Hizb-ut Tahrir Türkiye Haftalık Değerlendirme Toplantısı - [12 Kasım 2019]
13 Kasım 2019

Hizb-ut Tahrir Türkiye Haftalık Değerlendirme Toplantısı - [12 Kasım 2019]

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Başkanı Mahmut Kar, bu haftaki gündem değerlendirme toplantısını dün gerçekleştirdi.

Her Salı, gündemde öne çıkan konuların değerlendirildiği Mahmut Kar, bu hafta da; günden güne adeta bir ritüel hâline getirilmeye çalışılan 10 Kasım anma törenlerine değindi.

Bugünlerde artan intihar hadiselerini de gündemine alan Kar, toplu intiharların altında yatan sebeplere dikkat çekti.

Suriye’de gelinen aşamaya da değinen Mahmut Kar, İdlib’in de Halep gibi düşürüleceğini iddia ederek, Türkiye’nin bu senaryodaki çirkin rolüne dikkat çekti.

İşte Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Başkanı Mahmut Kar’ın dün akşam gerçekleştirdiği Haftalık Değerlendirme Toplantısı tam metni:

10 KASIM TÖRENLERİ

Bu ülke de İlkokula başlayan her çocuğa daha okuma yazma öğretilmeden önce Mustafa Kemal’in ilke ve inkılapları öğretiliyor. Onun ne kadar büyük bir insan olduğu ve herkesin onu sevmek zorunda olduğu anlatılıyor. Tam 96 yıldır bu böyle devam ediyor. Evet, onu sevmek zorundasınız, onu kutsamak zorundasınız yoksa “vatan haini” ilan edilip ülkeden kovulursunuz. İşte “muasır medeniyetler seviyesi” dedikleri şey bu…

Hilâfet’i yıkıp cumhuriyeti kuranların ortaya koydukları muasır medeniyetlere ulaşma hedefinden bahsediyorum. Hangi muasır medeniyette bir adam sorgulanamaz olmuştur? Hangi muasır medeniyette bir adam kanunla koruma altına alınmıştır? Hangi muasır medeniyette bir adam sevilmek zorundadır? Hangi muasır medeniyette bir adamın heykeli karşısında, mezarı karşısında saygı duruşu zorunlu hâle getirilmiştir? İlkel Afrika kabilelerinde bile görülmeyen bu kutsama ayinleri daha ne zamana kadar devam edecek? Hakikat ile hiç örtüşmeyen “olmasaydın olmazdık” edebiyatı daha ne zamana kadar devam edecek? Halk geçim sıkıntısı ile mücadele ederken, toplumsal psikoloji alt üst olmuşken, toplu intihar olayları artış gösterirken siz hâlâ 10 Kasım’da ayinler düzenliyor, sirenler çalarak insanları saygı duruşuna zorluyorsunuz!

Bırakın bu zorba yöntemleri artık! Çocuklarımızın beynini yıkamayı bırakın! Müslümanlar çocuklarını bu okullara, ilim tahsil etmeleri ve topluma faydalı bireyler olmaları için gönderiyorlar. Siz ise çocuklara yalan ve uydurma hikâyelerle meşhur edilen bir adamı kutsamayı öğretiyorsunuz. Değil mi ki O, Kur’an ayetleri için “gökten indiği sanılan dogmalar” ifadesini kullanmıştı. Değil mi ki O, İslâm için “beyni sulanmış hafızların dini” demişti. Peygamber efendimize dil uzatacak kadar mücrimleşen, ekabirleşen o değil miydi? Bu kişiye rahmet okumanız, inandığınız dinin fıkhının hangi babındadır? Allah’tan korkun! Bu hem İslâm’a hem de Müslümanlara ihanettir!

Laik eğitim müfredatıyla Müslümanlara ait olmayan değer ve şahsiyetleri kutsattınız. Körpe zihinleri Batı’nın zehirli fikir ve mefhumlarıyla kirlettiniz. Asırlar önce Müslümanların ayaklarının altına aldığı putperestliği, modern ayinlerle eğitim yuvalarında taze dimağlara zerk ediyorsunuz. Öyle ileri gittiniz ki partinizin, Ak Parti’nin Gençlik Kolları’nın hazırladığı 10 Kasım videosuyla laik Kemalistleri dahi kıskandırabildiniz. Ama ne de olsa “düşmanın silahıyla silahlanıyorsunuz” öyle değil mi? “Laiklik ise Kemalistlerden daha laik oluruz” dediniz. “Demokratlık ise liberal demokratlardan daha demokrat oluruz”, “milliyetçik ise en âlâ Milliyetçi biziz” dediniz. Bu sayede Atatürkçülerden daha Atatürkçü, cumhuriyetçilerden daha cumhuriyetçi oldunuz çıktınız. Bütün bunları düşmanın silahıyla silahlanma adına yaptınız. Heyhat ki değil düşmanın silahıyla silahlanmak siz düşmanın silahı oldunuz, silahı. Onları memnun etme adına Allah’ı kızdıracak söylem ve eylemlerde bulunma düşüklüğünü gösterdiniz. Okulları, camileri ve meydanları Kemalist dinin yayılmasına açtınız. Sayenizde laik Kemalistler, palazlandıkça palazlandı. Öyle ki pagan dinlerinin önderini tazim etmeyen Müslümanları tehdit edecek kadar ileri gittiler. Bu sizin eseriniz. Allah’tan korkun!

Allah’a ve Rasulü’ne düşmanlık eden hiç kimseye, hiçbir Müslümanın sevgi, muhabbet ve saygı göstermesi beklenemez. 13 asırlık İslâm Devleti’ni Batılı kâfirlerle yıkan birinin düşüncelerine karşı çıkmak inancımızın gereğidir. Kimse bizden, Müslüman kardeşlerimizi “devrim” adı altında katleden, âlimleri darağaçlarında sallandıran sisteme ve rejime saygı göstermemizi beklemezsin! Kimse bize, kanunların gölgesi altında yapılan zulüm ve zorbalıkları meşru göstermeye çalışmasın! Kimse bizden Allah’ın hükmünü kaldırıp Batılı kâfirlerin hükmünü getirenlere sevgi göstermemizi beklemezsin!

TOPLU İNTİHAR OLAYLARI

Bilindiği üzere geçen hafta Türkiye iki ailenin üst üste gelen toplu intihar haberleriyle sarsıldı. Önce İstanbul Fatih’te 4 kardeş, ardından Antalya’da 4 kişilik bir aile siyanür içerek yaşamlarına son verdiler. Hayatta kalma isteği en güçlü içgüdüyken intihar etmek hem de topluca intihar etmek çok ciddi ruhsal bunalımın işaretidir. Peki, toplumu cinnet geçirtecek seviyeye getiren şey nedir? Ne yaptınız bu insanlara? Bu insanlar nasıl bu hâle geldi?

Laik demokratik nizam ile o ulvi fikirleri yok ettiniz. Halkı ifsat ettiniz. Bu ümmeti Batı’dan ithal edilen o kokuşmuş fikirlerle bataklığın içine ittiniz. Bunu bir medeniyetmiş gibi, manevi ve maddi bir kalkınmaymış gibi anlatıp durdunuz. Zenginleri her gün, fakirleri sadece seçim dönemlerinde, bir saat hatırladınız. Fakirlerin sofrasını ancak seçim malzemesi olarak kullandınız. İnsanlar maddi yönden zora düştüğünde hiç beklemeden kapılarına haciz gönderdiniz, elektriğini, suyunu, gazını kestiniz; düşene bir tekme de siz vurdunuz. Sizin oluşturduğunuz bu sistemde, “büyük balık, küçük balığı yutar” misali zayıfların yaşamaya hakkı yok. Bu vahşi düzeni siz tesis ettiniz. İslâmi fikirlere savaş açtınız, ümmetin zihin arşivini sildiniz, yerine çıkarcılık ve merhametsizlik yüklediniz. İslâmi kurum ve kuruluşların yaptığı yardımlaşma ve hayır işlerine tahammül edemediniz. Halkın sadakasına bile göz diktiniz. İnsanları bir kuru ekmeğe bir tas çorbaya muhtaç ettiniz. Yetmedi, bir de fakirin hâli ile dalga geçtiniz.

