Ey Erdoğan! \'Osmanlı da Cumhuriyetti\'… Öyle mi?
31 Mart 2017

Ey Erdoğan! \'Osmanlı da Cumhuriyetti\'… Öyle mi?

Osmanlı’nın yönetim şekli Hilafet mi, Cumhuriyet mi, sorusunun cevabına ulaşmak için çok geriye gitmeye lüzum yok. Herkesin rahatça ulaşabildiği tarihî kaynaklara bakmamız yeterlidir. Kaynaklar; 1516 yılında Yavuz Sultan Selim’in, son Abbasi Halifesi el-Mûtevekkil ʿalâʾl-Lâh’tan[1] Hilafeti bir merasimle devraldığını yazar.

Bazı kayıtlara göre de Yavuz Sultan Selim, Mısır seferinden İstanbul’a dönünce, Ayasofya’da icra edilen bir törenle Halife unvanını üzerine almış; İstanbul’da ilk Cuma namazını Ayasofya’da kılan III. Mütevekkil, Peygamber Efendimizin Hırkasını Yavuz’un sırtına giydirmiş, böylece Hilafet, Abbasîlerden Osmanoğulları’na intikal etmiştir.

Rasulullah SallAlahu Aleyhi ve Sellem’in vefatından sonra Hz. Ebu Bekir’le başlayan Hilafet, bin üç yüz yıllık süreçte kesintiye uğramadan siyasi varlığını devam ettirdi. Müslümanlar tarafından bilinen ve diğer Avrupalı siyasilerinde malumu olduğu üzere İslam’da Hilafet, ruhanî değil siyasi bir ‘makam’dır.

Müslim, Ebu Hazim'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

قَاعَدْتُ أَبَا هُرَيْرَةَ خَمْسَ سِنِينَ فَسَمِعْتُهُ يُحَدِّثُ عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ كَانَتْ بَنُو إِسْرَائِيلَ تَسُوسُهُمُ الانْبِيَاءُ كُلَّمَا هَلَكَ نَبِيٌّ خَلَفَهُ نَبِيٌّ وَإِنَّهُ لا نَبِيَّ بَعْدِي وَسَتَكُونُ خُلَفَاءُ تَكْثُرُ قَالُوا فَمَا تَأْمُرُنَا قَالَ فُوا بِبَيْعَةِ الاوَّلِ فَالاوَّلِ وَأَعْطُوهُمْ حَقَّهُمْ فَإِنَّ اللَّهَ سَائِلُهُمْ عَمَّا اسْتَرْعَاهُمْ

Ebu Hureyre ile beş sene beraber oldum. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'den şunu işittiğini söyledi: “İsrail oğulları Nebiler tarafından siyaset (idare) ediliyordu. Bir Nebi öldüğünde onu başka bir Nebi takip ediyordu. Artık benden sonra Nebi yoktur. Fakat birçok Halife olacaktır." Oradakiler dediler ki; Bu durumda bize ne yapmamızı emredersin? Dedi ki: "İlk biat edilene vefakâr olunuz onlara karşı olan vazifelerinizi yerine getiriniz. Muhakkak ki Allah size karşı olan vazifelerini yapıp yapmadıklarını onlara soracaktır.

Konunun daha iyi anlaşılması bakımından kavramları da birlikte inceleyelim.

Hilafet; İslam’ın hâkim kılınıp devlet eliyle, İslam davetinin tüm insanlığa taşınması için Müslümanların “siyasi ve askeri” liderliği, İslam’ın yönetim şeklidir.

Cumhuriyet; sözlük anlamıyla beşeri olan “halkın kendi kendini yönetmesi” olarak tarif edilir. Eski Yunanlılardan günümüze gelinceye kadar cumhuriyet, Yunan şehir devletleri, Ortaçağ'da Venedik, Cenova, Floransa gibi devletçikler için kullanılan bir deyim olmuştur. Kapitalist ideolojiyi ayakta tutan üç sacayağından (demokrasi-laiklik-cumhuriyet) biridir cumhuriyet.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 27 Mart’ta İstanbul Abdi İpekçi Spor Salonu'nda yaptığı konuşma da; Osmanlı’nın şanlı geçmişinden uzunca bahsetti. Daha sonra neden Cumhuriyet’e sahip çıkmamız gerektiğini hatırlatarak Bizim atalarımız, Sultan Alparslan’dır, Osman Gazi’dir, Orhan Gazi’dir, Yavuz’dur, Kanuni’dir, Sultan Abdulhamid’dir. Bizim ecdadımız asırlarca dünyaya nizam vermiş Osmanlı’dır, Selçuklu’dur. Cumhuriyet bizim için yeni bir dönem değildir. Cumhuriyet Selçuklu’dur, Osmanlı’dır. Cumhuriyet bir devamdır. ifadelerine yer verdi.

Ancak ne tevafuktur ki; bu sefer Başbakan Binali Yıldırım Cumhuriyet’in ne zaman kurulduğunu açıklayarak adeta Erdoğan’ın sözlerinin yalan olduğunu insanlara gösterdi. Başbakan Binali Yıldırım, 30 Mart’ta Edirne’de halka hitap ederken;

“Dikkat edin Edirneliler! Bakın devlet sistemi demiyorum, hükümet sistemini değiştireceğiz. Devlet sistemi denilince akla ne geliyor? Padişahlık (Hilafet demiyor), monarşi, meşrutiyet, cumhuriyet. Biz 29 Ekim 1923’te Devlet sistemimizin adını koyduk. Nedir? Cumhuriyet. Cumhuriyet 1923'te kuruldu ve bugünlere geldi. Cumhuriyet cumhurundur, hepimizindir. Onu birlikte kurduk, birlikte yaşatıyoruz, yaşatmaya da devam edeceğiz.” ifadelerini kullandı.

