Türkiye Cumhuriyeti
kurulduğundan bu yana Türkiye sınırları içinde yaşayıp en fazla zulme uğrayan
halk şüphesiz ki Kürtlerdir. Cumhuriyetin ilan edildiği günden itibaren Kürtler
başıboş dağınık koyun sürüsü haline geldi. 3 Mart 1924’te Hilafet’ in kaldırılması
ile Müslüman Türkler gibi Müslüman Kürtler de arayış içine girmiş ve kalkınmak
için teşebbüslerde bulunmuştur. Osmanlı devletinde sadık halk olarak
anılmışlardır. “Hilafetin korunacağı” ve “kardeşliğin hâkim olacağı”
düşüncesinin ortadan kalkmasıyla beraber Şeyh Said liderliğinde kıyama kalkan
Müslümanlar ağır bedeller ödemişlerdir.
Hilafetin kaldırılması
sonucu Kürtler ile sistem arasındaki tüm bağlar koptu. Böylelikle bundan sonra
yavaş yavaş sorunlar ortaya çıktı. Kürtlere karşı; katliamlar, sürgünler,
tehcirler, köy boşaltmalar, ekonomik geri bırakılmışlık, alt yapı ve
sanayileşmeye önem verilmemesi, Kürt bölgelerinin sürekli sıkıyönetim ve OHAL
altında kalması, Türklüğü zorla kabul ettirme çabaları, Kürt kavmini yok kabul
etme, Kürtçeyi yasaklama, Türkçe konuşmasını bilmeyen Kürt çocuklarına Türkçe
eğitim verilmesi, böylece Kürt çocuklarının yeterli derecede eğitim alamaması
yüzünden geride kalması, çocuklara Kürtçe isim koyma yasağı, Kürtçe coğrafik
isimlerin değiştirilmesi gibi asimilasyon politikaları uygulandı…
Bu zulümlere karşı
direnen Kürtler İslam’dan taviz vermeden mücadele ettiler. Bu hak mücadele
PKK’nin kuruluşuna kadar devam etti. PKK kurulunca gerçek kimliğini gizleyip
Kürtlerin mazlumluklarından dem vurarak onları kendi safına çekti. Böylelikle
zor durumda olan Kürt halkı PKK’nin safına katılır oldu. Tabii Şeyh Said’den
başlayıp günümüze kadar devam eden süreçte Kürdistan toprakları son yüzyıldır
birçok tuzakla karşılaştı. Bu tuzakların en büyüğü kuşkusuz ki bugünlerde PKK
tarafından ortaya atılan Demokratik İslam projesidir. Bu tuzağın acı veren yanı
ise Müslüman olan Kürtlerin bu tuzağa düşerek, Demokratik İslam projesine
aldanmalarıdır.
Hepinizin malumu olduğu
üzere 14 Ekim 2013 tarihinde İmralı’ya ziyarete giden BDP’li milletvekilleri
Abdullah Öcalan'ın -belli ki yıllardır üzerinde yoğunlaştığı- yeni bir projesi
ile döndü. Öcalan’ın, yeni projesinin adı: “Demokratik İslam Kongresi”
Öcalan BDP'nin TBMM Grup
Başkan Vekilleri Pervin Buldan ve İdris Baluken aracılığıyla yayımladığı mesajda,
demokratik İslam çağrısı yaparak şunları söyledi: "Özellikle El Kaide,
El Nusra gibi İslam’a ihanet içinde olan kesimlere karşı Diyarbakır’da
Demokratik İslam Kongresi çağrısını yapıyorum. Bu kongre çalışmalarında Alevi’si,
Sünni’siyle tüm halkımızın derinlikli tartışmalar yürütmesi, kongrenin anlamlı
kararlaşmalarla ve kurumsallaşmalarla sonuçlanması son derece önemlidir. Hz.