Geçenlerde AK Partili bir Milletvekili, bir işçinin aldığı asgari ücret ile daha önce ve şimdi ne kadar yumurta alabildiğini hesaplarken kahkahayla gülüp “yoksulluk yok, bolluk var” diyordu. Tabii size göre yoksulluk yok, bolluk içinde yaşıyorsunuz. Devletin tüm imkân ve olanakları size tahsis edilmiş. Yaptığınız zamlarla maaşını daha cebine koymadan elinden avucundan gasp ettiğiniz işçinin yoksulluğu var ey vekil, var!

Siz de yöneticisiniz, Halife Ömer bin Abdulaziz de yönetici. Vefat ettiğinde eşi Fatıma’ya gelerek sordular; “Bize Halife Ömer bin Abdulaziz’i anlatır mısın? Nasıl birisiydi o?” diye. Ömer bin Abdulaziz’in eşi diyor ki: “Vallahi o Halife iken uyuyamıyordu. Bir gece: Nedir bu hâlin? Neden ağlıyorsun, diye sordum. Bana dedi ki: Fatıma! Bu ümmetin ağır yükünü omuzlarımda taşıyorum. Halkımın içindeki açlar, fakirler, hasta olup da ilaç bulamayanlar, sırtına giyecek elbisesi olmayan muhtaçlar, boynu bükük yetimler, yalnız başına terk edilmiş dul kadınlar, hakkını arayamayan mazlumlar… İşte böyle mümin kardeşlerimi düşündükçe yükümün altında ezilip duruyorum. Yarın hesap gününde Rabbim bunlar için beni sorguya çekerse, ben nasıl cevap vereceğim!”

Ömer bin Abdulaziz’in Hilâfeti döneminde değil ki insanlar açlıktan ölsün, hayvanlar aç kalmasın diye dağlara taşlara buğdaylar serpiliyordu. Şimdi Cumhurbaşkanı Erdoğan da yönetici, işçiye verilen asgari ücretle dalga geçen vekil de yönetici, Halife Ömer bin Abdulaziz de yönetici… Ömer bin Abdulaziz kim, bugünkü yöneticiler kim? İtibar ise itibar; Ömer bin Abdulaziz’in itibarı asırlardır insanların dilinde yaşıyor ve yaşatılıyor. Sizin itibarınız ise beton binalarda yaşıyor, ne kadar yaşayacak o da belli değil. Bir yöneticinin itibarı, sorumlu olduğu halkının emniyeti ve refahıdır. Şatafatlı saraylar inşa etmekle itibar kazanılmaz. Boş kalabalıklar ile Cumhuriyet resepsiyonları yaparak itibarlı olunmaz.

HALEP GİBİ İDLİB’İN DE DÜŞMESİ AMAÇLANIYOR!

Suriye’nin İdlib kenti uzun zamandır Rusya ve Rejimin ablukası altında. Astana üçlüsü ülkeler tarafından çepeçevre kuşatılan şehirde, sivil, kadın, çoluk-çocuk denilmeden katliamlar yapılıyor. Astana’da yapılan sözde ateşkes anlaşmasına rağmen hastaneler ve okullar bombalanıyor. Bu bombardımanın amacı İdlib’i de Halep gibi Rejime teslim etmek. Fırat Kalkanı sonrası Halep düştü, Barış Pınarı sonrası da İdlib’in düşmesi amaçlanıyor. Türkiye’nin Amerika ve Rusya ile yaptığı son iki anlaşma sonrasında İdlib’e yönelik saldırılardaki artış bunu gösteriyor. Türkiye medyası, Rusların harabeye çevirdiği İdlib’e bîhaber kalırken TSK’nın Rusya ile attığı sembolik devriyeleri çevirip çevirip servis ediyor.