Gerçek tam da böyleydi. Batılı Kâfirlerin, Hazreti Peygamber zamanından beri sadr-ı İslâm’a ve Makâm-ı Hilâfet’e karşı duydukları kin ve nefret hiç bitmedi. Osmanlı Hilafeti’nin yıkılıp üzerine inşa edilen Batı kökenli Cumhuriyet, İttihat Terakki çatısı altında yerli hain ve işbirlikçilerin eliyle 1923’te hedefine ulaştı. Cumhuriyet sonrası İslam nizamı tamamen kaldırıldı. Yerine, Batı’dan getirilen küfür kanunlarıyla yeni bir anayasa yapıldı. Yöneticiler Müslümanları Cumhuriyet değerlerine bağlanmaya ve onu sahiplenmeye çağırıyorlardı.

وَلَا تَلْبِسُوا الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُوا الْحَقَّ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ

Hakkı bâtıl ile karıştırmayın, bilerek hakkı gizlemeyin!”[2]

Hilafet, şer’î hükümlerin tatbik edilmesinin yanında, siyasi ve askerî bir güç olması münasebetiyle Batılı Kâfirler tarafından yüzlerce yıl –fikri, siyasi ve askerî- Haçlı saldırılarına maruz kaldı. İslam’ın ve Müslümanların düşmanı sömürgeci kâfirlere karşı askerî tutum ve mücadelede gözünü budaktan esirgemeyen Osmanlı Hilafet Devleti’nde, Halife Yavuz Selim, Kanuni, Abdülhamid Han ve diğerleri… Müslümanların malına, canına, ırzına uzanan kirli elleri kırdılar. Yöneticilik görevlerini hakkıyla yerine getirdiler. İzzetli İslam’ın emin bekçileri oldular. Allah katındaki sorumluluklarını ifâ ettiler. Allah onlardan razı olsun.

Peki, Cumhuriyet döneminde yöneticiler neler yaptı? Allah’ın, Peygamberin ve Müslümanların düşmanı Yahudilerle ve Batılı devletlerle alenen işbirliği yaptılar. Dostluk anlaşmaları imzaladılar. Müslümanların akıtılan temiz kanlarına sessiz kaldılar. İngiltere ve Amerika’nın çıkarları için kendi halklarına yalan söylediler. Aldattılar. Ordular kışlalarında çakılı dururken, Müslümanların çocuklarının kimyasal silahlarla, bombalarla bedenleri parçalandı. Sömürgeci Batılı devletlerle yapılan anlaşmalar ve “reel politik” gereği başlarını saraylarından çıkarıp tek bir söz dahi etmediler. Ya da, sömürgeci kâfirlere karşı sadece söz “söyleyen” ama hiçbir şey yapmayan yöneticileri halkın karşısına çıkardılar.

Müslümanlar 90 küsur yıldır, akidesine aykırı olan Cumhuriyet rejimini hiç sevmedi. Sevemez de… Onu hep kendi bedenine sirayet etmiş habis bir ur olarak gördü. Öyle görmeye de devam edecek… Nitekim son on beş yılda özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, her seçim döneminde İslam’ın şiarları üzerinden oy talep etmesi bunun kanıtıdır. İslam topraklarında Demokrasiyle savaş kazanılmadığı gibi, seçim hiç kazanılmıyor.

Yaptığı açıklamayla, -hak-batıl gözetmeden- seçim kazanmak adına her şeyi mubah görme hastalığına tutulan Cumhurbaşkanı’na soruyorum: Ey Erdoğan! Madem Cumhuriyet vardı; 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet neden tekrar ilan edildi? Cumhuriyet devrimleri neden yapıldı? 3 Mart 1924'te kaldırılan Hilafet değil miydi? Devrim yasalarını kim, neden yaptı? İstiklal mahkemelerinin görevi neydi? Müslümanlar darağaçlarında niçin sallandırıldı? Ezanlar neden Türkçe okutuldu? …

Müslümanlar İslam için bedel ödedi. Her zaman da bedel ödemeye hazırlar. Ancak bu asla Demokrasi için bir bedel olmadı. Olmayacak da…

Ey Erdoğan! Müslümanları İslamî kavramlarla aldatabilirsiniz, ancak tarihî gerçekleri ters-yüz edemezsiniz! O tarih, bir gün mutlaka yalancıları da yazacak…

وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ تَرَى الَّذِينَ كَذَبُواْ عَلَى اللَّهِ وُجُوهُهُم مُّسْوَدَّةٌ أَلَيْسَ فِي جَهَنَّمَ مَثْوًى لِّلْمُتَكَبِّرِينَ

“Kıyamet günü, Allah'a karşı yalan söyleyenlerin yüzlerinin kapkara olduğunu görürsün. Büyüklenenler için cehennemde bir yeri mi yok?”[3]


[1] III. Mütevekkil. Tam Adı: Muhammed bin Yaʿkûb “el-Mûtevekkil ʿalâʾl-Lâh” (ö. 1543) Abbasi soyundan gelen son halifedir. 1508 ile 1517 yılların arasında halifelik yapmıştır.

[2] Bakara 42

[3] Zümer 60