Çıkmaz Sokakta Israr Niye?
10 Nisan 2017

Çıkmaz Sokakta Israr Niye?

Kapitalizm "Ekonomik Problem"i, kaynakların kıtlığı ve üretimin azlığına bağlayıp, üretimin artırılmasını çözüm olarak hedeflese de, günümüz koşullarında daha çok üretimden kopuk, uluslararası finans hareketliliğine bağlı, yeni ekonomik bunalımlar ve krizler üreterek varlığını sürdürüyor. Bunu da uluslararası şirketlerin, Uluslararası Kredi Derecelendirme kuruluşlarının yönlendirmeleri ile Doğrudan Yabancı Yatırım (DYY) adı altında fiili üretime dayalı değil, spekülatif kâr amaçlı finans dolaşımı ile sağlıyor. Dolayısıyla küreselleşme ile küresel finans aktörleri, hangi ülkede kâr elde edeceğini düşünüyorsa o ülkeye finansal yatırımda bulunmakta dilediğinde finansal piyasadan çıkabilmektedir. Başta ABD olmak üzere sömürgeci kâfir Batı devletlerinin ekonomik planda aldığı her karar, gelişmekte olan ülkeler olarak anılan ülkeler başta olmak üzere, küreselleşmeye entegre olmuş tüm piyasaları etkiliyor. Bu da Türkiye'nin de sık sık maruz kaldığı döviz hareketliliğine neden oluyor.

Dövizin yükselmesi, ihracat açısından olumlu olarak lanse edilse de, üretim girdileri bakımından örneğin enerjide %96 oranında dış bağımlılığı olan Türkiye gibi ülkeler açısından, dış ticaret açığının daha da artması anlamına geliyor. Türkiye şu anda yılda 330 milyar dolarlık dış finansman açığı veriyor ve bu yüzden açığı kapatmak için dışarıdan para çekmek zorunda. Dövizle temin edilen üretim girdileri doğal olarak üretim maliyetlerini, üretim maliyetlerindeki artış da, başta işsizlik olmak üzere ülke içi genel fiyat düzeyini yani enflasyonu artırmaktadır. Söz konusu döviz dalgalanmalarıyla baş edebilmek için piyasadan TL'nin çekilip dövizin sürülmesi, sıcak paranın çıkışının önüne geçmek için faizlerin yükseltilmesi, gibi alternatifler kullanılıyor. Hatta dövizin yükselişi siyasi malzeme yapılarak, "döviz bozdurma seferberliği" yoluyla halk da işin içine katılıyor.

14 Ocak 2017'de Borsa İstanbul'un yeni hizmet binasının açılış töreninde açıklamalarda bulunan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan; "Son günlerde döviz kurunu silah olarak kullanıp yine üzerimize gelmeye başladılar, varsın gelsinler. Biz de bunların alternatiflerini üretiyoruz, üreteceğiz."[1] demişti. Bu alternatiflerden ilki, Varlık Fonu'nun kurulmasıydı ki; fonun elindeki finansal varlığın 200 miyar dolar olması öngörülüyor. Kamu şirketlerinin Varlık Fonu çatısı altında toplanıp, bu hisseler karşılığında borç bulunması ve diğer varlık fonlarından da para çekerek dış finansman sağlanması amaçlanan bu hamleyle, dövizin hararetinin düşürülmesinde, yukarıda saydığımız alternatifler dışında, geleceğimizi ipotek altına alacak "yeni bir alternatif" üretilmiş oldu.

Sömürgeci devletler "Varlık Fonu"nu, milyarlarca dolarlık fazlalarını başka ülkelere yatırarak içeride enflasyondan korunmaya, gelir akışını çeşitlendirmeye ve kamusal gelirlerin tükeneceği bir gelecek için şimdiden önlem almaya çalışırlarken; yeni varlık fonları kuran ülkeler, bunun tam tersine büyük cari açıkları ya da ağır borç yükleri olan ülkelerdir. Bu ülkeler, "Varlık Fonu" uygulamasına küresel ekonomik yavaşlama ve azalan ticaret hacimleri karşısında onu ekonomilerini harekete geçirmek için bir araç olarak görüyor ve dışarıdan finansman çekerek ekonomilerini canlandırmak için gelen parayı içeride kullanmayı planlıyorlar.[2]

Peki, bu para içeride nasıl kullanılacak? Natural Resource Governance Institute’tan analist Andrew Bauer, “(Bu modelin getirdiği) tehlike şu ki, pek çok durumda normal bütçe prosedürleri işlemiyor; dolayısıyla bu da parlamento denetiminden ve bakanlık denetimlerinden sıyrılmak için bir yol olarak kullanılıyor.” yorumunda bulunuyor. Bauer’a göre, eğer şeffaflıkta en ufak bir aksama olursa, paranın nasıl harcandığını öğrenmenin hiçbir yolu yok. Bir önemli risk de, paranın yaşama şansı olmayan “gösteriş projelerine” harcanması. Türkiye'de varlık fonunun Sayıştay denetimine tabi olmadığını burada hatırlayalım. Varlık Fonu “yatırım!” yapmak isteyen spekülatif kâr güdüsüyle hareket eden ulus ötesi şirketlere ve sömürgeci devletlere ise tamamen şeffaf durumda. Zira onlara şeffaf olmazsa niye “yatırım” yapsınlar?

Türkiye'nin finans darboğazından bir nebze nefes almasını sağlayacak diğer "alternatif" de, "banka kredisi kullanmadan her kesimden vatandaşın küçük tasarruflarla ileride(!) konut sahibi olabileceği" şeklinde tanıtılan, borsada satışa konu edilecek "gayrimenkul sertifikası" dır.

Motor sektör misyonu yüklenen inşaat sektöründe, Rus uçağının düşürülmesi sonrası başlayan durgunluk, 2016 Ağustos ayı ve bu yılın Şubat ayında başlatılan "düşük faizli uzun vadeli konut satışı" seferberliği ile atlatılmaya çalışılmıştı. Öte yandan TÜİK tarafından açıklanan 2017 yılının şubat ayına dair konut satış istatistiklerine göre yabancılara yapılan konut satışlarının bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 17.6 azaldığını da not etmek gerekir. Vatandaşın geri ödeyemediği batık kredilerin tutarı 60 milyar 338 milyon TL'ye ulaşmış durumda. Bankaların "Tüzel Yapıdaki Tefeci"ler olan varlık yönetim şirketlerine satılan sorunlu kredi tutarı ise 29,2 milyar TL. Toplamda 89,5 milyar TL'lik ticari, KOBİ ve bireysel kredi ve kredi kartı borcunun geri ödenemediği açığa çıkıyor. Bu şartlarda başvurulan gayrimenkul sertifikası, inşaat sektörü-finans sektörü döngüsünü ayakta tutmaya dönük çaba olarak duruyor. ABD'de yaşanan 2008 finans krizi de aynen böyle başlamıştı. ABD'nin sisteme müdahale ederek, istediği kadar para basabilme, dünya çapında üzerinde dolar yazan karşılıksız çeklerini alacak ve ABD'nin küresel dolar sömürüsünü devam ettirecek, ABD'nin borç yükünü omuzlayacak G-20 gibi enstrümanları mevcuttu da bugünlere gelebildi. Ya Türkiye? Türkiye'nin ABD’nin kurduğu gibi işleyen böyle bir sömürü tezgâhı mı var dünya çapında ki, kapitalizm kaynaklı finans krizlerinden korunabilsin?

Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek'in "dünyada ilk olacak" diye açıkladığı bir diğer "alternatif" de, Hazine'nin üzerinde çalıştığı ‘altın tahvili’ ve ‘altına dayalı kira sertifikası’ formülüdür. Bununla, Türkiye’de yastık altında en az 2 bin 200 ton ve yaklaşık 100 milyar dolar değerinde olduğu tahmin edilen altının, Hazine tarafından çıkarılacak "Değerli Kâğıt?" karşılığı sisteme kazandırılması hedefleniyor.

Bu tıpkı, tefecilerle borç ilişkisi kurarak ailesini geçindirmeye çalışan, ev halkının geleceği ile kumar oynayan, oynadığı bu kumarla hem borçlarını çevirme, hem de kaybettiklerini geri kazanma hayaliyle evdeki eşyalarını haraç mezat satan, bunlar da tükenince, ev halkının elindeki maddi varlıklara göz diken, sorumsuz aile reisinin resmidir.

Dünya çapında kurulu bu kapitalist sömürü tezgâhından ülkenin selamete kavuşması, zaten tezgâhın işlemesi için üretilen kapitalist kurallara göre alternatif geliştirmekle mümkün görünüyor mu sizce?

Bu çıkmaz sokaktan kurtuluşun yolu, ne Anayasa referandumu “Evet”inde, ne de “Hayır”ındadır. Yegane kurtuluş, Allah Subhanehu ve Teala’nın tüm insanlık için kutlu Rasulü Muhammed Aleyhi's-Salatu ve's-Selam aracılığı ile gönderdiği İslam nizamının topyekûn hayata yeniden hakim kılınmasındadır.


[1] http://www.haberler.com/cumhurbaskani-erdogan-turkiye-yi-her-seyiyle-disa-9162502-haberi/

[2] http://www.reuters.com/article/us-emerging-swf-investment-idUSKBN16R0QY