Muhammed'in Medine Şûra çalışmaları örnek alınarak, Şeyh Said gibi tarihi
kişiliklerin ruhuna uygun olarak bu çalışmaların yapılması önemlidir. Bu
temelde tüm halkımızın Kurban Bayramı'nı bir kez daha kutluyorum"
Öcalan’ın bu söyleminin
ardından harekete geçen görevli kişiler gerekli olan hazırlıkları yerine getirmek
için çalışmalara başladılar. Birçok görüşme gerçekleştiren bu kişiler bu
görüşmeler sonucunda 12 Ocak'ta İstanbul'da, 19 Ocak'ta Ankara'da, 25 Ocak'ta
Diyarbakır'da, 26 Ocak'ta Van'da ve 1 Şubat'ta Urfa'da paneller ve forumlar
gerçekleştirme kararı aldılar. Bu tartışmaların ardından konferansın ise Şubat
ayının sonlarına doğru yapılması bekleniyor. Demokratik İslam Konferansı
Hazırlık Komisyonu üyesi Ayhan Bilgen çalışmaların sonucunda Şubat ayında
yapılması planlanan konferansın detayları ile alakalı kamuoyuna bilgi vererek
şöyle konuştu:
"Yüzlerce delegenin
katılacağı bir konferans olacak. Konferans içeriğinde hem bu yerel toplantılarda
ortaya çıkan eğilimler ele alınacak hem de Medine Sözleşmesi ve birlikte
yaşamanın hukukunun nasıl inşa edileceği, İslami çevrelerin kendi hak ve
hukukları ile kendi iç tartışmaları ele alınacak. Yine Ortadoğu'daki şiddet ve
bu şiddette dinin payı, din üzerinden sergilenen tutumlar önemli tartışmalardan
biri olacak. Yani İslam'ın ezen ezilen kavramına bakışı zulme karşı duruşa
yaklaşımının ne olduğuna dair konular ele alınacak. Bu konular yerel panellerde
de ele alınacak. Konferans bir ortak tutumun çıkması, bir iradenin dışarıya
deklere edilmesi ve kongreden sonraki örgütlenme çalışmaları belki farklı
çalışmaları ortaya çıkaracaktır"
Yukarıdaki ifadeler üzerinde tefekkür edersek,
bu çabaların aslında hem Kürtlere, hem de Ortadoğu’da yaşayan diğer halklara
demokratik sistemi sevdirme gayretleri olduğunu anlarız. Aynı zamanda Medine
vesikasının da saptırıldığını görmek mümkün.
Ayrıca Bilgen, konferans
adı ile alakalı da birçok tartışmanın olduğunu söyleyerek şunları kaydetti: "Birkaç
tartışma çok kritik. Örneğin bunlardan birisi kongrenin ismiyle ilgilidir. Çok
doğal olarak kavramlar toplumsal algılar, hem İslami çevrelerin kendi içinde
hem diğer çevrelerin İslami çevrelere bakışı ile ilgili kavramlar üzerinde bir
takım polemiklerin yapılmasına neden oluyor. Farklı isim önerenler de oldu.
Bununla birlikte farklı konseptler önerenler de oldu. Bazı çevreler yerel
toplantılarda daha çok Kürdistanî bir buluşmanın gerçekleşmesi gerektiğine
vurgu yaptı. Dolayısıyla Kürt İslami çevrelerin buluşmasıyla ilgili bir
platform olmasını istiyorlar. Bazı çevreler buradan bir irade çıkmasından önce
daha çok teorik tartışmaların İslam Demokrasi ilişkisinin sorgulanması,
tartışılması, masaya yatırılması gerektiğini düşünüyorlar."
Yapılması planlanan
panellerin ilki Din Âlimleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (DİAYDER)
tarafından Bağcılar Han Düğün Salonu'nda "Ortadoğu'da Barış Arayışı"
ve "İslam ve Demokrasi" adı altında gerçekleştirildi. Panele İslamcı
yazar Hüda Kaya, İstanbul DİAYDER Başkanı Mehmet Şimşek, Hakkâri Belediye
Başkanı Fadıl Bedirhanoğlu ve Demokratik İslam Konferansı Hazırlık Komisyonu
üyesi Ayhan Bilgen katıldı.
İkincisi ise 25 Ocak
2014 tarihinde Diyarbakır'da DTK öncülüğünde yakın zamanda yapılması planlanan
"Demokratik İslam Kongresi"ne hazırlık olarak gerçekleştirilen
"Ortadoğu'da Barış Arayışı, İslam ve Demokrasi" paneli, Diyarbakır
Büyükşehir Belediyesi tiyatro salonunda gerçekleştirildi. Moderatörlüğünü Prof.
Dr. Nurettin Turgay'ın yaptığı panelde konuşmacı olarak yazar Hüda Kaya, Prof.
Dr. Kadri Yıldırım ve Doç. Dr. Veysel Ayhan yer aldı. Panelde ağırlıklı olarak
Medine vesikası üzerinde duruldu. Panelde ilk konuşmayı Prof. Dr. Kadri
Yıldırım yaptı. Yıldırım, "Hz. Peygamber, böyle bir tecrübeyi
'Faziletler Anlaşması'ndan almıştır. İlk anlaşmaya baktığımızda, sadece Müslüman
olanlar için değil, anlaşma taraflarının tümü için 'Ümmet' kavramı
kullanıldı." diye konuştu. Kürt halkının yaşadığı bölgelerin de böyle
bir hakka sahip olduğunun altını çizen Yıldırım, iktidarların bunu
engellediğini söyledi. Medine vesikasında yer alan maddelerdeki din ve dil
konularına işaret ederek, "Herkesin kendi dinini yaşamasına izin
verilmiş ve dil özgürlüğü yaratıldı. Peygamber döneminde mahkemelere tercüman
atanmıştı, bu hakların hala tartışılıyor olması çok ayıptır. Ben bunları
peygamberimize şikâyet ediyorum." dedi.
İkinci konuşmacı Hüda kaya ise sözleşmenin
önemine değinerek şunları aktardı: "Kandil'e
gittiğimde bunun farkına vardım, bu sözleşme üzerine çok yoğun tartışmalar
yürütülüyordu, çok şaşırdım o savaşın içinde çözüm bulmak için çok araştırma
yapıyorlardı. Yıllarca es geçtiğimiz bu konu üzerinde formüller ile
karşılaştım. Bu tartışmaların sonunda ortaya çıkan sonuçları ise Medine Sözleşmesi'nden
referans alıyorlar... İbadetlerin içi boşaltıldığı için, 'Neden kavga
edildiğini' bir türlü anlamlandıramıyorlar. Kuran İslam’ı değil, Emevi İslam’ı
yaşanıyor. Kuran'dan koparılan Emevi İslamiyet’i ile devletin, iktidarın
kontrolüne alınmıştır. Emevi'lerden günümüze böyle devam etmiştir"
Diğer ülkelerdeki
zulümlerden sıyrılarak biraz da Kürtlere yapılan zulümlere işaret eden Kaya, "Niçin diye sorgulamadık. İslam hukuku
iki tarafı dinler, tek taraflı karar vermez, verdiği karar sakat olur. Biz
neden öbür tarafı hiç dinlemedik? Biz, ezilmişliğin ne olduğunu siz Kürtleri
tanıyarak anladık. Roboski de böyledir. Gerçeği görmediler... Esaretin ne
olduğunu zihinlerin tecavüze uğradığını görmeliyiz. Dinin temeli adaleti ayakta
tutmaktır." diyerek sözlerini tamamladı.
Kaya'nın ardından söz
alan Doç. Dr. Veysel Ayhan, yaptığı kısa konuşmada Ortadoğu'da iktidar
odaklarının sürekli dini kullandığından bahsederek konuşmasını sonlandırdı.
Yapılan ve yapılması
planlanan paneller birçok kesimden farklı şekillerde tepki çekerek istediği
nihai hedefine ulaşmadı. Kimi yapılar sadece üç kişinin konuşmasının abesliğini
eleştirdi. Kimi yapılar PKK’nin totaliter ve liderci anlayışını eleştirdi. Kimi
yapılar "Demokratik İslam" isminin yanlış olduğunu söyleyerek daha
çok kişinin katılması için isminin değişmesinin kaçınılmaz olduğunu dile
getirdi. Kimileri de demokrasiye vurgu yapacak olan bu panellerin pek de
demokratik yapılmadığını dile getirdi. Kürtlerin çoğunluğunu oluşturan kimi
yapılar da demokrasinin İslam’a aykırı olduğunu söyleyerek bu panellere
katılmayı reddetti.
Şu ana kadar yapılanlara
bakarsak kumpasın ne kadar büyük olduğunu anlamakta zorlanmayız. PKK
kurulduğundan bu yana sosyalist bir çizgiye göre hareket etmiştir. Liderlerinin
geneli materyalist ve laik insanlardan oluşmaktadır. Böyle olduğu halde neden
Öcalan Müslümanların bayramını kutluyor ki? Neden Müslümanları “Demokratik İslam”
konferansını düzenlemeye davet ediyor? Neden Şeyh Said’in öncülüğünde hareket
edilmesinden bahsediyor? Biz biliyoruz ki bu tür yapılar Makyavelist bir
anlayışa sahiptirler. Onlara göre gaye vasıtayı meşru kılar. Gayelerini
gerçekleştirmek için yapmayacaklarını şey yoktur.
Öcalan geçmişte ve
günümüzde İslami söylemlerde bulunarak Müslümanları kandıranlar gibi sinsice
hareket ederek Müslümanları sisteme entegre etmek için çaba harcamaktadır. PKK
ve Öcalan’ın gayesi egemenlik alanını genişletmektir. Bunun için de
yeryüzündeki bütün değerleri çok rahat bir şekilde kullanabilirler. İslam’ı
reddettiği halde PKK’nin başındaki liderler İslam’ı her daim kullanmışlardır.
Allah’ı inkâr ettikleri halde İslamcı birçok sahte oluşum oluşturmuşlardır.
Öcalan, “Demokratik İslam Kongresi”ni
Müslümanlara önermektedir. Öcalan’a göre demokratik olmayan –El Kaide gibi-
İslamcılık da var. Görünen o ki Öcalan’ın konunun başlığını dahi belirlerken ne
kadar sinsice belirlediği ortaya çıkıyor. Hâlbuki İslam’ın demokratı, radikali
olmaz. Öcalan’ın Müslümanlara kongre yapmayı önermesi gerçek manada İslam’ı
veya İslamcıları kabul etmesinden dolayı değil de İslam’ı ve Müslümanları
kullanmak içindir. Tabii ki bunun farkında olan Müslümanlar bunu kabul
etmeyecektir.
Ayrıca Öcalan, kendisini
inkâr ettiği halde, yine Şeyh Said’e İngiliz ajanıdır dediği halde, yine ona ve
arkadaşlarına gerici dediği halde ve Şeyh Said kıyamını bir miras olarak ele
almadığı halde Şeyh Said’in ruhundan ve tarihi kişiliğinden bahsetmesi ne kadar
samimi? Ne oldu da daha düne kadar sevmediği adamın tarihi kişiliğini över hale
geldi Öcalan? Bu konferansın yapılmasının bir diğer ve önemli nedeni de Suriye’de
kurulması muhtemel olan İslami Devlet’in önüne geçmektir. Böyle bir ortamda
kurulacak olan İslami bir devlete Kürtlerin icabet etmesinden korkan Öcalan
Suriye’de İslami bir devlet kurmak için mücadele eden Müslümanları karalayarak
hedefine ulaşmak istiyor.
Son olarak demokrasi ve
İslam’ın ne anlama geldiğini ele alalım ki Müslümanların kalbinde en ufak bir
şüphe kalmasın.
Demokrasi Latince bir
kelimedir. İki kelimeden oluşan bileşik bir isimdir. "Demos" insanlar
ve "Kratos" yönetim anlamına gelmektedir. İki kelimenin bileşiminden
anlaşılan şey halkın egemenliğine dayanan yönetim şeklidir. Yani insanlar tam
bir egemenlik ve otorite hakkına sahip oldukları gibi herhangi bir cihetin
hiçbir müdahalesi olmaksızın hayat işlerini idare eden kanunlar koyma hakkına
da sahiptirler. İslam’da yasama hakkı Allah’a aitken demokrasi bunu insanlara
vermiştir. Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur:
إِنْ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلَّهِ
“Hüküm sadece Allah’a
aittir.”
[Yûsuf 40]
Ve şöyle buyurmuştur:
فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّى
يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُوا فِي أَنفُسِهِمْ
حَرَجًا مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْلِيمًا
“Hayır! Rabbine andolsun
ki onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem kılıp sonra da senin
verdiğin hükme içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyet ile teslim
olmadıkça iman etmiş olmazlar!” [Nîsâ 65]
Kapitalist ideolojiden bir de temel
özgürlükler fışkırmıştır. Bunlar ise inanç özgürlüğü, fikir özgürlüğü, mülkiyet
özgürlüğü ve ferdi özgürlüktür. Bu özgürlükler sonucunda insana dilediğini söyleme
ve ifade etmede tam bir özgürlük verilmiştir. Laiklik akidesinin içinde
barınmış bu fikirler İslam nazarında haramdır. Aynı şekilde bu akidenin kendisi
küfür akidesidir. Bu akide Allah’ın egemenliğini reddederek egemenliği halka
vererek İslam akidesine kafa tutmaktadır. Laiklik İslam akidesiyle tamamen
çelişmektedir. Zira Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur:
أَلاَ لَهُ الْخَلْقُ وَالأَمْرُ
تَبَارَكَ اللّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ
“Dikkat edin! Yaratmak
da emretmek de O’na mahsustur. Âlemlerin Rabbi Allah ne de yücedir.” [A’râf 54]
Ve şöyle buyurmuştur:
لَّهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي
الأَرْضِ
Göklerde ve yerde ne
varsa hepsi O'nundur.” [Bakara 255]
Demokrasiyi kısaca ele
aldıktan sonra şimdi de İslam’ın tanımına geçelim.
İslam: İnsanın
yaratıcısıyla, kendisiyle ve diğer insanlar ile olan ilişkisini düzenleyen
semavi (ilahi) bir dindir. Bu dini Allah Subhanehu ve Teala efendimiz Muhammed Aleyhi’s
Salâtu Ve’s Selâm’a
Cebrail vasıtasıyla indirmiştir. Bu din demokrasi gibi kişiyi özgür
bırakmamıştır. İnsanın Rabbine ve diğer iman esaslarına nasıl iman etmesini
belirlediği gibi Rabbine nasıl ibadet edeceğini de belirlemiştir. Yine insanın
neyi yiyip neyi yiyemeyeceğini, neyi içip neyi içemeyeceğini, neyi giyip neyi giyemeyeceğini
de belirlemiştir. Aşağıdaki ayetlerde olduğu gibi İslam’ın ceza hukukunu, bayan
erkek ilişkilerini, devletlerarası ilişkileri, iktisadi ilişkileri vs. hayatın
her alanı ile alakalı hükümler indirmiştir.
وَلاَ تَأْكُلُواْ أَمْوَالَكُم
بَيْنَكُم بِالْبَاطِلِ وَتُدْلُواْ بِهَا إِلَى الْحُكَّامِ لِتَأْكُلُواْ
فَرِيقًا مِّنْ أَمْوَالِ النَّاسِ بِالإِثْمِ وَأَنتُمْ تَعْلَمُونَ
"Mallarınızı
aranızda haksız sebeplerle yemeyin. Kendiniz bilip dururken insanların mallarından
bir kısmını yalan yemin ve şehadet ile yemeniz için o malları hâkimlere
(yöneticilere ya da kadılara) vermeyin." [Bakara 188]
وَإِن جَنَحُواْ لِلسَّلْمِ فَاجْنَحْ
لَهَا وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ
"Eğer onlar barışa
yanaşırlarsa sen de ona yanaş ve Allah'a tevekkül et." [Enfal 61]
وَلَكُمْ فِي الْقِصَاصِ حَيَاةٌ يَاْ
أُولِيْ الأَلْبَابِ
"Kısasta sizin için
hayat vardır, ey akıl sahipleri." [Bakara 179]
وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ
فَاقْطَعُواْ أَيْدِيَهُمَا جَزَاء بِمَا كَسَبَا نَكَالاً مِّنَ اللّهِ
"Hırsızlık eden
erkek ve kadının yaptıklarına karşılık bir ceza olarak, Allah'tan bir ibret
olmak üzere ellerini kesin." [Maide 38]
وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلَى
جُيُوبِهِنَّ
“Himarlarını
(başörtülerini) cuyubları (yakaları) üzerine örtsünler.” [Nûr 31]
… قُل
لِّلْمُؤْمِنِينَ يَغُضُّوا مِنْ أَبْصَارِهِمْ
“Mü’min erkeklere de ki:
Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar.” [Nûr 30]
وَأَحَلَّ اللّهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ
الرِّبَا
“Allah alışverişi helâl,
ribâyı haram kılmıştır.” [Bakara
275]
Müslüman Kürt halkı
geçmişte olduğu gibi Allah’ın izniyle bu tuzağı da deşifre edecektir. Farkında
olmadan bu konferansı destekleyen Müslüman kardeşlerimiz de bu hatalarından
vazgeçerek samimi davetimize icabet edip küfür nizamı ile İslam’ı bir arada
kullanmaktan vazgeçerler inşAllah.
يا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا
اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ
وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ
إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
“Ey iman edenler! Allah
ve Resulü sizi size hayat veren şeye davet ettiği zaman icabet ediniz. Biliniz
ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda
toplanacaksınız.” [Enfal
24]
(Konunun uzamaması
açısından Medine vesikasının mahiyetine girmedim. Bu konuda araştırma yapmak
isteyen kardeşlerimiz dergimiz tarafından çıkarılmış olan Demokrasiye Eleştiri
adlı kitaptan faydalanabilirler.)