Gel, Yemişleri Bol, O Güzel Ağaca Sımsıkı Sarılalım
11 Ocak 2018

Gel, Yemişleri Bol, O Güzel Ağaca Sımsıkı Sarılalım

Benim baktığım yerle senin baktığın yer farklı olabilir.

Benim “doğru” dediğim sana yanlış gelebilir.

Aramızdaki mihenk taşı bu ihtilafı çözecektir emin ol.

Fakat öncelikli sorunumuz bu mihenk taşının ne olacağına karar vermek galiba.

Sana göre senin aklın, bana göre benim aklım ‘doğru’nun belirleyicisi olursa zannederim ki hiçbir zaman seninle bir yerde buluşamayacağız.

Ve sürekli bir cedelleşme, uzaklaşma ve yabancılaşma yaşayacağız.

Hatta öyle olacak ki; konuşamayacağız bile.

Konuşamayınca anlaşamayacağız, anlayamayacağız birbirimizi…

Kalbimizi kıracak, kalbimize batacak her sözümüz; uzaklaştıkça uzaklaşacağız birbirimizden.

-Allah korusun- kalbimiz taş kesilecek birbirimize.

Bir araya gelemeyecek, birleşemeyeceğiz; paramparça olacak zihinlerimiz, hem bedenlerimiz hem de kalplerimiz.

عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ عَنِ النَّبِىِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَلاَ يُؤْمِنُ أحَدُكُمْ حَتَّى يُحِبَّ لأخِيهِ مَا يُحِبُّ لِنَفْسِهِ

“Sizden biriniz kendisi için sevdiğini mümin kardeşi için sevmedikçe gerçek mümin olamaz.”[1]

(Sanki bugünü tarif ediyorum: Müslümanlar darmadağınık)

Peki, nedir mihenk taşımız?

Sorunlarımızın çözümü için başvuru kaynağımız o.

Anlaşmazlıklarımızı kendisiyle uzlaştıracağımız yegâne merci.

Kur’an ve Sünnet’tir ki Müslümanlar, içlerinde herhangi bir sıkıntı duymaksızın buradan çıkacak hükme teslim olurlar.

Zira Kur’an, Müslüman için olması gereken İslâmi tavrı böyle vasfetti:

فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّىَ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُواْ فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِّمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُواْ تَسْلِيمًا

“Hayır, Rabbine andolsun ki; aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip sonra haklarında verdiği hükümden dolayı içlerinde bir sıkıntı duymadan kendilerini tamamen teslim etmedikçe iman etmiş olmazlar.”[2]

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَن يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ وَمَن يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا مُّبِينًا

“Allah ve Rasulü bir şeye hükmettiği zaman; ne mümin erkekler için ne de mümin kadınlar için artık işlerinde bir seçme hakkı olamaz. Kim de Allah'a ve Rasulü'ne isyan ederse; şüphesiz ki apaçık bir sapıklıkla sapmış olur.”[3]

Görülen o ki, sen ya da ben yani ikimiz de bu ilahi emirler gereği sorunlarımızı, tartışmalarımızı, istişarelerimizi Kur’an’a ve Sünnet’e arz etmekle mükellefiz. Aksi halde sapanlardan, sapıtanlardan oluruz.

Demek ki aramızdaki mihenk taşı İslam’mış, İslam Şeriatı’ymış…

Kısacası şu muhterem kardeşim, şimdi ben, sen ya da bir başkası bir şey söylediğinde -ya da söylemediğinde-, bir şey yaptığında -ya da yapmadığında- bunu hangi saiklerle söyleyip-söylemediği, yapıp-yapmadığı sorgulanmalıdır.

Allah öyle istediği için söyleniyorsa -ya da söylenmiyorsa-, yapılıyorsa -ya da yapılmıyorsa-, Allah’ın emrine binaen alınan bu tavırdan dolayı kimse kınanamaz, eleştirilemez, kendisine itiraz edilemez; bilakis takdir edilir, söylediğine tâbi olunur, yaptığının ardından gidilir.

Çünkü bu, Şeriatça istenen şeydir.

Formül bu kadar basit ve açıkken sence neden bir araya gelemiyor; Müslümanlar için, İslâm için ve dahası Allah rızası için ortak hareket edemiyoruz?

İşte bak, 28 Şubat’ı düzenleyen zevat hâkim karşısında bugün. Fakat bu zevatın tuzaklarının muhatabı mazlumlar da çeyrek yüzyıldır cezaevindeler. Daha ne kadar orada kalacaklar orası da belli değil.

Bu zulmü hepimizin dillendirmesi gerekiyordu hâlbuki…

Yine Hizb-ut Tahrirli Müslümanlara cezalar yağdırılıyor şu günlerde. En son rakam, 78 kişi için 450,5 yıllık hapis cezası… Daha da artacak gibi bu rakam. Hatta dün cezası onanıp da aranması çıkartılmış olan bir Müslüman evinden alınarak cezaevine götürülmüş bile.

Dahası, aranma ve mahkeme safahatı olmayan nice insan ya “DAEŞ” ya da “FETÖ” yaftalamasıyla gözaltına alınıyor, tutuklanıyor bugün.

Haberimiz var mı bu yaşananlardan? Bir kaçımız dışında çoğumuz gündem bile etmedik günlük hayatımıza… Sosyal medya hesaplarımızda bile paylaşmadık belki bunları.

Peki, bu sessizlik hayr mı, şer mi sizce?

(“Sizce” ifadesi yanlış oldu, “Şeriatça” olacaktı doğrusu.)

Hayatımızdaki tüm meselelerde olduğu gibi hayr ve şer konusunda da sözün sahibi Allah Azze ve Celle’ydi/O olmalıydı değil mi? (Hani girişte bahsini yapmıştık…)

Nedir peki bu Müslümanlara yapılan zulümlere sessiz kalmanın hükmü?

-Haramdır!

عَنِ الزُّهْرِىِّ عَنْ سَالِمٍ عَنْ أَبِيهِ أَنَّ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ اَلْمُسْلِمُ أخُو الْمُسْلِمِ لاَ يَظْلِمُهُ وَلاَ يُسْلِمُهُ مَنْ كَانَ فِي حَاجَةِ أخِيهِ كَانَ اللّٰهُ فِي حَاجَتِهِ

“Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu (zalimlere de) teslim etmez. Kim, din kardeşinin bir ihtiyacını giderirse, Allah da onun ihtiyacını giderir…”[4]

“Türkiye’nin esamisi mi okunur Suriye, Doğu Türkistan, Arakan vs. beldelerde yaşananların yanında?” diyebilirsin…

Doğru, esamisi okunmaz oralarla buraları kıyasladığında fakat ben, “hem Suriye’yi hem Arakan’ı hem de Türkiye’yi gündem edeceğiz”, diyorum. Çünkü biz, tek bir ümmetiz; derdimiz bir, sevincimiz bir, savaşımız bir, barışımız bir (olmalı). “Sevinçte ve kederde bir olabileceğimiz o vahdeti inşa etmek için çalışmak zorundayız” diyorum.

O halde gel Müslüman kardeşim, aramızdaki suni sorunlara bir set çekelim, bizim aramıza atılmış nifak tohumlarını bir bir sökelim ve bizi bir tek ümmet yapan o kutlu tohumdan boy vermiş, kökü yerde sabit, dalları göklerde tevhid ağacına sarılıp yücelelim, eski izzetli günlerimize dönelim.

أَلَمْ تَرَ كَيْفَ ضَرَبَ اللّهُ مَثَلاً كَلِمَةً طَيِّبَةً كَشَجَرةٍ طَيِّبَةٍ أَصْلُهَا ثَابِتٌ وَفَرْعُهَا فِي السَّمَاء تُؤْتِي أُكُلَهَا كُلَّ حِينٍ بِإِذْنِ رَبِّهَا وَيَضْرِبُ اللّهُ الأَمْثَالَ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ

“Görmez misin; Allah, nasıl bir misal verdi. Hoş bir söz (tevhid); kökü sağlam, dalları göğe doğru olan hoş bir ağaca benzer. Ki, Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. İnsanlar ibret alsınlar diye Allah, onlara misal veriyor.”[5]


[1] Buhârî, “Îmân”, 7; Müslim, “Îmân”, 71, Tirmizî, “Sıfatü’l-Kıyâme”, 59.

[2] Nisa 65

[3] Ahzab 36

[4] Buhârî, “Mezâlim”, 3; “İkrah”,7; Müslim, “Birr”, 58;Tirmizî, “Hudud”,3.

[5] İbrahim 24-25