Hizb-ut Tahrir Türkiye Haftalık Değerlendirme Toplantısı - [02 Haziran 2020]
03 Haziran 2020

Hizb-ut Tahrir Türkiye Haftalık Değerlendirme Toplantısı - [02 Haziran 2020]

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Başkanı Mahmut Kar, haftalık değerlendirme toplantısında Türkiye’de alınan normalleşme süreci, ABD’de başlayan halk ayaklanması, İstanbul’un fethi ve Mavi Marmara katliamı konularına değindi.

Mahmut Kar, yöneticilerin, İslâm’ın şiarı ve Müslümanların önemli bir ibadeti olan Cuma namazı konusunda gevşek davrandıklarını ve bu ibadete turizm kadar önem vermediklerini söyledi. Hâlbuki normalleşme sürecinde alınarak yerine getirilen bu ibadetin çok daha önce de benzer tedbirler alınarak ikame edilebileceğini gösterdiğini söyleyen Kar, “yöneticiler için Müslümanların hassasiyeti dikkate alınmıyor. Rabbimizden niyazımız… Müslümanlara bundan böyle namazlarını huşu içerisinde kılabilecekleri ortamlar bahşetmesidir…” şeklinde konuştu.

Amerikan halkı için “sıradan” bir olay hâlini alan polis cinayetlerine de değinen Mahmut Kar, ABD halkının “sıradışı” ayaklanmasını değerlendirdi. Tüm dünyanın gözü önünde soğukkanlılıkla bir polis memuru tarafından öldürülen siyahi George Floyd hadisesinin peşi sıra patlak veren ayaklanmaların bir gerçeği ifşa ettiğini söyleyen Kar, meselenin siyah ya da beyaz ırk meselesi olmadığını, sömürü ve çıkarcılık olduğunu söyledi. Mahmut Kar, bu hadiseden ders çıkartılması gerektiğini ifade ederek şöyle konuştu:

“Şimdi buradan ilk önce beyazıyla siyahıyla tüm insanlara sesleniyoruz! İslâm ülkelerinde ve ABD’de hala Amerika rüyası gören insanlara sesleniyorum. İşte Amerika yanıyor, Amerika çöküyor, Amerikalı yöneticiler her gün başka bir kâbus ile uyanıyor. Siz daha hâlâ neyin rüyasını görüyorsunuz. Sizi açlığa, yoksulluğa köleliğe mahkûm eden bu kapitalist düzeni yerle yeksan edin, Amerika’dan korkmayın! Sizi izzetlendirecek olan İslâm’a koşun, ancak onun korumasında güven ve emniyette olursunuz. Ancak onun gölgesinde refah ve huzur dolu bir hayatı bulabilirsiniz.”

İstanbul’un fethinin yıldönümü kutlamalarına da değinen Mahmut Kar, önce fethi ve Fatih Sultan Mehmed’i siyasi emellerine alet etmek, sömürmek için kullanan hükümete yüklendi daha sonra da Ekrem İmamoğlu’na…

Türkiyeli Müslümanların kanayan bir diğer yarası olan Mavi Marmara katliamının yıldönümünü de gündemine alan Mahmut Kar, bu konunun da hükümetçe istismar edildiğini söyledi. Yahudi varlığının yaptığı saldırı sonrasında Türkiye Cumhuriyeti’nin zelil bir anlaşmayla Müslümanların kanını yerde bıraktığını ifade eden Mahmut Kar, “İşte kıymetli Müslümanlar Müslümanların değerli, kıymetli neyi varsa hepsi yöneticiler tarafından seçimler için oy için istismar ediliyor. Yoksa onlar için Kudüs davası diye bir şey yok, Ayasofya sevdası diye bir şey yok. Varsa yoksa seçim ve oy davası; varsa yoksa koltuk sevdası…” diyerek yöneticilerin ikiyüzlü tutumlarını ifşa etti.