Bir tarafta TSK ile Rus kuvvetleri devriye geziyor, diğer tarafta Amerikan beslemesi YPG ile Rejim güçleri devriye geziyor. Suriye devrimine kurulan bu tuzak nasıl bir tuzak ki Amerikan ajanı Esed güçleri ile YPG dost. Bu nasıl bir tuzak ki Esed rejimi aynı zamanda Rusya’nın koruması ve desteğini alıyor. YPG, Ruslar ile birlikte hareket ediyor. Ve Türkiye tüm bunlara rağmen Rusya ile dost, Amerika ile dost… Bu nasıl bir oyun, bu nasıl bir tezat Allah aşkına…

Cumhurbaşkanı Erdoğan geçtiğimiz günlerde; “Rusya ile yapılan mutabakatta 150 saat içinde teröristlerin bölgeyi terk etme sözünün yerine getirilmediğini” söyledi. Rus Dışişleri Sözcüsü Zaharova bu açıklamadan hemen sonra; “Türkiye’nin Soçi’de verdiği sözü tutacağını ümit ediyoruz” dedi. Türkiye’nin kamuoyundan gizli Rusya’ya verdiği bu söz nedir? Gizli anlaşmalarda Rusya’ya ne vaat edildi? Suriye’deki siyasi gelişmeleri basiretle takip edenler çok iyi biliyor ki, Türkiye’nin Amerika ve Rusya’ya verdiği söz, İdlib’in Rejime teslim edilmesidir. Türkiye daha önce Halep’in düşmesinde üstlendiği rolü şimdi de İdlib konusunda üstleniyor. Türkiye Suriye halkının dökülen kanlarını heder ediyor. Türkiye’nin Suriye’de üstlendiği Amerikan politikaları, “güvenli bölge” adı altında kurulacak yerlerin bile daha sonra mücrim Suriye rejimine teslim edileceğini göstermektedir. Hem İdlib’e yapılan saldırılar hem de Cenevre’de hazırlanan Laik Suriye Anayasası bunun göstergesidir.

Kıymetli Müslümanlar! Görüldüğü gibi herkes Suriye halkının üzerine üşüşüyor. Bütün bu katliam, tehcir, yıkım, ateşkes, anlaşma ve müzakerelerin amacı, samimi Suriye halkının devrimini ortadan kaldırmaktır. Geçen 8 seneden sonra, dökülen onca kandan sonra, tüm cinayetler ve tecavüzlerden sonra Suriye halkı tekrar o vahşi rejimin egemenliğine terk edilecek. Ve bunu yapan ise İslâm coğrafyasında terör estiren kâfir Amerika’dır. Ve İslâm beldelerinin yöneticileri Trump’ın hakaret içeren mektuplarına rağmen Washington’un yolunu tutabiliyorlar, “Dostum Trump” diyebiliyorlar.

Hizb-ut Tahrir Türkiye olarak biz, özelde Suriye halkına genelde tüm Müslümanlara yönelik bir nasihatte bulunuyoruz: Cenevre, Astana ve Soçi pazarında Suriye devrimini, Müslümanların kanını ve fedakârlığını satmak isteyen herkese karşı açık bir şekilde tavır almaları gerektiğini söylüyoruz. Onlara Rabbimizin rızasını ve kurtuluşumuzun yolunu gösteriyoruz. Suriye halkının, Türkiye halkının ve tüm Müslümanların kurtuluşu İslâm’dadır. Kurtuluş Rusya’nın, Amerika’nın yanında değildir. Kurtuluş Avrupa Birliği ya da BM’nin yanında hiç değildir. Bosna’yı hatırlayın. Srebrenitsa’yı hatırlayın, Amerikan mutfağında hazırlanan yemek sofrasına sizi davet eden yöneticilere asla kanmayın. Biz sizi iyiliği emretmeye, kötülüğü yasaklamaya davet ediyoruz. Hak üzere yöneticileri muhasebe etmeye davet ediyoruz.

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu