değil, her daim hakkın yanında olan ve her ne olursa olsun onun yanından ayrılmayan erlere, adam gibi adamlara bağlanmak olmalı. İşte o adam gibi adamlar, kurulacak ikinci İslâmi Hilâfet Devleti ile çok ama çok yakında son 300 yıldır dünyayı yakıp sömüren barbar kapitalist para baronlarından ve onların necis sistemlerinden kurtaracaktır inşallah.

Rabbim yar ve yardımcımız olsun. (Âmin!)