İşte Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Başkanı Mahmut Kar’ın dün akşam gerçekleştirdiği haftalık değerlendirme toplantısının tam metni:

YÖNETİCİLER İÇİN TURİZM CUMA NAMAZINDAN DAHA MI ÖNEMLİ?

Biliyorsunuz Koronavirüs ile mücadele kapsamında tam normalleşme süreci başladı. Yasaklar tek tek kaldırıldı ve uzun bir süreden -neredeyse 2,5 aydan- sonra Müslümanlar Cuma namazı kıldılar. Koronavirüs tedbirleri kapsamında Cuma namazı da yasaklanmıştı biliyorsunuz. Hizb-ut Tahrir Emiri Celil Âlim Ata b. Halil Ebu Raşta, yasağın ilan edildiği günlerde bir cevap yayınlamış ve Cuma namazının terk edilemeyeceğini, Müslümanların camiden men edilmesinin caiz olmadığını, gerekli tedbirlerin alınması ile Cuma namazı ve cemaatle namazların eda edilmesinin mümkün olduğunu ifade etmişti.

Kıymetli Müslümanlar!

Geçen hafta yasak sonrası ilk Cuma namazı eda edildi. Öncesinde cami cemaatine tek kullanımlık seccade ve maskeler dağıtıldı. Müslümanlar stadyumlarda, bahçelerde ve cami avlularında belirlenen ölçüleri aşmadan farz namazını eda ettiler. Demek ki koronavirüs salgını tamamen kontrol altına alınmadan da cuma namazı eda edilebiliyormuş; bunu öğrenmiş olduk. Demek ki gerekli tedbirler alındığı takdirde her şart ve koşulda namaz eda edilebiliyormuş; bunu gördük. Ama maalesef aynı zamanda da gördük ki yöneticiler Müslümanların tüm uyarı ve taleplerine rağmen Cuma namazının edası için bir adım atmadılar.

Bakınız, bu meselede dikkatimi çeken bir kaç hususu sizinle de paylaşmak istiyorum. Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. İlhami Çelik turizm sezonunun yaklaştığı şu günlerde bir açıklama yaptı. Virüsün denizden bulaştığına dair hiçbir kanıtın olmadığını ve havuzların klorlanması ile bu riskin ortadan kalkacağını söyledi. Peki, virüsün havadan bulaştığına dair bir kanıt var mıydı da Cumalar yasaklandı? Pekâlâ, bu tıbbi veri ve bilgiler Cuma namazının yasaklandığı süreçte de yok muydu? Virüsün havadan bulaşma riskinin olduğunu, 6 ila 48 saate kadar canlılığını koruduğunu söyleyen yine bu bilim kurulu üyeleri değil miydi? 27 Mart’tan bu yana, cami önlerine yerleştirilmesi mümkün olan dezenfektanlar ve maskeler tükenmiş miydi? Müslümanların namazlarını eda edecekleri tek kullanımlık seccade fikri ya da “seccadeni al gel” fikri bugün mü ancak ortaya çıkabildi?

Daha önce Cuma namazının yasaklanmasıyla, şimdi serbest bırakılması arasında bilimsel veriler açısından ne gibi bir fark var? Alınması gereken tedbirler açısından, camilerde ve cami dışında uyulması gereken kuralların muhtevası açısından ne fark var, söyler misiniz? Aynı önlemler 2,5 aylık geçen süreçte de alınamaz mıydı? Elbette alınabilirdi! Ancak Cuma namazı ve cemaatle namaz, camilerin açık olması yöneticiler için turizmden daha önemli değil! Zira biz biliyoruz ki; hükümet için asıl mesele turizm sektörünün zararını önlemek, ülke içinde faaliyet gösteren markaların kar marjını yükseltmek ve kaybedilen ekonomik itibarı tekrar kazanabilmek. Cuma namazının edası ve camilerin açık kalması ekonomiye olumlu ya da olumsuz bir katkı sağlamıyor, dolayısıyla da yöneticiler için Müslümanların hassasiyeti dikkate alınmıyor.

Rabbimizden niyazımız; Müslümanlara bundan böyle namazlarını huşu içerisinde kılabilecekleri ortamlar bahşetmesidir…

YAN AMERİKA YAN!

Geçtiğimiz hafta Amerika’da görmeye çokça alıştığımız bir polis cinayeti daha yaşandı. Minneapolis’te bir emniyet görevlisi gözaltına aldığı siyahi bir vatandaşı hiç bir direniş göstermemesine rağmen boğarak öldürdü. Olayın ardından katil polis hakkında hiçbir tahkikat yapılmadı tepkiler başlayınca polis tutuklandı. Ancak tutuklanması da tepkileri dindirmedi. Minnesota başta olmak üzere ABD’nin birçok eyaletinde protesto gösterileri baş gösterdi ve gösteriler kontrolden çıktı; şiddet ve yağmaya dönüştü. Koronavirüs sebebiyle 50 milyona yakın ABD’linin işsiz kaldığı ülkede yağma ve şiddet henüz daha durdurulabilmiş değil. Koronavirüs salgını sebebiyle sokağa çıkma yasağı kararı alınmayan ABD’de Washington’da 2 günlük sokağa çıkma yasağı ilan edildi ve Trump olaylara müdahale etmek için binlerce ağır silahlı askeri görevlendirdiğini duyurdu.

Kıymetli Müslümanlar!

ABD, sömürgeci İngilizler ve Avrupalılar tarafından Amerikan kıtasındaki Kızılderililerin topraklarını soykırım ve zulüm ile gasp ederek kurulmuş bir devlettir. Sömürgeci Avrupa’nın ideolojisi ne ise Amerika’nın ideolojisi de odur: Kapitalizm… Evet, bu ideolojinin tek kutsalı var o da çıkar ve menfaat. Söz konusu menfaat olduğunda Amerika için din, dil, ırk ve kimliğin hiç bir önemi olmaz. Amerikan vatandaşıymış ya da başka bir ülke vatandaşıymış hiç önemli değil. Amerika kendisi için yani Amerika’nın çıkarları için bir menfaat sağlamayan vatandaşlarını sefalet ve ölüme terk etti. Paran varsa değerlisin yoksa değerli değilsin. Beyaz olmasına rağmen Korona krizinde sağlık hizmeti alamayan milyonlarca fakir insan buna örnektir. 11 Eylül sonrası ABD’nin sarsılan imajını düzletmek için Obama’nın göreve getirilmesi de bu minvaldedir.

Amerika için mesele beyaz ya da siyah meselesi değildir. Mesele; sömürgecilik ve çıkarcılıktır. Dolayısıyla bugün yaşanan olaylar her ne kadar ırkçılık temelinde değerlendirilse de asıl sorun güçlünün zayıfı ezdiği kapitalizmdir; onun menfaat ölçüsüdür.

Evet, kıymetli Müslümanlar!

İşte dünyaya “insan hakları” ve “eşitlik” sloganları pazarlayan ikiyüzlü ABD’nin hâli… Efsane çökmek üzeredir. Habis çıkarları için on yıllardır topraklarımızı yakıp yıkan kâfir Amerika artık kendi evinde ateşi tatmaya başladı. Onun için biz asla bu ateşin sönmesini istemeyeceğiz, “yan, Amerika yan!” diyeceğiz. Irak’ta yaptıklarının, Afganistan’da yaptıklarının, Somali’de, Kenya’da, Pakistan’da, Suriye’de yaptıklarının acısı çıkıyor!

Şimdi buradan ilk önce beyazıyla siyahıyla tüm insanlara sesleniyoruz! İslâm ülkelerinde ve ABD’de hâlâ Amerika rüyası gören insanlara sesleniyorum! İşte Amerika yanıyor, Amerika çöküyor, Amerikalı yöneticiler her gün başka bir kâbus ile uyanıyor. Siz daha hâlâ neyin rüyasını görüyorsunuz. Sizi açlığa, yoksulluğa köleliğe mahkûm eden bu kapitalist düzeni yerle yeksan edin! Amerika’dan korkmayın! Sizi izzetlendirecek olan İslâm’a koşun! Ancak onun korumasında güven ve emniyette olursunuz. Ancak onun gölgesinde refah ve huzur dolu bir hayatı bulabilirsiniz.

İkinci olarak da İslâm beldelerindeki yöneticilere sesleniyorum! Umarım azıcık düşünürsünüz, umarım ABD’nin yaşadığı bu durumdan ibret alıp onunla dost olmaktan vazgeçersiniz. Amerika için kaygılanmak yerine 100 yıldır sahipsiz kalkansız, korumasız ve halifesiz olan İslâm ümmeti için birazcık kaygılanıp dertlenirsiniz. Umarım bugüne kadar yaptıklarınızdan ders çıkarırsınız… Bugüne kadar yaptığınız gibi ABD’ye köle olarak yaşamak yerine bundan sonra Hilâfet Devleti ile onlara efendi olmayı seçersiniz.

AYASOFYA CAMİDEN ÖTE BİR ŞEYDİR!

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

لَتُـفْتَحَنَّ الْقُسْطَنْطِينِيَّةُ فَـلَنِعْمَ الْأَمِيرُ أَمِيرُهَا، وَ لَنِعْمَ الْجَيْشُ ذَلِكَ الْجَيْشُ

“İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, o ordu ne güzel ordudur.”

Bu müjdeye nail olup Allah’ın rızasını kazanabilmek için Bizans surlarına dayanan, gemileri karadan yürüten Fatih Sultan Muhammed Han ve İslâm ordusunun o büyük zaferinin, İstanbul’un fethinin 567. yıldönümü törenlerle kutlandı. İstanbul’un fethi ne kadar muhteşem, ne kadar heyecan verici ve her türlü takdire şayan ise bugün yapılan kutlamalar da o kadar basit ve ruhsuzdu. Çünkü kutlamalar insanların duygularını istismar eden şaşalı gösteriler ve popülist nutuklar üzerine kuruluydu. Ayasofya Camii’nde Kur’an-ı Kerim tilaveti ile başladı program, ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan Fetih Suresi’nin mealini okuyarak konuşmasına başladı. Her zaman olduğu gibi yine popülist siyasi mesajlar verdi. Sonrası… şaşalı, etkileyici, göz kamaştırıcı havai fişek gösterisi…

Bu kutlamalar AK Parti’nin 19 yıllık iktidarının kısa bir özeti gibiydi. Bir adım ileri, iki adım geri… 29 Ekim, 23 Nisan, 19 Mayıs’ta laik Cumhuriyet’e övgü ve methiye diziliyor; 29 Mayıs gelince Müslümanların gözleri boyanıyor. Tam bir illüzyon… Evet 19 yıllık iktidarı tek kelimeyle anlatacak olursak “illüzyon” deriz. Siz her seçim döneminde bir sahne kuruyorsunuz ve Müslümanların duymak istediklerini söyleyip gözlerini boyuyorsunuz. Sonra seçim bitince o söyledikleriniz yok olup gidiyor…

Önceki seçimde “Ayasofya’yı aslına rücu ettireceğiz!” demiştiniz. Sözünüzü tutmadınız. “Diğer camiler nasıl ki başka din mensuplarına, herkese ziyarete açıksa Ayasofya da Müslümanların ziyaretine ücretsiz açık olmalı”, “Bizim Ayasofya’yı açmaktan kastımız bu” dediniz. Bunu bile yapamadınız. Büyük büyük laflar ediyorsunuz ama eylemleriniz ile sözleriniz uyuşmuyor. Bir tarafta Allah’ın ayetleri ve Fetih Suresi öteki tarafta demokrasi, cumhuriyet, laiklik… Hangisi hak hangisi batıl? Bir tarafta Rasulullah ve Fatih, diğer tarafta Mustafa Kemal, Trump ve Putin… Hangisi dost, hangisi düşman? Bir tarafta fetih ve zafer nidaları, diğer tarafta NATO, Birleşmiş Milletler… Diliniz hak diyor ama ayaklarınız batıla yürüyor; diliniz güzel söylüyor ama elleriniz kâfirlerin kanlı ellerini siliyor.

Fatih’in izinden gitmek bu mu? Sultan Fatih, müjdelenen fetih için sınırları zorladı, gemileri karadan yürüttü. Allah’ın rızasını kazanmak için İslâm nizamı ile hükmetti. Ayasofya’yı açtı ve camiye çevirdi, kapatana da vakfiyesinde lanet etti. Siz ise “diğer camiler dolmadan Ayasofya’yı açmayız” dediniz. Ayasofya herhangi bir camii değil Sayın Erdoğan! Unutulmamalıdır ki Ayasofya bir camiden çok öte bir şeydir. O, daru’l İslâm sembolüdür! O İslâm’ın bu topraklara hâkimiyetinin sembolüdür. Dolayısıyla her ne zaman İslâm bu topraklara geri döner, her ne zaman İslâm hayata hâkim olur, her ne zaman İslâm nizamı tatbik edilir işte o zaman Ayasofya açılır… Ayasofya’yı açmak, çağa ayak uyduranların değil, çağ kapatıp çağ açan yiğit adamların işidir. Bu karanlık çağı kapatacak ve İslâm’ın çağını yeniden açacak fetih yakındır biiznillah.

Fetih kutlamalarında dikkat çeken bir nokta da CHP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun Fatih Sultan Muhammed Han’ın türbesini ziyareti idi. Ekrem İmamoğlu ellerini arkasına atarak saygısızca Fatih’in türbesini ziyaret etti. Aslında buna ziyaret de denilemez. Zira o sanki hesaplaşma edasıyla avluya girdi. İmamoğlu’nun bu saygısızlığı, İslâm düşmanı İngiliz Allenby’nin Kudüs Fatihi Salahattin Eyyubi’ye duyduğu kin ve öfkeyi bize hatırlattı. Allenby gibi o da İstanbul’un Fatihi Sultan Muhammed’e öfke ve kin duyuyor galiba… Sonra birde çıkıp Mustafa Kemal’in vasiyetini yerine getireceğim Fatih’in heykelini dikeceğim diyor. Ey İmamoğlu, biz sevdiğimiz ve saygı duyduğumuz insanların heykellerini değil fikir ve görüşlerini kalbimize dikeriz. Putlar er ya da geç bir gün mutlaka yıkılır ama fikirler asla yok olmaz, biz buna inanırız. Fatih adını altın harflerle tarihe yazdırmış bir komutandı, önünde eğildiğiniz Batı’ya, Bizans’a diz çöktürmüş cesur bir adamdı. Onun mirasını sende mi istismar edeceksin, Eyüp Sultan’da Kur’an okuyarak topladığın oyları şimdi Fatih’i alet ederek mi artıracaksın? Ümit ediyoruz ki Müslümanlar artık sizin gibi istismarcıların oyununa gelmeyecek.

MAVİ MARMARA SALDIRISININ 10. YILDÖNÜMÜ

Mavi Marmara saldırısının üzerinden 10 yıl geçti. 10 yıl önce 31 Mayıs 2010 tarihinde Gazze’ye yardım götüren Mavi Marmara’yı Yahudi varlığı işgalciler bastı. 10 Müslüman bu saldırıda katledildi ve 56 yardım gönüllüsü yaralandı. Bugün bir kez daha bu saldırıda şehit olan kardeşlerimize Allah’tan rahmet diliyoruz.

Mavi Marmara saldırısı sonrasında Hizb-ut Tahrir Türkiye olarak İstanbul Beyazıt meydanında geniş katılımlı bir basın açıklaması gerçekleştirmiştik. O gün gerçekten bu saldırı ile ilgili hak ne ise onu söyledik, kınayıcının kınamasından korkmadan hakkı haykırdık. Kınayıcılar işgalci Yahudi varlığını kınayan açıklamalar yaptılar. Biz de kınadık ama işgalci Yahudi varlığını değil… Biz gasıp Yahudi varlığını kınamadık çünkü işgalci “İsrail” kınanmaz ona karşı sadece cihat edilir.

Evet, biz gasıp Yahudi varlığı “İsrail”i kınamıyoruz! Çünkü biliyoruz ki ancak zayıf ve aciz olanlar kınar! Gücü yetmeyen ve düşmanından korkanlar kınar! Haddini bildiremeyen ve vatandaşlarına yapılanların hesabını soramayanlar kınar! Kuru bir özür ile tatmin olacağını açıklayanlar kınar! Öyle olmadı mı? İşgalci varlığın başbakanının sözde özrü ile Mavi Marmara davası kapanmadı mı? İşte o yüzden biz, Siyonist ve gasıp Yahudi varlığını kınamıyoruz. Zira ona karşı sadece ve sadece cihat edilir.

Biz, o gün Mavi Marmara saldırısı sonrasında bu saldırılara karşı suspus olanları kınadık! Ordularını kışlalarda tutarak harekete geçirmeyenleri kınadık. “İsrail” ile askeri ve ekonomik işbirliği içerisinde olanları kınadık. Sadece söz üreten ama hiçbir şekilde somut adım atmayanları kınadık. Biz o gün Yahudileri hoş görmeyi ve dinler arası diyalog kurmayı tavsiye edenleri açıkça kınadık. Gemideki Müslüman kardeşlerimizi katledenlere ses çıkarmayıp “neden mazluma yardım götürürken zalimden izin almadınız?” diyenleri kınadık. Bunu diyen kim biliyorsunuz değil mi? Bunu söyleyen bu iktidarın en sadık dostuydu. Dinler arası diyalog ve medeniyetler arası ittifak çalışmaları paralel şekilde ortak yürütülüyordu.

Evet, bu hain saldırının üzerinden tam 10 yıl geçti. Peki, ne oldu geçen bu zaman diliminde? Hatırlayalım: Kuru bir özür dilendi -o da dilendiyse tabii biz duymadık-. Şehitlerin ailelerine tazminat ödenmesi kabul edilerek onurları yaralandı, izzetleri çiğnendi. “Gazze’ye yönelik abluka kalkacak” denildi; hâlâ daha kalkacak! Mavi Marmara gemisi parçalanarak hurdaya ayrıldı. Müslümanların kanı yerde bırakıldı. Gazze hâlâ abluka altında ama ABD Kudüs’ü işgalci varlığın –sözde- başkenti ilan etti! Türkiye ne yaptı? Korona bahanesiyle insani yardım adı altında “İsrail”e yardım gönderdi. “İsrail”de yangın çıktığında ilk yardıma koşan ülke Türkiye oldu. O gün “eğer otorite Türkiye’de biz isek biz zaten izin verdik” diyenler, daha sonra “kime sordunuz da Mavi Marmara ile Gazze’ye yardım götürdünüz?” dediler. Mescid-i Aksa kapıları Müslümanlara kapatıldı, Aksa sokaklarında neredeyse her gün bir cinayet işlendi. Türkiye ne yaptı? Her seçim döneminde Filistin meselesini, Mavi Marmara davasını oy için istismar etti. Yahudi varlığı ile yapılan anlaşma neticesinde Mavi Marmara davası kapandı. Müslümanların sesi azıcık çıkmaya başlayınca da “Siz o gün dönemin başbakanına sordunuz mu, kime sordunuz da Mavi Marmara ile Gazze’ye yardım götürdünüz?” denildi. Hâlbuki daha önce ne denilmişti? “Eğer otorite Türkiye’de biz isek biz zaten izin verdik” denilmişti.

İşte kıymetli Müslümanlar Müslümanların değerli, kıymetli neyi varsa hepsi yöneticiler tarafından seçimler için oy için istismar ediliyor. Yoksa onlar için Kudüs davası diye bir şey yok, Ayasofya sevdası diye bir şey yok. Varsa yoksa seçim ve oy davası; varsa yoksa koltuk sevdası…

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu